Yrd. Doç. Dr.Ramazan KURTOĞLU tarafından ele alınan bu kitapta, yenidünya düzeninin nasıl kurulduğunu, bunu kimlerin ne şekilde yönettiğini anlamamızı sağlayan, bölümler dahilinde cevap bulunması şu üç temel olgunun niceliğinde; Judeo-Hıristiyan teolojisine (Yahudi- Hıristiyan anlayışının varlığı), siyasetin felsefesine yani olması gibi olunanın aksine istenenin elde edilmesine bu sebeple ekonominin nasıl politika izleyeceği konusuna tüm bir parça olarak bakılması, Waterloo Savaşı (1813-1815) ile başlayan ve Eylül 2008’e kadar devam eden ekonomik yani paraya endeksli bir başarı hikayesini ele almıştır. Anlayacağımız üzere kitapta belirtilen esas metnin özeti ise; ülkelerin finansal düzeninin, yürütülüşünün bir tür seçilmişlerin elinde olduğunu ve bu seçilmişlerin bir ‘düzen konveksiyonu’ halinde işleyişinin dışında kalanların parçalanacağını yani tabiri caiz ise ‘paranızın miktarına bakılarak az veya çok yaşayabileceğinizi’ gösteren gerçeklikten bahsedilmiştir.
Kitabın beş ana bölümden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bunlar sırasıyla zayıf ihtimaller üzerinden küresel şokların lokomotifi, ABD başkanının seçilmesi niteliği ve Amerikan kriz masasının yeni hazırlıkları, finans – genetik – zihin kontrol savaşı, Eylül 2008 küresel mali krizin arka planı ve ABD (Waterloo Savaşı’nın kazananı), 2001-2008 Eylül’leri ve ‘üç dünya savaşı’ kehaneti ve son olarak doların asimetrik gücünün konularını işlediğini görüyoruz.
Bu yazıda kitabın yukarıda belirttiğim beş bölümünde anlatılmak istenenlerini özetleyerek sonuç kısmında yorum ve sonuç analiziyle beraber genel paradigmaların özetleri ele alınacaktır.
Yeni Dünya Düzeni ilk bakışta etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan bir isim ile tedavüle sürülmüştü: ‘Washington Konsensüsü’. Çok uluslu şirketler, Wall Street Bankaları, FED, IMF, WB, WTO, ABD Hazinesi arasında 1980’li,1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca geliştirilmiş bir ilişkiler manzumesidir. WTO küresel ticaret akışının subaşlarını, WB ve IMF küresel finans sermayesi akışının pınar başlarını tutmuş zebaniler olarak nitelendiriyor. Bankacılık teknik ifadesiyle WB ( Dünya Bankası) Neoliberalizm’in son anda borç istenecek yerdir. Çünkü borç verdiği ülkelere küresel finans sermayesinin şartlarını dayatır. IMF küresel sermayenin hem ‘itfaiyecisi’ hem ‘kundakçısı’. Türkiye’nin dönüştürülmesinde 1978 dünya bankası raporu ve kararlarıyla 1980 darbesinden sonra gelen Neoliberalizm’in temelleri atılmıştır. Türkiye, 1978 de ‘Washington Mutabakatı’nı 24 Ocak kararlarıyla ilk uygulayan ülke olmuştur. Washington Mutabakatı’nın varsayımı, ABD ve küresel sermaye için iyi olanın, dünya için de iyi olduğudur gözlemi yaratılmıştır. IMF ve WB bu durumu şöyle nitelendirmiştir; İyi işler için aramaların kaydı ve niteliği’ belirtilmiştir.
Dünya Bankası raporunda hazırlayıcıları o dönemde; Kemal Derviş, Sherman Robinson ve Jaime de Mello adlı kişilerdir. Kemal Derviş Şubat 2001 mali krizinden sonra Türkiye’de ekonomiden sorumlu tek yetkili devlet bakanı olarak görev yaptı. Raporda üç ana başlık bulunmaktadır. Bu başlıkların özeti ise, Türkiye ve GOÜ’lere ‘Siz borçla kalkınabilirsiniz’ olarak görülmektedir. Bu programın amacı ‘dönüştürme’idi. Yapısal uyum ayağını Kemal Derviş-Dünya Bankası, istikrar ayağını ise IMF damgasını taşımaktaydı. Kararların ardından ve işleyişinden sonra sıra gelmişti Neoliberalizm ayağına ve bu saç ayağının sonu olan Neoliberalizm’in yapısal sürecinde içine düştüğü ekonomik bunalımdan çıkış yolu kaynak sağlamasından geçiyordu.1946’dan sonra Türkiye dış borçlanmaya yöneldi. Bunun sonucunda içerideki hükümetlere etki edecek şekilde çeşitli değişimler ile yeni hükümetlerin yolları arandı ve başarılı bir yol izlenerek Özal dönemine kadar gelindi Özal ise devalüasyonlardan sonra gelen hükümetlerden sonra bu sefer son 1980 darbesinden sonra başa gelmişti. Bu değişim 24 Ocak 1980 kararları olarak uygulamaya konan programdaki ekonomiyi serbest piyasa ekonomisiyle dışa açılmaya götüren ekonomi politikaları, temelde 1946-1954 arasında kısmen denenen Liberalleşme programının Neoliberal versiyondaydı. IMF ve WB önderliğinde uygulamaya konan Neoliberal kapitalist programlarının hedef lediği, ortak özellikleri arasında uygulandığı ülkelerde Neoliberal kapitalist düzeni hâkim kılmaktır.
IMF ve WB’nin amacı program doğrultusunda uygulandığı bölgeleri köy haline getirmektir, sömürmektir. Bunun yanı sıra yeni hedefin seçkinlerin dünya düzeninin rol gösterdiği küresel finans doğrultusunda baş gösteren küreselleşmedir. Neoliberalizm’in temel hedeflerinin son ayağı olan 1980 darbesinde, 26 tane bölge kalkınma ajansı kurulmuş bu kalkınma ajanlarında bölgeleri kalkındırma adı altında fakat temel hedef ülkeyi bölgelere ayırmak eyalet sistemi oturmaktı. Ankara devre dışı bırakılıp tüm işlerin dış ülkelerin devletleriyle birebir temas ve haberleşme aracı olarak kullanmak nihai hedef idi. Bu ajanslar sayesinde bölgesel kalkınmada çok uluslu şirketlerin gözü açılmış maksimum fayda ile kar sağlamakta ve yararlanmaktadırlar. Bunu görmemek düpedüz liberal körlüktür. Anlaşılacağı üzere Türkiye’yi şirketlerin yönettiği ve özelliklede kafada bulunan toplam elli şirketin yönlendirdiğini apaçık görebiliyoruz.
Ekonomik Armegeddon’un gösterge süreçlerinde başta Çin’de 1989’daki Tiananmen Meydanı katliamına ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar dünyadaki siyasi ve ekonomik değişikliklere sebep olan olaylarda ‘Şok Doktrini’ yöntemi başarıyla uygulanmakta küresel sermayenin çıkarlarını kollayan yeni kapitalizm modeli dünya milletlerinin çoğunluğu için yıkım ve yoksulluğa yol açmaktadır. Ve anlıyoruz ki terörizm, savaş, tabii afetler ve mali kriz ‘ Yeni Dünya Düzeni Tarikatı’ elitleri tarafından kargaşa olarak gerçek bir vaat olarak ortaya konulmuştur. Yeni Dünya Düzeni din, siyaset felsefesi ve ekonomi temelinde yürütülen bir Elitizm / Seçkinler projesidir. Bu tarikatın zayıf ihtimaller üzerinden küresel şokları manipüle edeceğini her zaman seçtikleri ortaya çıkıyor ve küresel finans oligarşisinin ne yapmak istediğini görebilmek için geçmişe dönüp küresel şoklara bakmak izlerini takip etmek yeterlidir.
Obama’nın başkan seçilmesinden sonra gelişen siyasi vizyonunun temelinde yeniden seçilmişlerin rollerinin oynadığını görüyoruz. Din felsefesine girecek olursak siyasi karmasıyla beraber Obama’nın babası ateist ve annesinin de yahudi olmasında kaynaklanıyor ki ateist müslüman olarak nitelendireceğimiz Obama, etrafı çitlerle çevrilidir. Bugünkü kadrosu tamamıyla teknokrat ve yönetilen ABD devlet kadrosuyla kuşatılmıştır. Kendisi avukattır ama avukatlık hiç yapmamıştır. Seçilmesinin arkasındaki temek dayanak Yahudi lobisidir. Neden bu yolu gösterebiliyoruz çünkü gelinen noktada başkan seçilmesinden önceki ve sonraki süreçte de yahudi lobisini finans kaynağını sağladı aşikardır. Bu yüzden de yönetilen kadronun backroundunda seçkinler yani yahudileri görüyoruz.
Bunların en önemlisi Kıbrıs Harekatı’nda bizlere silah vermemesi ortaya çıkarılan Biden’ın her dönem olduğu gibi Obama döneminde de görebiliyoruz. Kendisi de yahudidir. Bu da ayrı bir noktadır. ABD’nin 44. Başkanı Barack Obama pek çok farklı kökenden kişiyi bakanlık koltuğuna oturttu. Bunlardan en önemlisi ekonomi ekibinin başı olarak bilinen Bill Clinton döneminin tecrübeli isimleri oluşturuyor.11 Eylül 2001 saldırıları zayıf ihtimallere dayalı güçlü şok tanımına oldukça uygun bir örnektir. Eylül 2008’de patlayan/patlatılan mali kriz ile birlikte ABD başta olmak üzere küresel bir ekonomik kaosun yaşanacağı artık ayan beyan ortadadır. FEMA-Executive Order Num.11000 ile yönetim Amerikan başkanının elinden alınıp, insanlar kitleler halinde tutuklanıp kamplarda zorla çalıştırılabilir.
İlgin olaylardan biride FEMA’ nın bilgileri Amerika’nın büyük gazetelerinde hemen hemen hiç bulamazsınız. FEMA, ABD’nin çeşitli eyaletlerinde gizli sığınaklar inşa etmek için finans oligarşisinin başını çektiği bir grup seçilmiş korkunç işler için hazırlıklarını tamamlamış durumdadırlar. Obama’nın başkan seçilmesi beyaz/ seçkin ırkçılığa siyah deri geçirme operasyonundan başka bir şey değildir. Kızılderililer ona, beyaz adamın adamı olarak tabirde bulunuyorlar. Obama gerekli açıklamayla zayıf ihtimaller üzerinden küresel çapta şoklar tezgahlanmaya uygun bir tipolojidir.
11 Eylül sonrasındaki, Afganistan ve Irak’ın işgali, Türk-İslam dünyasını hedef alan, sınır değişiklikleri öngören BOP… ‘Yeni Amerikan Yüzyılı’, ‘Yeni Dünya Düzeni’ ve ‘Tanrı İmparatorluğu ve Armagedon Savaşı’… bu söylemlere bağlı gelişmeler ve bu gelişmelerde başrol oynayan siyasi seçkinlerin arkasında asıl oyun kurucu elitlerin rolü başta gelmek üzere Kabala-Tevrat-İncil üçlemesiyle beslenen ve kehanetleriyle harmanlanan Tanrı İmparatorluğu’nun tek para birimi hedefi yolunda ilerleyerek programlarını o şekilde sürdürmeleri, ekonomik-siyasi Yeni Dünya Düzenleri hep holokoslarla ve kaoslar üzerinden derlenip kurulmaktadır. Ülkeler arasındaki büyük uçurumun görünen ve bu uçurumların inanılmaz biçimde arttığını gözlemlenebilmektedir. Vatikan protokolünün varlığının olduğunu ve bu protokolün dünyayı dörde ayırdıkları belirtiliyor. Birinci grup buluşçu milletler, ikinci grup uygulayıcı milletler, üçüncü grup ayak işi yapan milletler ve dördüncü grup ise ortadan kaldırılması gereken milletler olarak nitelendiriliyorlar. Bunların yok olması yani bazı milletlerin bu Yeni Dünya düzenin de meşru olduğu bir gerçek üzerinde duruluyor. Küresel finans sisteminde ele geçen her kuruşun, bir başkasının aynı kuruşu kaybetmesi anlamına geliyordu.
Bir avuç seçkin yüz milyonlarca insanın bilmediği şeyleri biliyor ve aradaki farklılığı manipüle ediyorlar. Dünya piyasalarındaki döviz dalgalanmaları, fiyatların aniden değişmesi için gerçekten beklenmedik olayların patlak vermesi lazımdır. Örnek verecek olursak ikiz kulelere ve Pentagona saldırılar elitler için kahır ekseriyet midir? Sorusunu akıllara getiriyor. Bazı stok fiyatlarındaki artışlar saldırıdan önceden bilindiğini ortaya koyuyor. Eylül 2008 mali krizinin arka planında yatan ABD, devlet mi şirket mi sorularını bize sorduruyor. Bu Hıristiyanları yöneten Yahudilerin zaferine işarettir. Bugünkü gelinen noktada da Yeni Dünya düzeni olsun, ABD hegemonyası ve arkasından gelen İsrail programlamalarının arkasında hep Judeo-Hıristiyan kavramından gelen Judeocular yani Yahudilerin en seçkinlerinin başrolünü çektiği bir oluşumdur. Küresel finans piyasasında adının çok duyulan ‘Rothschild’ ailesinin bu denli kara paraların nasıl finans ettiklerinin ve bunları nasıl kullandıklarının isimleriyle beraber çok az bilinen bir kavramdır tüm dünyada. Fakat kilit isim de onlardır. Kesin ve sert gizlilik kurallarıyla yönetilen bu aile, ailenin serveti kara para işiyle başlamış ve savaşan devletlerin finansmanıyla devam etmiştir.
Örneğin; Waterloo Savaşı’nı, Bolşevik Devrimi’ni, Amerikan iç savaşını, 1. ve 2. Dünya savaşını finanse eden olarak bilinmektedirler.1.Dünya savaşından sonra devletlerin içerilerinde bu aileden birçok isim bakanlıklarda görev yapmış yönetimlere girmiş ve yönetmişlerdir. Almanya’nın bunalıma sürüklenmesindeki Versay antlaşmasında Rothschild ailesinin payı çok büyüktür. Fakat aile bu girişimlerini 2.Dünya savaşında sürkülesini sağlayamamışlardır ve daha sonra Amerika’yı savaşa sokarak güçlerini yeniden kazanmışlardır.
Küresel finans oligarşisinin pençesindeki korku imparatorluğunda ABD’nin sosyal ve ekonomik kırılganlığında soğuş savaş rüzgârları tiplemesi olmaksızın ABD’nin ne yapacağı soruları en başta yerini alıyor. Amerikan halkının kolayca yönlendirilebilmesi için ABD’nin korku imparatorluğuna dönüştürülmesi gerekiyor. Bunun için de, Endülüslü kabalist Tevrat tefsircisi İbn Meymun Maimonides’in ( 1135-1204) dini ve mesihi görüşlerini Din-Felsefe-Siyaset üçgeninde yorumlayarak bir siyaset felsefesi oluşturan alman Yahudisi- Amerikalı Leouss’un (1899-1973) ‘toplumların yönetiminde şok terapisi’ modeli uygulanıyor. ABD’nin kendi içinde devamlı farklı yöntemlerle tekrarlayarak oluşturduğu korku ve panik, Amerika dışında oluşturduğu nefret, küresel alanda Amerika’ya biçilen Yeni Dünya Düzeni oyunlarının bir parçasıdır. ABD’nin en zayıf noktası oldukça kozmopolit bir toplumu, birlik içinde tutarak milli birliğini koruyabilmesidir. Eylül 2008’de gelinen noktada Washington’ın geri adım atması ırak petrolü, Orta Doğu başta olmak üzere, yeni nesil enerji kaynaklarını dünya piyasasına istenilen fiyatta sürmeyi geciktirmesi, Mesihi rolü kaybetmesi manasına gelecektir. Böyle bir durumda ABD’nin askeri ve ekonomik prestiji dünyanın her yerinde zayıflayacak domino reaksiyonlarla karşılaşacaktır. Küreselleşme politikası, Yeni Dünya Düzeni kurmak maksadıyla, dünya ekonomisi ve siyasetinin yeniden yapılandırılması süreci ABD’nin askeri ve ekonomik gücüyle doğrudan bağlantılı ve iç içe geçmiş haldedir.
Yerel düşünürlükten çok genele hitap edecek olursak kitabın tamamını değerlendirğimizde küçük bir çocuğun giderek büyümesi, olgunlaşması yaşlılık evresinde iyice hakimiyet sağlamasındaki gelişimi izlemekteyiz. Buna en büyük gösterge olarak Hıristiyanlığa karşı bilenen bıçakların yanında yer alıyormuşcasına gösterildiği yani yahudi-hıristiyanlar olarak belirginleştiğidir. ABD toplumunun ön planda görüldüğü; ‘Yeni Dünya Düzeni İmparatorluğu’nun arkasında yatan en büyük gücün Judeoların yani Yahudilerin elinde olduğudur. Bunun finanse edilmesinde yüzyıllar öncesinden gelen en büyük ‘Paraizm’ sermayesini yöneten ‘Rotshschild Ailesi’nden gelen servetin savaşları ve hala daha ‘Küresel Şok’ları yönlendirmesiyle ellerinde tuttuklarını açık olarak görmekteyiz.
Böylelikle özgün ruh olarak yerli düşünmek yani milli olmak üzere kendi ülkemiz açısından mali krizler eşiğine yönlendirilmemizin tarihi kronolojisinde, Osmanlı Devleti’nden başlayacak olursak ikinci Viyana kuşatmasından, Balta limanı serbest ticaret antlaşması, Tanzimat fermanı, dış borç süreçlerinin başlangıçları, Islahat fermanı, I.Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve Atatürk dönemi hariç, 1946 devalüasyonu ve dönüşümü, 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 Darbesi ve post-modern askeri darbesinde hep aleyhimize olan bu elim vakalar neticesinde elit kesim içimizdeki en büyük ihaneti seneler boyunca bizlere yani Türk toplumuna tamamen ihanet içinde olmuşlardır. Yeryüzündeki insan topluluklarının genel dünya felsefesinde cepten harcamak deyimini kullanabiliriz zira evrensel denen bu döngüde hep iç edilen kendi ülke sermayelerinin farkına varamayan toplumlar, Yeni Dünya Düzeni’nin kurulumuna da hizmet ettiklerinin farkında değiller. Dini-Siyasi ve iktisadi üçlemenin içerisinde ‘boğulan’ bu düzen ‘Yeni Dünya Elitizmi’nin en büyük silahı olmuştur. Bu oturmuş devrin yeniden kendi içerisinde çürütülmesine bir nevi kenarından tutarak ‘oyunu bozmak’ adına yerleştireceğimiz dinamit kendi içimizde sosyal-iktisadi-siyasi alanda yeniden filizlenmekten geçiyor.
Onur ÖTKÜR
İstanbul Aydın Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
UİÇ Avrasya Çalışmaları
Yazar: Yrd. Doç. Dr. RAMAZAN KURTOĞLU
Yayın: Sinemis Yayınları
Yılı: Kasım 2011
Baskı: II