Türk Siyasal Hayatı’na Dair Yapısal Sorunlar

Seçim sürecinin sona ermesinin ardından Türk Siyasal Hayatı’nın mevcut durumuna ilişkin birtakım çıkarımlar yapılması zorunlu hale gelmiştir. Zira seçim süreci öncesinde ve esnasında yaşanan birtakım gelişmeler, insanları, liderleri, siyasetçileri ve siyasal partileri birbirlerinden uzaklaşmaya itmiştir. Türkiye, Batılı demokrasileri örnek alarak modernleşme sürecini sürdürmeye çalışmasına karşın, özellikle toplumsal ve siyasal değişim aralıklarında Doğulu toplumlara özgü duygusallık, kolaycılık ve benmerkezcilik eğilimlerinden yakasını kurtaramamaktadır. Tüm bu faktörler, geniş çaplı bir siyasal ve toplumsal değişim sürecinden geçmekte olan Türk Siyasal Hayatı’nın bünyesinde barınan yapısal sorunlar ile birleşince siyasal uzlaşı ve ortak hedeflerde birleşebilmek çok daha güç hale gelmektedir.

Her şeyden önce, Türkiye’de düzenlenen seçim kampanyalarının problem çözme üzerine odaklanmaktan çok diğerlerini yıpratabilmek üzerine kurulu olduğunu ve Türk halkının da bu tarz bir siyasal kampanyayı çok daha ilgi çekici bulduğunu söyleyebiliriz. Seçim meydanlarında toplanan insanların belli sloganlar üzerinden kendilerine muhalif siyasal partilere ve liderlerine yönlendirdiği ortak tepkiler, o seçim meydanının dolmasını sağlayan siyasal partinin halka verdiği vaatlerden çok daha fazla ilgi çekmektedir. Bu durum o kadar sağlıksız bir hal almıştır ki, insanlar adeta tribünleri doldurmuş futbol seyircileri gibi tezahüratlar yaparak ve tüm kampanyayı kişisel anlaşmazlıklara ve yetersizliklere referans verecek şekilde dizayn ederek, insanları o meydanda toplanmaya iten siyasal partinin ve liderinin işini kolaylaştırmaktadırlar. Hemen her siyasal parti gittikleri şehirlerde alanları doldurabilmek ve halkı galeyana getirerek, projelerden çok diğer partileri ve onların liderlerini itham edebilmek için, belli kişileri ve kuruluşları kendi seçim kampanyalarına dâhil etmektedirler. Bu süreç esnasında, alanda toplanan coşkulu ve bir o kadar da partizan kalabalığın önünde, kendilerini kaybeden siyasal parti liderlerinin ağızlarından oldukça duygusal, mantıksız ve demokratik bir ülkenin siyasal jargonunda asla yer almaması gereken ifadelerin çıktığını görüyoruz. Bu durum hem iktidar hem de muhalefet partileri için geçerli olması gereken bir gerçekliği yansıtmasına karşın, iktidarda bulunan partilerin ve onların temsilcilerinin çok daha dikkatli ve sağduyulu olması gerektiği de ortadadır. Bu ifadeler siyasal kutuplaşmayı arttırarak toplumsal hassasiyetleri yaralayacak türden olduğunda büyük bir soruna yol açmaktadır. Seçim sürecinin sonlanmasının ardından patlayan helalleşme-hesaplaşma krizinin arkasında da, siyasal parti liderlerinin yukarıda ifade etmeye çalıştığımız çarpık pragmatik anlayışları yatmaktadır. Yeni bir anayasa yapmayı amaçlayan ve bu nedenle de toplumsal uzlaşı düzeyi en üst düzeye yükselmesi gereken Türkiye’nin, söylem düzeyinde yaşanan, ancak belli kesimlerin ciddi anlamda kutuplaşmasını da beraberinde getiren helalleşme-hesaplaşma krizini aşabilmesi hiç kuşkusuz kolay olmayacaktır. Türkiye’deki bu çarpık propaganda anlayışının düzeltilebilmesi ve seçimlerde yarışan siyasal anlayışların birbirlerine düşman gözüyle bakmasının engellenebilmesi için, halkın eğitim seviyesinin ciddi anlamda yükseltilebilmesinin yanında, siyasal partilerin ve onların liderlerinin psiko-sosyal bir eğitim almaları zorunlu olmalıdır. Bunun yanı sıra Yüksek Seçim Kurulu’nun, siyasal propagandaları yakından izleyerek belli kriterlere aykırı hareket eden siyasal aktörleri cezalandırması da önemli bir çözüm yolu olacaktır.

Seçim sürecinin yeniden ortaya koyduğu bir diğer yapısal sorun, Türk Siyasal Hayatı’na egemen olan partilerdeki lider sultasıdır. Zira siyasal partilerin üst yönetimlerinin, milletvekili adaylarının ve üzerine gidilmesi gereken hedeflerin dahi lider tarafından “tek adam” usulüyle belirlenmesi, siyasal anlamda bölgesinde bir model ülke olmayı hedefleyen Türkiye’de oldukça büyük bir demokrasi açığı olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu yapısal sorunun aşılabilmesi için, siyasal partilerin belli bir kişi ya da grup tarafından tamamıyla sübjektif bir askeri disiplin altına alınmasının önüne geçilmeli ve kişi partisi değil, toplum partisi olabilecek bir yapısal kurgunun oluşturulabilmesi gerekmektedir. Eğer bir bölge halkı kendi milletvekili adayını kendisi belirleyemiyorsa, ya da siyasal partiye kayıtlı olan delege kendi hür iradesi ile parti yönetimini seçemiyorsa, o partinin ya da siyasal hareketin ciddi sorunları var demektir. Bu tarz bir çarpık anlayışa sahip siyasal hareketlerin Türkiye’yi demokratik nizamların elverdiği ölçüler içerisinde yönetebilmesi mümkün değildir. Bu sorunun aşılabilmesi için siyasal partiler kanunun Avrupai ölçüler dikkate alınarak ve demokratik yönetim anlayışının gereğine uygun olarak değiştirilmesi gerekecektir. Bu değişim, siyasal partileri kişilere bağımlı kılmaktan kurtaracak ve Türkiye’nin de belli bir geleneğe sahip uzun ömürlü siyasal partileri olacaktır. Yani Türkiye siyasal parti mezarlığı olmaktan kurtulacaktır. Yeni oluşturulacak olan anayasada siyasi partiler yasasının yanı sıra seçim barajının da kaldırılması ya da makul bir orana indirilmesi zorunludur. Zira anlamsız şekilde yüksek olan seçim barajı halkı, desteklesin ya da desteklemesin, belli partilere oy vermeye zorunlu kılmakta ve temsilde adalet ilkesi zedelenmektedir. Türkiye’nin istikrar ve siyasal temsil arasındaki denge noktasında, siyasal temsili arttıracak ve halkın gerçek tercihlerinin meclise daha fazla yansımasını sağlayacak düzenlemeleri yapması zorunlu hale gelmiştir. Nitekim mecliste temsil edilemeyen ya da belli adreslere yönlendirilen vatandaşların demokrasiye olan inancının sarsıldığı ve umutsuz bir bekleyiş içerisine sürüklendikleri de ortadadır.

Türkiye’nin en önemli siyasal problemlerinden biri de, etnik köken merkezli siyasetin yükselişe geçmiş olmasıdır. Toplumsal ayrım çizgilerini daha da derinleştiren ve insanların birbirlerine olan yaklaşımlarını olumsuz bir çizgiye iten etnik köken merkezli siyaset, hem demokrasinin lafzına aykırıdır, hem de çok sayıda etnik grubu bünyesinde barındıran Türkiye için ciddi bir gelecek kaygısının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Tabii etnik köken merkezli siyasetin ortaya çıkmasının en önemli nedenleri, Türk siyasetine egemen olmuş ve olan siyasal partilerin toplumun tümüne hitap edecek uygulamaları gerçekleştirememiş ve toplumsal yabancılaşmanın önüne geçememiş olmalarıdır. Türkiye, demokrasi ile güvenlik ayrımı noktasındaki tercihini her zaman güvenlikten yana kullandığı ve kendi vatandaşlarının sağduyusuna ve istemlerine güvenmediği için bugün etnik köken merkezli siyasetin yükselişine tanıklık etmektedir. Ne var ki, Türk Siyasal Anlayışına yön veren parti ve liderler bu durumun ayırdına varmış değildirler. “Barış ve Kardeşlik Projesi” adı altında Kürt kökenli vatandaşlarına yönelik açılımlar gerçekleştirmeye çabalayan Türk Siyasal Aklı’nın, bu halkın önemli bir bölümünün temsilcisi olduğu artık su götürmez bir gerçek olan BDP’yi baraj sorunu ile baş başa bırakması, anlaşılmaz bir siyasal hataya işaret etmektedir. Bu noktada unutulmaması gereken en önemli unsur, demokratik kısıtlamaların etnik farkındalığın artmasına neden olduğu ve bu durumun çok tehlikeli bir umutsuzluğa işaret eder hale geldiğidir.

Türkiye’de demokrasinin gelişmesi hep korkuyla karşılanmıştır. Özgürlükçü bir karaktere sahip olan 1961 Anayasası’nın 12 Mart 1971’de geniş kapsamlı bir tırpanlanma ile iğdiş edildikten sonra 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe sonrası yürürlükten kaldırılması bunun en net örneğidir. Bugün gelinen noktada demokrasinin ileri bir seviyeye vardırılması için ortaya atılan projeler ve özellikle yeni anayasa tartışmaları, başta etnik temelde hareket eden halk toplulukları ve siyasal süreç içerisinde sürekli olarak baskı görmüş kesimler olmak üzere, Batı toplumlarına özgü evrimsel bir çizgiden uzaklaşılarak devrimci bir anlayışın benimsenmesine neden olmaktadır. Ne var ki, Türkiye’nin mevcut siyasal yapısı ve halkın siyasal işleyiş hakkındaki genel bilgi seviyesi devrimci siyasal çizginin Türk toplumunun genel karakteristiğine uymadığını göstermektedir. Bu nedenle siyasal iktidar her şeyi belli bir plan dâhilinde ilerletmek zorundadır. Kısa vadede siyasi partiler ve seçim yasasının değiştirilmesi, uzun vadede ise toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak bir uzlaşma anlayışı gözetiminde anayasanın değişikliğe uğraması temel düstur olmalıdır.

 

Göktürk Tüysüzoğlu

Giresun Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...