Ders esnasında çeşitli tahta materyalleri sivrilterek büyük bir ustalık ve ciddiyetle “kelebek” gibi kesici aletler yapan, okulda yaptıkları veya okula dışarıdan getirdikleri kesici cisimlerle kendilerine ve arkadaşlarına zarar veren, kalemle “şaka” olsun diye bir diğerinin yüzünü çizen, “oyun” olsun diye arkadaşlarına vuran çocuklar… Bu çocuklar daha 13-14 yaşlarında. Onları bu “şakalara, oyunlara” iten nedir peki? Suça mı meyilliler yoksa suça mı itildiler? Çalışması ne kadar zor bir konu olsa da bu konuyu ele almanın gerekliliği tartışılmaz bir boyutta.
Çocuğun suç olgusuyla ilişkisini araştıran literatür, suça itilmesini sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik, fizyolojik ve zihinsel faktörleri ele alarak değerlendirmektedir. Batı literatüründe “Juvenile Delinquency” olarak geçen kavramın Türkçe’de tam karşılığı “reşit olmayanın suçluluğu”dur fakat ülkemizde genellikle bu olgu “Çocuk Suçluluğu” olarak kullanılmaktadır ve bu tanım hem çocukluk hem de ergenlik döneminin büyük bir kısmını kapsamaktadır (Bayındır, Özel ve Köksal, 2007). Öte yandan birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi Türkiye’de de herhangi bir suç durumuna karışan çocuk için “suçlu çocuk” ifadesi yerine “suça itilen/sürüklenen çocuk” ifadesinin kullanılmasına özen gösterilmektedir. Çünkü çocuk suçluluğu kavramı bir önyargıyı içinde barındırmaktadır. Suç belirli bir irade doğrultusunda işlenirse suç sayılmaktadır, iradesi dışında suç işlemek ise rasyonel bir durum değildir. Çocuk suçu bilinçli ya da kasti bir şekilde işlememektedir. Onlar, korunması gereken varlıklardır fakat yetişkinler onları sömürmekte ve suçlu konuma düşürmektedir (Çopur, Ulutaşdemir ve Balsak, 2015). Bu bağlamda çocuk suçluluğu olarak nitelendirilen kavram aslında bir çocuk istismarıdır.
Toplum bilimlerine göre “suç” kültürel, toplumsal ve bireyin yaşadığı çevresel faktörlerin kötü bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ceza hukukuna göre ise “suç” yasaların cezalandırdığı davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla suç olgusu insanların gruplar halinde yaşamaya başlamasından itibaren toplumsal bir sorun olarak ele alınmaktadır (Bayındır, Özel ve Köksal, 2007). Çocuk suçluluğu, daha doğru bir tabirle çocukların suça sürüklenmesi de dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de sadece hukuksal değil aynı zamanda toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Suç, çocuğun kişilik yapısı, yetenekleri, çevresel etkenler, yetiştiği aile yapısı ve yaşam koşulları gibi etmenlerin ortak bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle düşük gelirli, eğitim düzeyi düşük, kötü barınma koşullarına sahip ailelerin çocuklarının daha çok suça itildikleri görülmektedir (Çopur, Ulutaşdemir ve Balsak, 2015). Uzman Psikolog Merve Demir, çocukken şiddete maruz kalan bireylerin suç işlemeye daha meyilli olduklarını, çocukluk travmalarının suç olgusu üzerinde oldukça etkili olduğunu dile getirmiştir. Demir, suça yönelmiş çocuklarda davranış bozuklukları, alkol ve madde bağımlılığı, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu gibi tanılara sık sık rastlandığını da verdiği demeçte ifade etmiştir. Özellikle ailede çocuk sayısı arttıkça ebeveynlerin çocukların ihtiyaçlarını karşılama oranında düşüş yaşanır ve gereksinimleri karşılanmayan çocuklar farklı baş etme stratejilerine başvurarak suça sürüklenebilir. Ayrıca baskıcı, tutucu tavırlar sergileyen ailelerin çocuklarının da saldırgan tavırlar sergilediklerini dile getiren Demir, bunun tam tersi, çocuğu aşırı serbest bırakan ailelerin çocuklarının da kuralları öğrenemeyeceğini ve dolayısıyla suça sürüklenebileceklerini konuşmasına eklemiştir (Yeni Şafak, 2017).
Göç eden ailelerin çocuklarının da büyük oranda suça itildikleri metropol kentlerde karşımıza çıkan bir diğer toplumsal sorundur. Sanayi devrimi ile birlikte kırsaldan kente göçün artmasıyla kentlerdeki lüks, pahalı yaşama ayak uydurma problemlerinin ortaya çıkması çocukların suça itilmesinde önemli bir faktördür. Göç sürecinde alışılmış çevreden kopma, ekonomik yoksunluklarla başa çıkma, manevi destekten yoksun kalma gibi durumlar da suça sürükleyebilmektedir (Yeni Şafak, 2017). Risk altındaki çocukların öncelikle sokağa düştükleri ve kötü çevrelerle etkileşime girdikleri daha sonra da cezai sorumluluk yaşıyla birlikte ıslahevi veya cezaevine düştükleri görülmektedir (Çopur, Ulutaş ve Balsak, 2015). Çocukların bu riskten kurtulabilmeleri için okullarda tutulması, sokağa düşmelerinin engellenmesi gerekse de olumlu okul şartlarının da sağlanması gerekmektedir. Ailenin çocuğun gereksinimlerini karşılayamaması durumunda bu görevi okulun üstlenmesi gerekmektedir. Düzenli okula gitmek çocuğun okul dışındaki kötü çevrelerden uzaklaşmasını sağlayabilir fakat okulda karşılaşılan sert disiplin ve kat kurallar çocukların topluma karşı saygısının azalmasına ve dışarıya yönelmesine zemin hazırlayabilir. Çocuğun akranları tarafından dışlanması, bir gruba dahil edilmemesi onun suça yönelme olasılığını artırabilmektedir. Diğer yandan arkadaş grubunda suça eğilimli ve saldırgan davranışlar sergileyen çocukların bulunması çocuğu olumsuz etkileyen bir diğer faktör olarak karşımıza çıkmaktadır (Yeni Şafak, 2017).
Yapılan çalışmalar göstermektedir ki çocuğun suça sürüklenmesinde en az pay bireysel faktörlere aittir. Çocuk doğduktan sonra ilk olarak aile ile daha sonra da çevreyle etkileşime girmektedir. Sorunlu aile yapısı ve kötü çevresel koşullar çocukların suça itilmesinde önemli bir yere sahiptir. Bu noktada alınması gereken bazı önlemler bulunmaktadır ve sivil toplum kuruluşları ve devlet yapılarının birlikte çalışması önem kazanmaktadır. Bireysel müdahalelerin ötesinde topyekûn çalışmalar bu bağlamda önem arz etmektedir. Her geçen gün artan çocuk suçluluğu olgusunun önüne geçilmesi için rehabilitasyon uygulamaları yürürlüğe konulmalıdır. Aslına bakılırsa 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu bu konuyla alakalı düzenlemeler yapmış olsa da altyapı yetersizliği nedeniyle uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Çocuklar suça itilmeden önce önlemler alınması önem arz etmektedir ama ne yazık ki çocuklar suça karıştıktan sonra uygulamalara dahil edilmekte ve bu çocukların suça sürüklenmesini engellemede yetersiz kalmaktadır (Bayındır, Özel ve Köksal, 2007). Bu bağlamda yerel yönetimlere ciddi sorumluluk düşmektedir. Yerel yönetimler toplumun ihtiyaçlarını tespit etme ve bu konuda çalışmalar yapmada öncelik olmalıdır. Şiddete veya istismara maruz kalan çocukların yerel yönetimlerce tespit edilmesi, göç eden ailelerin çocuklarına yönelik uygulamaların yapılması ve onlara yönelik psikolojik destek sağlanması önem arz etmektedir (Çopur, Ulutaş ve Balsak, 2015).
Çocuklar toplumun geleceğidir ve desteklenen her çocuk topluma kazandırılmış sağlıklı bireyler demektir. Unutulmaması gerekir ki suç işleyen çocuk yoktur, suça itilen çocuk vardır.
Bennur ÖZTÜRK
TUİÇ Sosyoloji Çalışmaları
Kaynakça:
Bayındır, N., Özel, A. ve Köksal, E. (2007). Çocuk Suçluluğu Demografisi: Kütahya Şehri Örneği. Polis Bilimleri Dergisi, 9(1-4), 95-108.
Çopur, E., Ulutaşdemir, N. & Balsak, H. (2015). Çocuk ve Suç. Hacettepe University Faculty of Health Sciences Journal. Uluslararası Katılımlı 3. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Kongre Kitabı.
Yeni Şafak. (2017). Çocukları Suça İten Nedenler. Erişim Adresi: https://www.yenisafak.com/hayat/cocuklari-suca-iten-nedenler-2808616 (Erişim Tarihi: 02.01.2023).