Şiddet Ve Psikopolitika-Araçsallaşan Korkunun Şiddete Dönüşümü

Özet

Devletlerin gerek iç ve dış gerek uluslararası politikasının birincil önceliğinin ‘’Terörle Mücadele’’ olduğu günümüz uluslararası alanda, devletler terörle mücadele adı altında politikalar yürütüyor, gücü yetebilen bir diğerinin toprağına giriyor, savaşlar yapılıyor…

Terörizm olarak tanımlanan bu küresel sorunu çözme süreci sonucunun da küresel boyutlara ulaşması, birçok akademisyeni Terörizmle ilgili araştırmalar yapmaya itmiştir. Bu alanda yapılan çalışmalardan birçoğu Terörizmin sebeplerini anlamaya yönelik olmakla beraber, halen de devam etmektedir. Ben de bu çalışmamla başta Terörizm tanımlamasını irdelemekle beraber, büyük toplumsal travmalara yol açan ‘’Terörizme’’ neden olan etkenlere; şiddeti tetikleyen sebeplere ilişkin geliştirilmiş Terör Yönetimi Kuramı ve Sosyal Kimlik Kuramı çerçevesinde dikkat çekeceğim. 

Giriş

Terör, Latince kökenli Fransızca bir sözcük olup, ‘’korkudan titreme’’ anlamına gelmektedir. Klasik tanımıyla ‘’toplumda endişe, korku, huzursuzluk, güvensizlik ve karmaşa yaratan fiziksel ve psikolojik şiddet içeren her türlü eylem’’ olarak bilinmektedir.

Terör terimi ilk kez Fransız ihtilali sırasında uygulanan şiddet olayları için kullanılmıştır. Fransız Devrimi’nin ilk yıllarında Fransa’da yürütme yetkisine sahip Convention, ülkenin dış güçler tarafından işgal edilmesinden duydukları endişeden ve içteki sivil huzursuzluğun devrime zarar verebileceğini düşündükleri için olağanüstü önlemler alma gereği görürler. Bu amaçla kamu güvenliğinden sorumlu komiteyi (Comité de salutpublic) neredeyse diktatörlüğe varan yetkilerle donatırlar. 5 Eylül 1793 günü Convention, bir bildiri ile devrim karşıtlarına karşı Terörü (la Terreur) açıklar: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, Terörü başlatın!” Kamu güvenliğinden sorumlu komitenin başındaki Maximilien Robespierre terörün ateşli bir savunucusu olacaktır ve görevlendirilmesinden bir yıl sonra, 28 Temmuz 1794 günü despotluk suçundan idam edilene kadar binlerce kişinin infazına öncülük edecektir. Bu olay, yargısız karar verilen idamlara kadar giden uygulama şekli ve halk üzerinde bıraktığı korku ile tarihe devlet eliyle gerçekleştirilmiş bir terör örneği olarak geçer.

Ne var ki zamanla ‘’izm’’ ile siyasi bir içerik kazandırılan terörizm, resmi tanımlara göre: ‘’Bir ideoloji etrafında, mevcut sistemi şiddet yoluyla tahribe yönelmiş, yani mevcut siyasi iktidarı ve rejimi hedef alan faaliyetlerdir.’’ şeklinde tanımlanmıştır. Buna göre terörizm bir devleti hedef alabilir, ancak bir devlet tarafından yürütülemez![1] Terörist kelimesinin kullanımındaki saiklere işaret eden Tomis Kapitan şöyle diyor: ‘’Terörist kelimesi, atfedildiği kişileri ya da grupları gayri-insanileştirir, iletişim kurulması imkansız insanlar olarak gösterir. Onları bu eyleme sürüklemiş olabilecek politikaların göz ardı edilmesine neden olur. Bu kişi ya da gruplara karşı şiddet kullanılmasının önünü açar ve insanların korkularını istismar ettiği için, devlete tam bir hareket serbestisiyle davranma olanağı sağlar.’’[2] 11 Eylül olayları sonrası yaptığı bir konuşmasında Bush, bundan sonraki birincil hedeflerinin ‘’terörle mücadele’’ olacağını söylemiş ve ABD bundan sonraki politikalarını ‘’terörle mücadele’’ adı altında yürütmüştür: Olaylar sonrası Afganistan ve Irak’ı işgaline getirdikleri ‘’terörizm ve onunla mücadele’’ tanımlamaları ile yasal zemin hazırlamış ve bundan sonra, uluslararası hukuku hiçe sayan ve ‘’korku ve dehşet’’ uyandıran politikalar yürütmüştür.

Anarşik bir yapıya sahip uluslararası alanda güvenliği ve de barışı korumak adına oluşturulan uluslararası hukukun, yine aynı güçlerce hiçe sayılması da Foucault’nun iktidar ve bilginin karşılıklı birbirini desteklemekte olduğu düşüncesini doğrulamaktadır. Bilgi- iktidar ve soybilimsel yaklaşımı göz önüne aldığımızda, post-yapısalcılığın önemli görüşlerinden bir tanesi, uluslararası ilişkilerde ele alınan birçok problem ve meselenin sadece epistemolojik ve ontolojik boyutlara sahip olmadığı; aynı zamanda iktidar ve otoriteyle ilişkili olduğudur.[3] Yani bilgi üretim süreci bilişsel değil, normatif ve siyasi bir meseledir; güçlü olan tarafından üretilir ve yine ona hizmet eder. Öyle ki ABD’ye yapılan saldırılar, ABD’nin, hatta küresel jeopolitik düzenin tarihinde çarpıcı bir dönüm noktası olmuş[4] ve terörizm uluslararası- küresel sorunların orta yerine oturmuştur.

Varoluşsal Kaygı ve Şiddet: Terör Yönetimi Kuramı

Modernizmle beraber gelişen ve hızla ilerleyen teknolojinin, iletişimde sağladığı kolaylık, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir olayın kilometrelerce uzakta olan başka bir yerde de etki yaratabilmesine, dolayısıyla ulusal- küçük çapta bir olayın ya da sorunun büyüyüp uluslararası küresel bir sorun haline gelmesine neden olmuştur. Ulus-devletlerin ortaya çıkışıyla, ilk kez, devlet eliyle(Fransız Devleti) uygulanan şiddetin tanımlanmasında kullanılan Terör eylemlerinin, küreselleşen dünyada artık hızla yayılabiliyor ve yankı uyandırabiliyor olması akademisyen ve araştırmacıların Terörizmle ilgilenmeye ve bu konuda araştırmalar yapmaya yöneltmiştir. Fazlaca Güvenlik ve Terörizm çalışması olmakla birlikte, birçok araştırmacı, birey ya da grupları şiddet eylemlerine iten sebepleri, Terörizmin altında yatan psikolojik etkenleri araştırmıştır ve bu yönde kuramlar geliştirmiştir. Bunlardan biri, kişileri terörize eden psikolojik kaygılara dikkat çeken Terör Yönetimi Kuramı’dır.

İnsanların ölümlü olduklarının bilincinde olmalarının onlarda bir terör yarattığını ifade eden Terör Yönetimi Kuramı, Jeff Greenberg, Tom Pyszczynski ve Sheldon Solomon tarafından, Ernest Becker’in ‘’The Denial of Death (Ölümü İnkar, 1973)’’ adlı eserinden esinlenerek, 1986 yılında ortaya atılmıştır. Kuramda, insanoğlunun kendini diğer canlı türlerinden ayıran özelliklerinin olumlu ve olumsuz yönlerine dikkat çekilmektedir. Gerçekte insan aklı ve bu aklın kendine sağladığı farkında olma yeteneği, ona birçok avantaj sağlarken aynı zamanda kendisine oldukça sıkıntı da verebilmektedir. Çünkü aklı sayesinde insan, yaşadığının ve varolduğunun farkında olduğu gibi ölümlü olduğunun da farkında olur ve bu onda ruhsal bir terör yaratır. Yani insanoğlu, kendisine sunulan idrak edebilme yeteneğinin bedelini, ölümlü olduğunun farkındalığıyla ödemektedir.[5] Dolayısıyla bilinç seviyesi yükselen insanlar, bu ölümlülük duygusunu aşmak ve içlerindeki terörü engellemek için daha büyük bir şeyle özdeşleşme ihtiyacı duyarlar; bu da genellikle dünya görüşleri olur. Çünkü ölümlü olduğu bilgisi her bireye varoluşsal bir kaygı vermektedir ve davranışsal terör, bu kaygının bireyin içinde yarattığı terörün dışarıya yansıtılmasıdır.

Tehdit ve belirsizliklerle dolu bu dünyaya doğduğumuz ilk andan itibaren dünyayı anlamanın, olup bitenleri açıklamanın telaşının zihnimizi allak bullak ettiğini, çünkü zihnimizin her şeyi anlamlandırmaya programlanmış olduğunu ve birbiriyle uyumsuz, çelişkili ve çatışmalı bilgileri aynı anda geçerli bilgi olarak kodlayamadığını ifade eden psikiyatri profesörü Süheyla Ünal’a göre, zihnimiz, bunun yaratacağı bilişsel çelişkiyi bir şekilde gidermeye çalışır. İnsan belirsizlik durumunda en ideal olanı yapar, durumu kolektif olarak tanımlar ve sosyal bir geçerlilik alanı yaratır: Çok sayıda insanla benzer olduğunu kurgular, bu da bireye emniyet duygusu verir, öz saygısını arttırır ve olumlu bir kimlik duygusu oluşturur. Ancak zamanla başka gruplarla karşılaşır ve özellikleri karşılaştırır. Başka dünya görüşlerinin varlığından haberdar olan bireyin, görüşünü yanlışlayan, kendi dünya görüşlerini alçaltıcı davranışlar sergileyen diğerlerine kızgınlığı artar; çünkü bu, kendi görüşünün kesin doğru olmayabileceği bilgisini içerir ve dünya görüşü yanlışlanan birey evrene yüklediği anlamı yitirir. Çevrelerindeki diğer insanların kendilerininkinden farklı inançlara sahip olması, yaşamın anlamlı olduğu düşüncesini tehdit ederek bireylerin kendilerine güvenlerini düşürür ve bireyler, bu olumsuz duygudan kurtulmak için farklı yollar izlerler: Diğerlerinin inançlarını ve düşüncelerini reddedebilirler; bu inançları ve inançların sahiplerini küçümseyebilirler; ya da bu farklı inanç sahiplerini kendi inançlarına çekmeye çalışabilirler.[6]

ABD’deki 11 Eylül saldırısının üzerinden iki hafta geçtikten sonra, ABD’deki bir üniversite kampüsünde yapılan bir araştırmada, katılımcıların 11 Eylül saldırısına karşı gösterdikleri reaksiyon incelenmiştir. Araştırmada, bu kişilerin şok içerisinde oldukları, hayatın anlamını sorguladıkları, daha çok birbirleriyle konuşarak zaman geçirdikleri ve Arap Müslümanları bağnazlıkla suçladıkları tespit edilmiştir. Bu araştırmadan elde edilen en önemli bulgu ise; kişiler arası iletişimin mevcut endişeyi, başka bir deyişle bireyin içinde yaşadığı terörün elimine edilmesi (saf dışı bırakılması ) veya azaltılmasında önemli bir etken olduğudur.[7]

Diğer taraftan, Terör Yönetim Kuramı’nın öne sürdüğü ‘’her şeyin ölümün getirdiği endişeyi engellemede kullanılabileceği’’ düşüncesini bir ironi olarak değerlendiren Baron, dünyanın birçok yerindeki teröristlerin, bu endişeden kurtulmanın yerine, kendileri gibi düşünmeyenleri yok etmek için ölüme gidebildiklerini belirtmektedir.[8] Baron’a göre, bu kişilerin düşüncesi; ait oldukları grubun devamlılığını kendi varlıklarının devamlılığından daha önemli görmeleridir. Kuramın, üniversite öğrencilerinden veri toplanarak yapılan yaklaşık yüz elli küçük ölçekli çalışmanın sonuçlarına bağlı kalarak geliştirilmiş olması da kurama yapılan başlıca eleştiridir. Yapılan bir diğer eleştiri ise, grup etkisine yöneliktir. Yine Baron’un da belirttiği gibi, grubun rolü yeterince açıklanmamış ve her şeyin bireysel motivasyondan kaynaklandığı belirtilmiştir. Ancak, kişisel davranışın açıklanmasında grup etkisinin iyi tespit edilmesi gerekir.

Toplumsallaşan İnsan: Sosyal Kimlik Kuramı

İlkel çağlarda, vahşi doğaya karşı kendini koruma içgüdüsüyle, türdeşleriyle bir araya gelen insanlar için, zamanla, belirli bir grubun üyesi olma, ‘’bireyin benlik kavramının bir parçası olan ve sosyal bir gruba üyeliği ve bu gruba üyeliğin beraberinde getirdiği algısal ve bilişsel temelleri ifade eden’’[9] sosyal kimlikleri tanımlar oldu ve benlik kavramının önemli bir parçası haline geldi.

Çoğu zaman kendilerini üyesi oldukları gruplar ile tanımlayan, diğer gruplar tarafından da bu şekilde tanımlanan bireyler, kişisel özelliklerini grubun değerleri içinde eriterek grubun normlarına uygun davranışlar sergilemeye başlarlar. Sosyal Kimlik Kuramı’na göre, toplum içerisinde bireyler, belirli özellikleriyle farklı bir grubun üyesi olabilir ve bazen de kendi iradeleri dışında, söz konusu özellikleri nedeniyle diğer insanlar tarafından bir grubun üyesi olarak değerlendirilebilirler. Örneğin[10] büyük çoğunluğu belirli bir etnik kökenden gelen vatandaşlardan oluşan bir ülkede, farklı bir etnik kökene sahip olan bireyler, sahip oldukları bu özellikleri nedeniyle, etnik bir grubun üyesi haline gelmektedirler. Böyle grupların yer aldığı toplumlarda, “biz” ve “onlar” yaklaşımının ortaya çıkması, sosyal kimlik kuramında işaret edildiği gibi, olasıdır ve oldukça kolaydır. Etnik kimlik gibi belirli bir özellik, toplumun normları ve değerleri gereği ön planda olan bir özellikse, etnik kökene dayanan gruplar arasında çatışma ve ayrımcılık muhtemel hale gelmektedir. Terörizm ise, bu çatışmanın en uç noktasını ifade etmektedir. Oslo’da 2003 yılında yapılan ‘’Terörizmin Kökenleri’’ başlıklı konferansta belirtildiği üzere; Demokrasi, kişisel özgürlükler ve hukuk kurallarının yetersizliği, etnik- dini ayrımcılık, sosyal adaletsizlik, uç noktalardaki dini ve laik ideolojiler vs. gibi durumlar terörizmin ortaya çıkışına sebeplerdir. Tetikleyici sebepler ise ayrımcılığa uğrayan ve yas tutan bir alt grubun varlığı, politik faaliyetlerde yer alamama, kimlik gelişimi için güçlü bir gruba ihtiyaç duyma ve devletin şiddet uyguladığı katalizör olaylar (İrlanda’da yaşanan ‘’kanlı Pazar’’ olayı gibi) olarak tanımlanmıştır.[11] Örneğin Esman, ortak bir kimlik olarak etnik kimliğin tanımlanmasının birçok ‘’terörist örgütün’’ temelini oluşturduğunu ileri sürmektedir.[12] Modernizmle özdeşleşen bir ulus-devlet oluşturma çabasıyla, hakim bir etnisite, din, mezhep veya başka bir grupsal olguya dayanarak, toplumu homojenleştirme sürecinde çok sayıda gelenek ve kültür ya soykırım ya da asimilasyon yöntemiyle yok edilmeye çalışılmış, ancak tüm tarihsel varlıkların, kültür ve geleneklerin ‘’tek dil, tek bayrak, tek kültür’’ milliyetçiliğine kurban edilmesi demek olan bu süreç halk isyanlarına ve halkın içinden ‘’terörist grupların’’ ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Burada terimin ya da kavramın siyasi açıdan taşıdığı göreliliğe de dikkat çekmek gerekmektedir. Öyle ki devlet tarafından terörist kabul edilen grup, içinden çıktığı ve haksızlığa uğrayan halk için özgürlük savaşçılarıdır. Diğer yandan, bütün dikkat çektiğim noktalar; incelendiğinde, bunların bireyler ve gruplar üzerinde psikolojik etkilerinin olabileceği; geniş gruptan etnik, dini gibi çeşitli nedenlerle ayrılan bir alt grubun varlığı ve uğradıkları ayrımcılığın, aşağılanmanın, sosyo-kültürel gelişmişlikten yoksunluğun grupta yarattığı öfkenin şiddete dönüşmesine sebep olabilir. Böylece toprakları istila edilmiş, dilsizleştirilmiş halklar, kendilerini boğan şiddet sarmalından, istilacıları gibi, daha fazla şiddetle kurtulabileceklerini düşünürler.[13]

Sonuç

Aslında burada dikkat çekmek istediğim nokta; terörizmi yaratanın da onunla savaşanın da devletlerin kendisinin olduğudur. Devletlerin bu şizofrenik yapısı, Klein’in ileri sürdüğü ‘’devletlerin ontolojik yapısının oluşumunda şiddetin olmazsa olmaz bir unsur olduğu’’[14] savında bir parça anlaşılabileceği gibi, karşı bir şiddete neden olabildiği gerçeği de kabul edilmelidir. Çünkü varoluş kaygısının neden olduğu şiddet, yine benzer bir korkunun tetiklediği karşıt bir şiddeti doğurur. Öyle ki 11 Eylül’ün teröre karşı mücadeleye neden olduğunu söylemektedirler. Sanki 11 Eylül, bir nedene sahip olmayan bir ‘’nedenmiş’’ gibi veya Judith Butler’ın ifadesiyle, sanki 11 Eylül olaylarının öncesinde tarihi bir süreç yokmuş gibi.[15] Bu yaklaşım, olayın anlaşılması için gerekli olan önemli bir tarihi süreci görmezden gelmektir. Kaldı ki, modern anlamda, şiddetin yaratıcıları ve de ‘’terörizmin’’ üreticilerinin -her ikisi de aynı güçlerin ürünü- aslolan emperyal hedeflerine ulaşmak için öne sürdükleri sebepler sudan, tahmin edileceği üzere yarattıkları sonuçlar da sorumsuz ve duyarsızca olabilmektedir. 2,974 kişinin öldüğü, 24 kişinin ise kayıp olarak listelendiği 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’nın Afganistan ve Irak’a girmesiyle başlayan olaylar sonucunda sadece Afganistan’da, daha az olduğu iddialarının yanında, 3,700 ve belki de 5,000 sivilin hayatını kaybettiği ileri sürülmüştür. Ancak Amerika’nın her fırsatta ekranlarda dile getirdiği saldırıların sonuçlarına, Amerikan toplumunda yarattığı travmaya karşılık, Afganistan’da  ölen insanların, oralardaki kaosun görmezden gelişi ise terörizm tanımlamasının kişileri gayri-insanileştirdiği savını doğrulamaktadır. Ölümü ilan edilmeyen, yası tutulmayan ‘’teröristler’’ değersizdir, bu yüzden korumaya değer yaşamları da yoktur.[16]

Ancak öyle görünüyor ki şiddete yönelten psikolojik sebepler, şiddeti anlamlandırmada da aklı dışarda bırakabilmekte ve toplumun, çıkar gözeten hakim güçlerin bu yöndeki politikalarını göz ardı edebilmelerinin de önüne geçebilmektedir. Sonuç olarak, ne zaman aşırıya kaçan ya da olağanın dışına taşan bir davranış anlamlandırılmaya çalışılsa, insan psikolojisinin karşısına çıkan zorluk şu olmaktadır: Gördüğümüz şey nitelik ve önemini sonradan anlayabildiğimiz birbiriyle bağlantılı birçok etkinlik ve olayın sadece sonucunu yansıtmaktadır. Terör saldırılarının sebep olduğu yıkımın miktarı ve bu saldırılara maruz kalan insanların ıstırabının derecesi gibi sahneler, televizyon ortamında,  zihinlerimizde uzun süreli etki yaratabilmek amacıyla dramatize edilmektedir. Bu saldırıların sorumlularını anlamaya çalıştığımızda ise algılarımız genelde bu drama demirlenip kalmaktadır.[17] Bu algı ise, kitleyi, algıyı yönetebilen devletin mevcut düzenine yaklaştırmaktadır.

Toplumun, güvenliği sağlamak için, bir araç olarak kurduğu devlet; sosyal kimliklerin oluşumu, toplumun ayrışması ve nihayetinde bir millet kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte bireylerin kendilerini devletle özdeşleştirmesi ve aynı zamanda otoriteyi ulaşılamaz bir yerde konumlandırması sonucu amaca dönüşmüştür ve devletin varlığı ve bekası karşında insan hayatının bir önemi yoktur artık!

Ayşegül Yıldırım

TUİÇ Stajyeri

Kaynakça

1) Demokratik Modernite: Toplumsal Başkaldırı ve Komplo Tarihi, Sayı:4, İstanbul: Roza Yayınları, Ocak- Şubat 2013.

2) Edward Said, Kültür ve Direniş, 1. Basım, İstanbul: Agora Kitaplığı, Ağustos 2009.

3) Erguvan Tuğba Özel Kızıl, Terörizmin Psikolojik Boyutu, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler, Sayı:2, Aralık- Ocak- Şubat 2012- 2013.

4) Ernest Becker, Ölümü İnkar, İstanbul: İz Yayıncılık, 2013.

5) Fred Branfman, Bir Ölüm Kalım Meselesi: Yalom’la Röportaj, Hürriyetim, 01.03.2000. http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/03/01/185520.asp

6) Gene Ray, Kültür Endüstrisi ve Terör Yönetimi, Skop Dergi, Sayı:4, Mayıs 2013.

7) Hüseyin Bilir, Terör- Medya ve Devlet, 1. Baskı, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Şubat 2009.

8) İbrahim Sani Mert, Terör Yönetimi Kuramı ve Cesaret: Kavramsal Bir Tartışma.

9) İpek Kalemci Tüzün ve İrfan Çağlar, Örgütsel Özdeşleşme Kavramı ve İletişim Etkinliği İlişkisi, Journal of Yasar University, 2008.

10Web Adresi: )http://journal.yasar.edu.tr/wpcontent/uploads/2012/05/no9_vol3_03_tuzun_caglar.pdf

11) Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, 4. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010.

12) Judith Butler, Kırılgan Hayat: Şiddet, Yas, Siyaset, 2. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, Kasım 2013.

13) Kemal Sayar, Kalbin Direnişi, 6. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları, Kasım 2013.

14) Kemal Sayar, Terörün Psikolojisi, Web Adresi: http://www.kemalsayar.com/sayfalar.asp?s=214 Erişim Tarihi: 19.10.2008.

15) Kürşad Demirutku, Aynadaki Ben: Teröre Anlam Vermenin Dayanılmaz Zorluğu, Pivolka Dergi, Sayı:10, Ankara: Kasım 2003.

16) Richard Devetak, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Post-yapısalcılık, 2. Baskı, İstanbul: Küre Yayınları, Mayıs 2013.

17) Saadat Rüstemova Demirci, Terörizmin Psikolojisi.

18)Selda Koydemir, ‘’Terörist’’ Kavramının Bizim için İfade Ettikleri: Zuhal Yeniçeri ile Röportaj, Aralık 2011.

19) Steven Best ve Anthony J. Nocella, Kuramsal Muamma: Terörizm, Apeiron Dergisi, Sayı:1, Adana: Mayıs 2013, s. 20.

20) Sigmund Freud, Kitle Psikolojisi, 5. Basım, İstanbul: Cem Yayınevi, Ekim 2012.

21) Suzan Aksüt Çiçek, Dindarlık İle Saldırganlık Arasındaki Etkileşimin Terör Yönetimi Kuramı Çerçevesinde İncelenmesi, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı: Yüksek Lisans Tezi, Mersin: 2008.

22) Umut Küçükbayraktar, Terör, Yalova EKSPRES. http://yalovaekspres.com/Haberler/TERoR.html

23) Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, 1. Baskı, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, Eylül 2005.

24) Zuhal Yeniçeri, Terör ve Terörist Algısı: Silahı Kimin Tuttuğu Ne Kadar Etkili?, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı: Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 2006.


[1] Steven Best ve Anthony J. Nocella, Kuramsal Muamma: Terörizm, Apeiron Dergisi, Sayı:1, Adana: Mayıs 2013, s. 20.

[2] Best ve Nocella, s. 20.

[3] Richard Devetak, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Post-yapısalcılık, 2. Baskı, İstanbul: Küre Yayınları, Mayıs 2013.

[4] Best ve Nocella, s. 20.

[5] Suzan Aksüt Çiçek, Dindarlık İle Saldırganlık Arasındaki Etkileşimin Terör Yönetimi Kuramı Çerçevesinde İncelenmesi, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı: Yüksek Lisans Tezi, Mersin: 2008.

[6] Umut Küçükbayraktar, Terör, Yalova EKSPRES.

[7] İbrahim Sani Mert, Terör Yönetimi Kuramı ve Cesaret: Kavramsal Bir Tartışma, s. 65.

[8]  Mert, s. 66.

[9]Zuhal Yeniçeri, Terör ve Terörist Algısı: Silahı Kimin Tuttuğu Ne Kadar Etkili?, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı: Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 2006,  s. 15.

[10] Zuhal Yeniçeri, Terör ve Terörist Algısı: Silahı Kimin Tuttuğu Ne Kadar Etkili?, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı: Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 2006, s. 19.

[11] Erguvan Tuğba Özel Kızıl, Terörizmin Psikolojik Boyutu, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler, Sayı:2, Aralık- Ocak- Şubat 2012- 2013, s. 89.

[12] Yeniçeri, s. 19.

[13] Kemal Sayar, Kalbin Direnişi: Şiddetin Psikopolitiği, 6. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları, Kasım 2013, s. 107.

[14] Richard Devetak, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Post-yapısalcılık, 2. Baskı, İstanbul: Küre Yayınları, Mayıs 2013, s. 245.

[15] Devetak, s. 245.

[16]Judith Butler, Kırılgan Hayat: Şiddet, Yas, Siyaset, 2. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, Kasım 2013.

[17] Kemal Sayar, Terörün Psikolojisi, 19.10.2008.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...