Toplumsal yaşamın düzenli bir akış içinde yürümekte olduğu zamanlarda insanlar siyasete siyasetçiler dışında pek ilgi göstermezler.
Toplumsal ilişkilerin ve gündelik yaşamın olağanüstü bir müdahale ile kesintiye uğramadığı sözgelimi, askeri darbeler, ülke dışından gelen işgal ve istilalar olmadığı, etnik ya da dinsel aidiyetlerin tehdit edildiği inancı ile yürütülen büyük gruplar arasındaki çatışmalar söz konusu olmadığında insanlar gündelik yaşamın ebedi bir düzeni varmış gibi davranırlar. Siyasetin arka planda kaldığı, devletin bireysel yaşamlara müdahalesinin asgari ölçüde olduğu dönemlerde kamusal kurumlar da bir işletme düzeni içinde yürürlükte kalır.
Toplumsal barış ve bütünlüğün türlü nedenlerle bozulduğu zamanlarda sivil-demokratik siyaset kanallarının işlevsiz kaldığı inancı ile illegal siyasi grupların hareketliliği ileri derecede artar. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin, işsizlik ve yoksulluğun dayanılmaz boyutlara geldiği ekonomik sorunlar başta olmak üzere etnik ve inançsal kimliklerin özgürce ifade edilmesi ve geliştirilmesinin ağır ölçüde engellendiği, yok sayıldığı ve bastırıldığı psikososyal sorunlar kitlesel düzeye geldiğinde tüm bireylerde siyasal duyarlılık artar.
Toplumsal sorunların politik, politik taleplerin de toplumsal konular olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, politik-toplumsal sorunlara psikoloji penceresinden bakmak ve toplumsal önderler, politik kurum ve aktörlerin davranışlarını kişi ve grup psikolojisi açısından değerlendirmek verimli ve yararlı bir yaklaşım olacaktır.
Politik psikoloji genç bir bilim disiplini olarak günümüzde başta Amerika ve Avrupa aydınları, diplomatları, siyasetçileri ve bilim insanları arasında büyük bir saygınlıkla karşılanmaktadır.
Toplumsal sorunlarını sadece iktisadi ve siyaset bilim kavramları ile tartışmaya alışmış Türkiyeli aydınlar açısından bu genç bilim dalının yeterince fark edildiği kanısında değiliz. Cumhuriyet tarihimiz içinde etkin olmuş siyaset adamlarının biyografileri bu açıdan neredeyse hiç ele alınmamıştır. Siyaseti yakından izleyen sözde araştırmacı gazetecilerin çoğu tek yanlı ve kimisi de ele aldıkları liderin dünya görüşüne yakın duran bir yaklaşımla eserler vermişlerdir ama bunların da nesnel, adil ve derinlemesine bir kişilik çözümlemeleri olduklarını söylemek çok zordur.
Politik psikolojinin ilgilendiği temel konuları kısa başlıklar altında sıralarsak ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılır.
Kim siyasetçi olur? Neden siyasetçi olunur? Siyaset bir uğraş olarak kamuoyunda nasıl algılanmaktadır? Siyaset kültürünün arka planı nedir? Siyasetçiler için genel bir kişilik tiplemesi yapmak mümkün müdür? Siyaseti yaşam boyu süren bir meslek gibi yaşayanları hangi psikososyal ve kültürel- ekonomik dürtüler ve ihtiyaçlar güdülmektedir? Toplumsal yaşama yön verme tutkusu olan başarılı siyasetçilerin kişilik yapıları nasıl oluşmuştur? Liderlerin kişilik yapıları ile seçtikleri siyasi hareket arasında ne türlü bağlantılar vardır?
Bu ve benzeri soruları çoğaltırsak politik psikolojinin nelerle uğraştığı hakkında bir fikir edinebiliriz.
Kim siyasetçi olur? Bu soruyla ilgilenen araştırmacılar siyasetçilerin temel kişilik yapısı üzerinde durmaktadırlar. Siyasetçi, iktidar ve güç kavramlarına ortalama sıradan insanlardan çok daha fazla önem veren kişi olarak dikkat çekmektedir. Dolayısıyla siyasetçiyi, gücü çok önemseyen ve yücelten, güç kazanma arzusu kolay gemlenemeyen, gücü kişiliğin temel değeri olarak kabul eden ve güç kullanma konusunda zamanla belirli ustalıklar kazanan, insan yönetme konusundaki becerilerinin çevrelerinde hayranlık uyandırmasından ciddi narsistik doyum sağlayan kişilikler olarak tanımlayabiliriz.
Güç ve iktidar istemi bakımından tanımlamaya çalıştığımız kimi kişiler bazen dostlarının hararetli tavsiyeleri ve teşvikleriyle kimi de iktidar sahibi ya da buna çok yaklaşmış gibi görünen tanınmış siyasilerin çekici görünen çağrılarıyla kimileri de benimsedikleri siyasal ideolojinin gereği olduğuna inanarak aktif siyaset alanına atılırlar. Bazıları da yaşadıkları ülkenin kötü yönetildiğine inandıkları ve kişisel birikim ve deneyimlerini bu alana aktararak topluma yararlı olmak amacı gibi çok daha hasbi ve soylu dürtülerle siyasete katılırlar.
Gücün bu denli önem kazandığı siyaset alanında yer alan aktörlerin sahip oldukları iktidar arzusunun ortalama insanlara göre neden daha yüksek olduğu da incelenmeye değer bir konudur. Bu noktada siyasetçinin erken çocukluk yaşantıları ve yetiştirilme biçimi ve benimsediği benlik ülküsünü iyice anlamak geçerli cevaplar vermemizi sağlayabilir. Tam da bu noktada siyasetçinin bir bakıma psikanalitik çözümlemesinin yapılmasının gerekliliği ortaya çıkar.
H. Ümit Dikker
Diplomasi Türkiye Kurucu Başkanı