Güney Amerika’da Yükselen Sol Akım

Güney Amerika ülkeleri denince akla genel olarak darbeler, devrimler, ülke içi ayaklanmalar, gerilla olarak adlandırılan silahlı devrimci gruplar, acımasız sağ görüşlü hükümetler ya da iç çatışmalar gelir. 10 yıl öncesine kadar haber bültenlerimize bile bu uzak kıtadan istikrarsızlık ve şiddet eylemleri haberleri gelirdi. Fakat bir süre sessizliğe gömülen kıta birden emperyalist karşıtı söylemler, iş birliği çağrıları, yükselen ekonomiler ve çevreci yaklaşımlarla gündeme gelmeye başladılar. Özellikle devletler tarihinde çok kısa sayılabilecek bir sürede bir kıtanın hızla toparlanışına ve yükselmesine şahit olduk. Askeri darbe liderlerinin yerini şimdi farklı boyutlarda da olsa sol hükümetler almıştır.[1] Kıtada Kolombiya dışında neredeyse bütün ülkelerin başında sol partilerden seçilmiş devlet başkanları bulunmaktadır. Bu başkanların çoğu da Amerikan Yerlisidir. Nikaragua Sandinistalarla devam etmekte, Venezüella Chavez’den vazgeçmemekte, Ekvador Correa’ya karşı gerçekleştirilen darbe girişimini engelleyerek yoluna devam ediyor, Brezilya’nın yeni kadın başkanı, eski solcu gerilla…  Peki bu günlere nasıl gelinmiştir. Değişimin altında ne gibi sebepler yatmaktadır?

Güney Amerika Ülkelerine Kısa Bir Bakış

Güney Amerika eğer daha geniş bir kapsamda bahsetmek gerekirse Latin Amerika son derece karmaşık bir coğrafya ve tarihe sahiptir. Yüksek dağlar, geniş ormanlık alanlar, nehirler, göller, kanallar aslında birçoğu birbiri ile akraba olan yerli kabilelerini birbirinden ayırmış ve daha sonra bu doğrultuda küçük küçük pek çok ülkenin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.

Doğal kaynaklar ve madenler bakımından çok zengin olan kıta coğrafi keşifler ile sömürüye açılmıştır. Başta İspanyol ve Portekizliler olmak üzere kıta sömürülmüş daha sonra İtalyan işçiler ve Afrika’dan gelen köleler ile kıta çok etnik unsurlu bir yapıya ulaşmıştır. Sömürülerden ötürü kıtada etnik unsurlar değil ekonomik uçurumlar esas sorun kaynağı olmuştur. Yıllardır sömürülen ama ikinci sınıf vatandaş şekline sokulan yerliler, zengin toprak sahiplerinin tarlalarında çalışmak üzere getirilen Afrika kökenli köleler, zengin beyaz batılı kimliği altında ezilmiş ve dışlanmışlardır.

Bu duruma çare olarak bütünleşmeyi görmüşler ve kıtanın bölünmüş küçük ülkelerden oluşan, Avrupa kökenli beyaz sağ hükümetler tarafından yönetilen kaderine engel olmak istemişlerdir. Bu yüzden pek çok devrimci hareket, gerilla hareketi ve örgütlü mücadele başlatılmıştır. Çoğu kanlı sonuçlanan bu denemelerin başarıya ulaşmasında iki önemli olay vardır. Bunlardan ilki, Chavez’in seçimleri kazanması ikincisi ise Birleşik Devletler için dönüm noktası sayılan 11 Eylül olayları.

Venezüella’da Chavez’in Seçilmesi

Venezüellalı yoksul ve melez bir aileden dünyaya gelen Başkan Chavez asker kökenlidir. Ülkesinin içinde bulunduğu kötü durum karşısında ancak sosyalizmin durabileceğini iddia ediyordu. Kıtada bir kahraman olan ve Venezüella’nın kuruluş temellerini atan Simon Bolivar’ın ilkelerini benimseyerek temel aldı. Bu ilkeler ve sosyalizmin ulusal boyutta harmanlanması Venezüella’nın kurtuluşu olacaktı. Yarbay iken 1992 yılında Carlos Andres Perez’e karşı darbe girişiminde bulundu. Başarısız olan bu darbe girişimi sonunda bir müddet hapis yattı. 1999 yılında iktidara gelen Chavez bir dizi değişiklikler yaptı. Bunlar ülke yapısındaki değişikler olduğu gibi Hidro Karbon Yasası ile petrol şirketlerinin devletleştirilmesini de kapsamaktadır.[2] Üstelik Küba ile de yakın ilişkiler kurulması Birleşik Devletler için bardağı taşıran son damla olmuştu. Hidro Karbon Yasası ile petrol işçileri ve sendikalar ayaklandı. Petrol piyasası çöktü ülkede iç karışıklıklar arttı. Chavez karşıtları ayaklandı fakat bununla beraber çoğunluğu fakir olan halk da ayaklandı ve ordunun Chavez’den taraf olması ile birlikte ayaklanmalar bastırıldı ve bu girişim ABD destekli başarısız bir darbe girişimi olarak tarihte yerini aldı.[3] Artık Chavez halk tabanındaki meşruluğunu tüm dünyaya kanıtlamış oluyordu ve Birleşik Devletlerinin gözü önünde pek çok cüretkar değişiklik yapmış ve sosyalizmi hedeflediğini açık açık söyler hale gelmişti. Hatta en büyük hedefi Bolivar ilkeleri doğrultusunda kıtada birlik sağlamaktı. Bu doğrultuda, pek çok girişimde bulundu ve bütün kıtasal birlik hareketlerinde başı çeken ülkelerden oldu. Özellikle ALBA(Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif) Venezüella’nın en aktif olduğu örgütlenme olarak önemini korumaktadır ve diğer örgütlenmelere izin vererek desteklemektedir.

11 Eylül ve Sonrası

Birleşik Devletler tarihine kara bir anı olarak kaydedilen 11 Eylül olayları ABD’de olduğu gibi başka pek çok ülkenin de güvenlik ve terör sorununu sorgulamasına sebep olmuştur. Dünyanın en korunaklı, en güçlü ve uzak ülkesi tam kalbinden vurulmuştur ve Amerikan halkı bir şok içerisindedir.

Elbetteki bu durum beraberinde güvenlik algısını ve öncelikli sorunları değiştirmiştir. Birleşik Devletlerin yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü Amerikan Devletleri Örgütü ile kontrol altında tuttuğu ve ticaret hacmini geliştirdiği bu ülkeler artık önceliğin Orta Doğu’ya verilmesi ile birlikte kendi başlarına kalmışlardır.

Irak Müdahalesi, Afganistan, ülke içindeki sorunlar dışarıdaki başarısızlık derken Birleşik Devletler gözünü Latin Amerika’dan ayırmış 11 Eylül ve yarattığı sorunlara gömülmüştür. Zaten zafiyet ve başarısızlıklarla suçlanan Birleşik Devletler Başkanı George W. Bush bütün enerjisini tek noktaya odaklamıştır. Ülkeye mali sıkıntılar getiren bu müdahalelere bir yenisini ekleyemeyecek konuma geldiklerinden daha fazla yayılmacı bir politika izlenemememiştir.

Bu boşluktan yararlanan kıta ülkeleri özgür kalabilmiş ve sırayla değişimi ve devrimi vaat eden sol hükümetlere yaklaşmışlardır. Birlik ve beraberliğin önemi ile birlikte etnik eşitliğe de vurgulamak isteyen sol hükümetler artık kıtayı ABD yanlısı, sağcı, Beyaz Avrupalı değerlerden arındırarak yerlilerinde eşit derecede yer aldığı bir siyaset zemini hazırlamak istemektedirler. Pek çok ülkenin yerli devlet başkanları bulunmaktadır.

Sonuç

11 Eylül şoku atıldıktan, Irak’a müdahalenin başarısızlığı kabullenildikten ve yeni başkanlık seçimlerinden sonra Obama’nın başkan oluşu ile birlikte kıtada tekrar değişimler baş gösterecektir. Fakat Güney Amerika kendisine sağlanan bu özgürlük ortamı ile birlikte toparlanmaya başlamıştır. Artık ne Arjantin’in IMF’ye olan borçları ne yeni bir darbe girişimi ya da iç savaştan, ekonomik çıkmazlardan bahsedilmektedir. Birleşik Devletler bölgeden elini çektiğinden beri Brezilya ve Arjantin ekonomik sorunlarını düzeltmiş hatta üstüne geliştirmiştir. Bölgesel ve kıtasal iş birlikleri ve yeni kurulan ilişkilerle ekonomik çeşitlilik sağlanmaya başlamıştır. Bu durum, Güney Amerika ülkelerinin başarısına birer örnektir. Birleşik Devletler tekrar güçlenmeden ülkeler arasındaki birlik ne kadar artarsa ABD müdahalesi de o kadar zorlaşacaktır. Kıta artık kendi kaderini kendisi yazmak istemektedir ve bunun ilk başarılı adımlarını atmıştır.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...