Türkiye-Irak İlişkilerinin son derece gergin olduğu bir ortamda, Iraklı Şiilerin önde gelen liderlerinden Irak İslam Yüksek Konseyi Başkanı Ammar El-Hekim beraberindeki bir heyetle Türkiye geldi. Özellikle Irak Başbakanı Nuri-El Maliki ve bazı hükümet yetkilileri tarafından Türkiye’ye yönelik mezhebi ayrılıkçılık yaptığı suçlamalarının üzerine El-Hekim’in Türkiye’ye ziyareti son derece önemli olarak nitelendirilebilir. El-Hekim daha önce 2010’un Ekim ayında Türkiye’ye gelmiş ve ORSAM’ın düzenlediği bir toplantıda da bir konuşma yapmıştır. Tekrar 25 Ocak 2012’de Türkiye’yi ziyaret eden El-Hekim beraberindeki heyetle birlikte önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştükten, daha sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la bir araya geldi. El-Hekim’in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptığı görüşmelere Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da eşlik etmesi, El-Hekim’in ziyaretinin Türkiye’nin algılamasında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu gösterir niteliktedir.
Öte yandan El-Hekim’le birlikte düzenlenen ortak basın toplantısında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun El-Hekim ailesinin vefat eden kişilerine yönelik “şehit” tabirini kullanması, Türkiye’nin mezhepçilikten uzak bir söylem benimsediğinin en çarpıcı göstergesi olarak ifade edilebilir. Zaten Davutoğlu da toplantıda “Biz Iraklı bir kardeşimizi gördüğümüzde sadece onun Iraklı olduğunu, dostumuz, kardeşimiz olduğunu biliriz ve ona göre muamele ederiz” ifadeleriyle de Türkiye’nin Irak’a bakışını net olarak ortaya koymuştur. Bu yöndeki vurguyu Ammar El-Hekim açık ifadelerle belirtmiştir. El-Hekim’in sözlerinin satır aralarında hem Irak hükümetinin hem de Türkiye’nin yaklaşımının Irak’tan nasıl algılandığına yönelik önemli ip uçları vermiştir. Ammar El Hekim, Iraklılar olarak hiçbir zaman iki ülke arasındaki dostluğa, ilişkilere, günlük siyasi meselelerin gölge düşürmesine izin vermelerinin düşünülemeyeceğini, buna hiçbir zaman rıza gösteremeyeceklerini söylemiştir. Bu noktada günlük siyasi meselelerden kastının Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin Türkiye’ye yönelik saldırgan ifade ve tutumu olduğu görülmektedir. Ammar El-Hekim ifadeleri de Maliki’nin tutumunu tasvip etmediklerinin bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Irak’ın bir mozaik olduğunu dile getiren El-Hekim, Irak’ta Arap, Kürt, Türkmen, Şii, Sünni ve birçok etnik ve mezhebi kökene sahip kişinin yaşadığını vurgulamıştır. Bu nedenle Irak’ta herkesi kucaklaması gereken bir yönetimin olması gerektiğini belirten El-Hekim, bunun için çalıştıklarını söylemiştir.
Ayrıca El-Hekim Irak’ta mezhebe dayalı bir yönetimin sürdürülmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. El-Hekim’in bu sözleri bir itiraf niteliğinde kabul edilebilir. Zira El-Hekim herkesi kucaklaması gereken bir yönetim için çalıştıklarını ifade ederek, Irak’taki hükümetin bu yönde bir davranış sergilemediğini ortaya koymuş olmaktadır. Daha da ötesinde Irak’ta tek mezhebe dayalı bir yönetimin devam etmesinin mümkün olmadığını da dile getirerek, Maliki hükümetinin mezhepçi davrandığını bir anlamda itiraf etmiş ve bu politikadaki rahatsızlığını “Sünnicilik” yaptığı yönünde suçlamalarda bulunulan Türkiye’de vurgulamıştır. Bu açıdan Türkiye’nin Irak’taki politikasının mezhebi temeller üzerine kurulmadığı, Iraklı ve önemli bir Şii lider olan Ammar El-Hekim tarafından da teyid edilmiş olmaktadır.
Diğer taraftan El-Hekim’in sözleri Irak’taki hükümet içerisindeki anlaşmazlıkları da göz önüne sermektedir. Maliki’nin Irak’taki Şii gruplar açısından da desteğini yitirmeye başladığı görülmektedir. Zira Ammar El-Hekim’in, Maliki’nin suçlamalarda bulunduğu bir ülkede bu kadar eleştirel konuşması, Irak hükümeti içerisindeki çatlakları da gösterir niteliktedir. Ayrıca Şii gruplar arasındaki anlaşmazlıklar da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi Irak’ın en eski Şii partisi Maliki’nin de üyesi olduğu Dava Partisi’dir. 1957’de Necef’te kurulan Dava Partisi, Irak’taki Şii hareketinin yürütücü gücü olmuştur. Dava Partisi içerisinde El-Hekim ailesinin büyükleri de etkin bir biçimde yer almıştır. Daha sonra Dava Partisinden kopan bir grup Iraklı Şii, İran’da 1982 yılında Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’ni kurmuştur. Saddam Hüseyin’in yıkılmasıyla “devrim”in gerçekleştiği gerekçesiyle, 2007’de adı Irak İslam Yüksek Konseyi olarak değiştirilmiştir. Irak İslam Yüksek Konseyi, 2010 seçimlerine kadar Irak’taki Şii grupları birleştirici bir konumda olmuştur. 2010 seçimlerinde ise, Abdülaziz El-Hekim’in de 2009’da hayatını kaybetmesiyle birlikte, eski gücüne ulaşamamıştır. Bu açıdan Dava Partisi ve Irak İslam Yüksek Konseyi arasında bir çekişme olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, Sadr Grubu ve Irak İslam Yüksek Konseyi arasında da hem tarihi olarak Hekim ve Sadr ailesinin Irak’taki Şiilerin dini liderliği konusunda hem de 2003’ten sonra siyasi etki açısından bir çekişme olduğu bilinmektedir. Ancak son dönemde bunun yerini Dava Partisi ve Sadr Grubu arasındaki çekişmeye bıraktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bilindiği gibi özellikle 2008’de Maliki, Basra’da Sadr grubuna yönelik çok sayıda operasyon düzenlemiş ve onlarca Sadr Grubu üyesini tutuklamıştır. Son dönemde ise Maliki, Sadr Grubun silahlı kanadı olan Mehdi Ordusundan ayrılan ve şimdi silah bırakarak siyasi sürece katıldığı açıklanan Asa’ib Ahl al-Haq örgütünü, 2009’da yapılan yerel seçimlerden önce oluşturduğu Kanun Devleti Koalisyonuna dâhil etmiştir. Bu açıdan Irak’taki Şii gruplar arasında da bir mücadele söz konusudur.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde Irak’taki ayrılıkların gittikçe Irak’a zarar verdiğini söylemek mümkündür. Irak’taki ayrışmanın ne Irak’a ne de bölgedeki devletlere bir çıkar sağlamasının mümkün olmadığı düşünülmektedir. Ortadoğu ve Irak’taki her seviyedeki aktör için Irak’taki işbirliği sürecinin desteklenmesinden başka bir yolun fayda sağlamayacağı düşünülmektedir. Özellikle Türkiye açısında işbirliğinin kuvvetlendirilmesi daha da önemlidir. Zira Irak, Türkiye’nin en uzun sınırı paylaştığı komşularından biridir. Ayrıca iki ülke arasında tarihi, toplumsal, ekonomik ve siyasal ortaklıklar bulunmaktadır. Bu açıdan günlük siyasi çıkar algılamalarının ötesine geçilerek politika çizilmesinin uzun vadeli faydalar açısından yerinde olacağı değerlendirilmektedir. Türkiye bu noktada ulusal çıkarlarını ve dış politika önceliklerini göz önünde bulundurarak, samimi ve tutarlı bir politika izlemektedir. Ancak aynı samimiyeti diğer tarafların da gösterdiği noktasında bazı şüphelerin ortaya olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Bilgay Duman
ORSAM Ortadoğu Uzmanı
Kaynak: ORSAM