Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçtiğimiz hafta önemli bir ziyaretçisi vardı. Ne var ki, Türk Dış Politikası’nın son dönemde yalnızca Ortadoğu merkezli olarak ele alınıyor oluşu bu ziyaretin gölgede kalmasına neden oldu. Hatta bu ziyaretin Türk Basını’na yansıması yalnızca magazinsel boyutta kalmıştır da denilebilir. Latin Amerika’nın en önemli ülkelerinden biri olan Ekvador’un devlet başkanı Rafael Correa ile dışişleri bakanı Ricardo Patino’nun ülkemize gerçekleştirdikleri ziyaretin arka planına odaklanmaktansa, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ricardo Patino’nun birlikte seslendirdikleri “Bessame Mucho” şarkısının ve Ekvador’dan gelen güllerin daha fazla konuşulması Türk Medyası’nın magazin odaklı anlayışının ne kadar sorunlu bir hale geldiğinin görülebilmesi açısından da önemlidir. Hâlbuki Correa, Türkiye’yi ziyaret eden ilk Ekvador Devlet Başkanı’dır.
Ekvador, Latin Amerika’da İspanyol hâkimiyetine karşı çıkan ve bu ülkeye karşı bağımsızlığını ilan eden ilk devlet olarak bilinmektedir. Sonraki dönemde büyük bir gelişim gösterememiş olmalarına ve sürekli bir yönetimsel kriz içerisinde debelenmiş olmasına karşın Latin ulusçuluğunun meşalesini yakan bir ülke olan Ekvador, komşusu Peru ile yaşadığı sınır savaşları ve yerli nüfus ile İspanyol hâkimiyeti döneminde ülkeye gelerek zenginleşmiş göçmen nüfus arasındaki toplumsal ve sosyo-kültürel ayrım ve çatışma ile de anılan bir ülkedir. Soğuk Savaş döneminde, Latin Amerika ülkelerinin hemen hepsinde görüldüğü üzere, ideolojik yaklaşımların arkasına gizlenmiş otoriter kalıplara teslim olan ve “erken kalkan komutanların darbe yaptığı” bir ülke haline bürünen Ekvador, bugün itibarıyla Amerikan karşıtlığı ile bilinen bir ülke konumuna bürünmüş ve “muz cumhuriyeti” olarak anılmaktan uzaklaşmıştır. Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa, kuzey komşusu Kolombiya’nın aksine ABD’ye oldukça mesafeli hatta şüpheci bir şekilde yaklaşmakta ve Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez tarafından geliştirilmeye çalışılan Amerikan karşıtı Latin Amerika bloğunun (ALBA-Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) aktif üyelerinden biri olmaya çabalamaktadır. Ülkesinin önde gelen iktisatçıları arasında yer alan Correa, Ocak 2007’de göreve gelmiştir ve Ağustos 2013’e kadar görevde kalacaktır. Correa’nın göreve geldikten sonra attığı en önemli adımlar, ülkenin borçlarını azaltmak, işsizlik ve yoksulluğa karşı etkin tedbirler almak ve kendisinden önceki yönetimler tarafından topluma ve devlete yabancılaştırılan “yerli kökenli” nüfusa hitap edecek ekonomik ve sosyal tabanlı birçok politikayı hayata geçirmek olmuştur. Kendisinden önce görevde bulunan hükümetleri ABD’nin maşası olarak tanımlayan ve çürümüş siyasal yapıyı reforme ettiğini belirten Correa, başta yoksullar ve yerliler olmak üzere halkın önemli bir bölümünün desteğini almış olmasına karşın, zengin kesim ve ABD ile işbirliği yanlısı siyasal organizasyonlar tarafından anti-demokratik uygulamalar yapmakla ve toplumun yapısını radikal bir biçimde değiştirmeye çalışmakla suçlanmaktadır. Correa’nın basına ve bazı muhalefet liderlerine yönelik sert ve taviz vermeyen tutumu, onun Simon Bolivar’a özenen romantik bir Latin Amerika önderi olduğuna yönelik kanaatleri de güçlendirmektedir.
Rafael Correa’nın yaptığı en önemli hamlelerden biri de ABD’nin kontrolündeki NAFTA’ya katılmayı reddetmesi ve Venezuela’dan sonra Latin Amerika’nın en önemli petrol ihracatçısı olan ülkesindeki petrol başta olmak üzere doğal kaynakların hepsini kamulaştırmasıdır. Bu durum, onun ABD karşıtı ve servet düşmanı bir diktatör olduğu yönündeki ABD kaynaklı dezenformasyonu da güçlendirmiştir. Buna karşın Correa’nın görev süresinin dolacağı 2013 yılındaki seçimleri kazanarak 2017’ye dek Ekvador’un devlet başkanı koltuğunda oturacağı bilinen bir gerçekliktir.
İşte o Correa, dışişleri bakanı Ricardo Patino ile birlikte geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Ziyaret her ne kadar magazinsel boyutta ele alınmış olsa da, Correa’nın asıl amacı bölgesel bir lider olarak gördüğü Türkiye’yi 2013 yılında inşasına başlanacak ve ülke tarihinin en büyük yatırımı olarak görülen 12 milyar dolarlık Güney Pasifik Petrol Rafinerisine yatırım yapmaya davet ettiği ortadadır. Petrol üreten bir ülke olmasına karşın, petrol ürünlerinin çoğunu işlenmiş olarak ithal eden Ekvador, sermaye sıkıntısını giderebilmek için Türkiye gibi Latin Amerika’ya yabancı ancak ilgili devletleri kendi yanına çekmeye çalışmaktadır. Correa, rafinerinin yanı sıra maliyeti 5 milyar dolar olan 8 adet HES Projesi ile madencilik sektörü ve gemi inşaatı gibi alanlarda da Türkiye ve Türk işadamları ile çalışmaya hazır oldukları mesajını vermiştir. İki ülkenin ticaret hacminin yıllık 153 milyon dolar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Correa’nın Türkiye’ye yaptığı önerinin ne kadar önemli olduğu anlaşılabilecektir. Ekvador Devlet Başkanı, Türkiye’nin son dönemde ortaya koyduğu çok yönlü dış politika izleyebilme stratejisi bağlamında Latin Amerika’ya açılmak istediğini bildiği için, reddedilemeyecek bir dostluk ve ittifak önerisi ile Ankara’ya gelmiştir.
Bilindiği gibi Türkiye, 2006 yılında ortaya koyduğu “Latin Amerika ve Karayipler’e Açılım Stratejisi” bağlamında Ekvador’un da bulunduğu coğrafyada görünürlüğünü arttırmaya çalışmaktadır. Bugün itibarıyla Türkiye’nin bölgede 9 daimi büyükelçiliği bulunmaktadır. Ekvador Büyükelçiliği ise Quito’da 2011 yılında hizmete girmiştir. Ekvador’un Ankara Büyükelçiliği ise 2009 yılında açılmıştı. Correa’nın ziyareti kapsamında Türkiye ile Ekvador arasındaki ticaret hacminin en yakın zamanda 1 milyar dolara ulaştırılması, bu ülkedeki yatırım olanaklarının değerlendirilmesi amacıyla Türkiye-Ekvador İş Forumu’nun kurulması ve iki ülke arasındaki sosyo-kültürel ve toplumsal yakınlaşmanın arttırılması gibi hususlarda mutabakata varılmıştır. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Ekvador’dan ithal edilen muza uyguladığı %140’lık gümrük vergisinin azaltılabilmesi konusunda çalışmalar yürütüleceği belirtilmiştir. Zira Ekvador’un en önemli ihraç mallarından biri muzdur ve Türkiye’nin muz ithalatının yaklaşık %90’ı Ekvador’dan karşılanmaktadır.
Türkiye, bölgesel liderlik rolünü güçlendirmek ve küresel anlamda daha görünür bir aktör olmayı hedeflediğine göre Latin Amerika Coğrafyası’na da açılım gerçekleştirmek zorundadır. Zira dünya yalnızca Ortadoğu, Balkanlar ve genel anlamda Avrasya’dan ibaret değildir. Türk Dışişleri bu durumun farkındadır ve 2006 yılında ilan edilmiş olan Latin Amerika ve Karayipler’e açılım stratejisi oldukça önemli bir mihenk taşıdır. Ekvador gibi istekli ve potansiyelli ülkeler ile kurulacak müttefiklik ilişkileri, Türkiye’nin bölgedeki tanınırlığını ve etkinliğini arttıracak önemli bir adım olacaktır.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi