Bosna-Hersek’te Dengeler Değişecek mi? Dodik’in Gölgesinde Yeni Bir Döneme

Bosna Hersek: Dengeler Değişecek mi?

Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, ülkedeki hukuki süreçler, giderek artan uluslararası yalnızlık ve yoğunlaşan baskılar nedeniyle zorlu bir döneme girmiş durumda.

Bosna siyasetinin kıdemli bir ismi olan Dodik, kolayca gözden çıkarılacak biri değil; ancak onun yerini almak için perde arkasındaki hareketlilik uzun süredir devam ediyor. Ağustos ayında Dodik, Bosnalı Sırpların oluşturduğu entite olan Republika Srpska’nın başkanlığı görevinden alındı, ancak halen kendi partisi olan Bağımsız Sosyal Demokratlar Birliği (SNSD)’nin liderliğini sürdürüyor.

Bu arada Bosna Merkez Seçim Komisyonu, Republika Srpska başkanlığı için seçim tarihini 23 Kasım olarak belirledi. Seçimler planlandığı şekilde yapılırsa, bu entitede kısa süre içinde yeni bir isim en üst siyasi koltuğa oturacak. Dodik’in yetkileri kısmen sınırlandırılacak, ancak bir süre daha parti lideri olarak etkisini sürdürecek.

Entitenin en üst düzey siyasi görevi için yarış, SNSD’nin adayıyla ana rakibi olan Sırp Demokrat Partisi (SDS)’nin adayı arasında geçecek. SDS, Branko Blanuša’yı aday gösterirken, SNSD’nin adayı Sinisa Karan olarak belirlendi. Dodik, bu atamayı Moskova’daki bir forumdan yaptığı açıklamada duyurdu. Dolayısıyla an itibariyle seçime SNSD’nin adayı Siniša Karan ile SDS’nin adayı Prof. Branko Blanuša giriyor; muhalefet cephesinde Halk Cephesi (Jelena Trivić) ile “Adalet ve Düzen” hareketinin (Nebojša Vukanović) SDS adayını destekleme beyanları, buna karşılık PDP’nin (Draško Stanivuković) boykot tutumu tabloyu parçalı kılıyor. Bu asimetri, muhalefetin “tek aday–tek kampanya” konsolidasyonunu zayıflatıyor.

Karan’ın yapısal üstünlükleri belirgin, SNSD’nin RS kurumları üzerindeki nüfuzu, yerel medya ekosistemi ve idari aygıtla kurulan uzun dönemli ağlar, kısa kampanya sürelerinde yüksek bir “başlangıç avantajı” yaratır. Buna karşılık yaptırımlar ve OHR’in (Yüksek Temsilcilik) kamu finansmanı kesintileri SNSD’nin mobilizasyon kapasitesini ve koalisyon ortaklarıyla mali ilişkilerini zorlayabilir; bu da Karan’ın mutlak üstünlüğünü törpüleyen dışsal bir değişkendir. 

Blanusa’nın şansı, muhalefetin “anti-kriz” söylemini tek çatı altında toparlayabilmesine, sandık güvenliği–müşahitlik ağını RS genelinde yayabilmesine ve şehir/kırsal kırılganlığını doğru hedeflemesine bağlıdır. Ne var ki PDP boykotu, muhalefetin “tam kapsama” stratejisini daraltıyor; bu nedenle iktidar değişimi olasılığı var fakat düşük–orta bantta. En olası senaryo, Karan’ın kazanması ve Dodik’in parti başkanı olarak “vekaleten iktidar” mimarisini sürdürmesidir.

Dodik, 2000’li yılların başından itibaren Bosna siyasetinde yalnızca bir aktör değil, neredeyse bir sistemin kendisiydi. Karizmatik, meydan okuyan ve popülist söylemini milliyetçi bir merkezde sabitleyen Dodik, Republika Srpska’yı adeta kişisel bir cumhuriyet haline getirdi. Ancak yıllar içinde bu modelin sürdürülebilirliği zayıfladı: uluslararası izolasyon derinleşti, ABD yaptırımları genişledi, Avrupa ile temas kanalları daraldı. Bugün geldiğimiz noktada, Dodik’in sembolik gücü sürse de fiilî otoritesi ciddi biçimde aşınmış durumda.

Karan’ın adaylığı bu bağlamda bir “süreç yönetimi” tercihidir. Dodik, kendi etkisini koruyacak bir geçiş figürü ararken, Karan’ın yanı sıra, Zeljka Cvijanović ve Zoran Tegeltija gibi figürler de SNSD içinde görünmez bir güç mücadelesine girmiş durumda. Cvijanović, Batı başkentlerinde kendini daha “ılımlı” bir alternatif olarak tanıtırken, Tegeltija teknokratik bir denge unsuru olarak öne çıkıyor. Fakat Dodik’in varlığı belirleyici; parti liderliğini elinde tutmaya devam ettiği sürece, gerçek anlamda bir iktidar devri değil, kontrollü bir geçiş süreci yaşanacaktır. Öte yandan Dodik’in oğlu Igor’un siyasi hırsları, Republika Srpska siyasetinde nepotik bir sürekliliğin sinyalini veriyor. Ancak Bosna’nın mevcut sosyo-politik yapısı, böylesine kişisel temelli bir iktidar devrini taşıyabilecek kurumsal derinliğe sahip değil.

Republika Srpska’daki bu güç mücadeleleri yalnızca entite sınırları içinde kalmayacak; Bosna-Hersek’in genel siyasi mimarisi, devlet işlevselliği ve Avrupa entegrasyon süreci üzerinde doğrudan etki yaratacak. Karan’ın adaylığı, Dodik’in gölgesini korumanın bir aracı olabilir ama bu gölge, uzun vadeli meşruiyet krizlerine gebe. Dodik sonrası sürecin karakteri, arabuluculuk mu, mücadele mi, uzlaşma zemini mi olacak ve Bosna’nın geleceğinde nasıl bir rol oynayacak?

1995 Dayton Barış Anlaşması, Bosna-Hersek’e savaşı bitiren bir çerçeve kazandırdı, ancak 30 yıl sonra bu çerçevenin artık Bosna’yı taşıyamadığı açık. Devlet yapısının üçlü başkanlık ve iki entite üzerine inşa edilmesi, her siyasi krizde aynı döngüyü yeniden üretmekte: kurumsal felç, etnik gerilim ve dış müdahale.

Dodik sonrası dönemde, Republika Srpska’da yaşanacak güç boşluğu yalnızca iç siyaset açısından değil, Bosna-Hersek’in bir bütün olarak yeniden düşünülmesi açısından da belirleyici olacaktır. Uluslararası toplumun, özellikle de Avrupa Birliği’nin, bu süreci sadece “istikrarın korunması” perspektifinden değil, anayasal reform ve demokratik konsolidasyon penceresinden okuması gerekiyor.

Dodik’in mahkûmiyetiyle başlayan bu yeni dönem, Bosna-Hersek için iki olasılık sunuyor:

  • İlki, mevcut düzenin daha sert biçimde milliyetçi reflekslerle yeniden üretilmesi.

  • İkincisi ise, yeni bir siyasal kuşağın, hem Bosna-Hersek Federasyonu’nda hem de Republika Srpska’da daha Avrupa-merkezli, kurumsal bir normalleşme sürecini başlatması.

Gerçekçi olmak gerekirse, bu iki senaryo bir süre iç içe ilerleyecek. Dodik ve çevresi etkilerini korumaya çalışırken, uluslararası aktörlerin Bosna’yı yeniden tanımlama çabası yoğunlaşacak.

İlk seçenek olan milliyetçi siyaset aracılığıyla mevcut düzenin daha sert biçimde yeniden üretilmesiyle, Karan gibi figürler aracılığıyla iktidarın parti içinde muhafaza edilmesi, kurumsal itiş-kakışın devamı ve dış politikada Moskova-Belgrad eksenli manevra alanının korunması beklenebilir. Bu senaryo RS için kısa vadede iç istikrar hissi üretse de, yaptırımların derinleşmesi, AB sürecinin donması ve ekonomik kırılganlıkların artması gibi yüksek maliyetlerle gelir. İkincisi ise, iktidarın kimde toplandığından çok, nasıl icra edildiğine odaklanan kurumsal normalleşme. Bu durumda Yüksek Temsilci kararlarının bağlayıcılığının kabulü, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinin tartışma dışına çıkarılması, seçim yasasında ve yetki paylaşımında teknik ama kritik düzeltmeler, yargı-yürütme arasındaki sınırların yeniden tesisi sağlanabilir. Bu rota, SNSD’nin tamamen iktidar dışına düşmesini gerektirmez; aksine, parti-hükümet ayrımını netleştiren bir kültürü teşvik edebilir.

Kendi kanaatim, siyasi gerçekçilik ile kurumsal rasyonalitenin aynı anda gözetildiği ikinci hattın, orta vadede Bosna-Hersek’e daha fazla fayda sağlayacağı yönünde. Dodik’in parti başkanı olarak varlığını sürdürdüğü, fakat devlet aygıtından kısmen çekildiği bir denge, hem SNSD’nin tabanına “kaybetmiyoruz” mesajı verebilir hem de AB ile kalibre edilmiş bir reform takvimine kapı aralayabilir. Tam tersine, referandum ve benzeri araçlarla hukuki normların plebisiter meşruiyetle ikame edilmesi, ülkeyi yeniden bir “gri bölgeye” sürükler; burada kazanan kısa vadede popülizm olabilir, fakat kaybeden uzun vadede toplumun tamamıdır.

Son tahlilde 23 Kasım sandığından çıkacak isimden çok, sandık sonrası “oyunun kuralları” belirleyici olacak. Eğer bu kurallar, yargı kararlarının bağlayıcılığını, idarenin hesap verebilirliğini ve entiteler arası işbölümünü netleştirirse, Bosna-Hersek “barışı idare eden” bir yapı olmaktan “barış üreten” bir devlete evrilebilir. Eğer tam tersine kişiselleşmiş iktidarın sürekliliği, hukuk düzeninin esnetilmesi pahasına korunursa, 2026 genel seçimleri daha sert bir meşruiyet tartışmasına ve ekonomik-diplomatik yıpranmaya zemin hazırlar. Bu nedenle, bugün atılan her adım yalnızca bir siyasi figürün geleceğiyle ilgili değildir; Bosna-Hersek’in Avrupa yolunun, kurumsal kapasitesinin ve toplumsal sözleşmesinin geleceğiyle ilgilidir.

RS’deki bu ara seçim, Bosna Hersek’teki 2026 genel seçimlerine üç kanaldan etki eder. Birincisi, RS’teki sonuç devlet düzeyindeki pazarlık gücünü yeniden dağıtır: Karan’ın kazanması SNSD’nin Bakanlar Konseyi ve Parlamento müzakerelerinde elini güçlendirir; muhalefet kazanırsa, Saraybosna’daki koalisyon mimarisi yeniden kurgulanır. İkincisi, AB süreci: OHR kararlarına uyum ve yargı kararlarının bağlayıcılığının kabulü (veya reddi), aday ülke patikasında ilerleme (veya donma) anlamına gelir. Üçüncüsü, güvenlik-siyaset etkileşimi: RS’te referandum söylemi/plebisiter meşrulaştırma girişimleri hukuk düzenini aşındırırsa, 2026’ya yüksek siyasal tansiyon ve düşük yatırım iştahıyla girilir; tam tersine, RS yönetimi yargı/OHR hattına uyum sinyali verirse, AB’yle teknik fasıl bazlı mikro-reformlar (yargı idaresi, kamu ihalesi şeffaflığı, vergi idaresi) mümkün olur ve bu da seçim öncesi ekonomi-siyaset dengesini yumuşatır. 

Saraybosna merkezli Boşnak partileri (Troika bileşenleri) RS seçiminde taraf olmayıp “hukukun üstünlüğü ve seçim takvimine uyum” vurgusunu öne çıkarıyor; bu yaklaşım AB hattıyla uyumlu görünüyor ancak diğer tarafta Hırvatların ana partisi HDZ BiH, RS krizini seçim yasası/temsil reformu pazarlığında kaldıraç olarak okuma eğilimindedir; yani RS’de tansiyon yükseldikçe, HDZ’nin kendi öncelikleri (özellikle Federasyon içi temsil düzenlemeleri) için “koşulluluk” kartını daha görünür kullanması beklenmektedir. 

Özetle, Saraybosna merkezli Boşnak aktörlerin otuz yıl sonra dahi ülkenin bütünlüğünü AB reformları ve NATO entegrasyonuna yaslanarak kurumsallaştırma çabası, Bosna-Hersek için en rasyonel çıkış yolunu işaret ediyor. Buna karşılık RS içindeki iktidar rekabetinin ve Hırvat siyasetinin seçim yasası/temsil reformu üzerinden yürüttüğü kaldıraç arayışlarının, veto-siyasetini yeniden üretme riski var. 2026’ya giderken ülkenin istikrarı, hukukun üstünlüğüne koşulsuz uyum ve merkezî kurumların işlevselliği etrafında karşılıklı koşulluluğa dayalı bir uzlaşının bulunup bulunamayacağına bağlı: ya plebisiter meşruiyet arayışları ve yaptırım sarmalı ile daralan bir alan, ya da teknik mikro-reformlarla açılan, yatırımı ve öngörülebilirliği artıran bir Avrupa yolu. Ancak Avrupa yolunun da inandırıcılığı artık tartışmalı. AB’nin kendi iç siyasal kırılmaları, genişleme yorgunluğu ve normatif tutarlılık sorunları, bölge için bir zamanlar taşıdığı çekim gücünü zayıflatıyor; koşullu teşvikler ile somut kazanımlar arasındaki makas açıldıkça, “reform karşılığı ilerleme” vaadi giderek daha ikna edici olmaktan uzaklaşıyor.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yeni Avrasya Düzeni

28 Ekim 2024’te, Güney Koreli istihbarat yetkililerinden oluşan bir...

Dayton’dan Öğrenmek: ABD, Ukrayna… ve Bosna İçin Dersler?

Ohio eyaletindeki Dayton Üniversitesi’nde Eric Nelson küçük bir stüdyoya...

Yeni Küresel Devletçilik Üzerine Üç Okuma

Liberal dünya düzeninin çatladığı, devletin yeniden sahneye çıktığı bir...

Yeni Mülteci Yüksek Komiseri Kim Olacak? UNHCR Dönüm Noktasında

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), kuruluşunun 75. yılında...