Batı ve Türkiye’nin Rusya ile imtihanı

Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den bu yana yaşanan insanı kriz gün gittikçe derinleşti ve 21 Ağustos’ta Şam’ın Doğu Guta bölgesinde Esed güçleri tarafından gerçekleştirilen Halepçe vari kimyasal saldırı neticesinde yaşanan katliam ile en üst seviyeye ulaştı.

 

Esed rejiminin kimyasal saldırısı gerçekleşene kadar Suriye’deki insani drama bir gözünü kapatarak dalgalı söylemler zinciri üreten Batı dünyası, kimyasal saldırının ardından kırmızıçizgi retoriği ile askeri müdahaleyi gündeme getirerek, müdahale için zemin hazırlıklarını hızlandırdı. Aslında kimyasal saldırı sonrası yaşanan bu süreç, Suriye meselesinde Batılı ülkeler ve Türkiye başta olmak üzere Esed rejimine muhalif olan uluslararası toplumun Rusya ile olan imtihanını bir kez daha ortaya koydu.

Suriye meselesi, Türkiye ve Rusya

Suriye’deki krize ve krizin ortaya çıkardığı içler acısı insani drama bugüne kadar en yüksek sesi çıkartan ülke kuşkusuz Türkiye oldu. Her ne kadar dış politika anlamında Suriye meselesinde istenilen ortaya konulamasa da, insani yardım konusunda Türkiye krizin yaralarını sarmaya çalışan ülkelerin en başında geldi ve gelmeye devam ediyor.

Suriye’deki krizin çözümü konusunda Rusya’nın takınacağı tavrın önemini kavrayan Türkiye, bu doğrultuda süreç başındaki söylemleri ile Rusya’yı ikna edebileceği hissiyatına kapılarak Suriye meselesinin çözümünün ivedilikle hayata geçirilmesi için girişimde bulunmaya çalıştı. Fakat bu süreç Türk dış politikasındaki Rusya gerçeğinin bir kez daha gözler önüne serilmesinden öteye gidemedi. Kısa ve öz olarak, Rusya’nın pragmatizme dayalı ve duygusallıktan arınmış dış politikasına rağmen, Türkiye’nin sadece Türk lirası-Ruble ilişkisine dayalı ve hiçbir siyasi açılımı olmayan ilişkiler üzerinden Rusya’yı Suriye meselesinde ikna etme çabaları, Türk dış politikasındaki Rusya açığının yamanarak giderilemeyeceğini bir kez daha gösterdi. Rusların Türkiye’yi anlamaya 1711 yılında başladığını göz önünde bulundurur ve Türkiye’nin halen daha Rusya politikasında olması gerektiği gibi bir mesafe kat edemediğini düşünürsek, bu durumun Türkiye için sadece uluslararası problemler açısından değil aynı zamanda farklı coğrafyalarda üreteceği politikaların selameti açısından da önem arz ettiğini anlamış oluruz.

Batı’nın samimiyetsizliği ve Rusya gerçeği

Suriye krizi bağlamında Batı dünyası ve Rusya’nın karşılıklı duruşuna baktığımızda ise Batı’nın samimiyetsiz “Krizsavar” dış politika anlayışına karşı Rusya’nın pragmatik “Krizsever” dış politikasını görmekteyiz. Kimyasal saldırı sonucu yaşanan katliam ile Batı’nın “insan hakları ve demokrasi” çelik yeleğinin derin zarar görmesi sonucu ABD, İngiltere ve Fransa saldırı öncesindeki çarpık tutumlarını netleştirmek zorunda kaldı. Fakat Batı’da ortaya çıkan askeri müdahale kararının BMGK’da Rusya ve Çin’in vetosuna takılmasının ardından İngiltere Meclisi’nde reddedilmesi ve Başbakan Cameron’ın karara uyacağını açıklaması ile ABD’de Başkan Obama’nın topu kongreye atması, Batı’nın askeri müdahale konusundaki samimiyetini sorgu altında bıraktı. Çünkü BM’nin tarihinde geçmişte yaşanmış krizlere karşı BMGK’daki vetolara rağmen müdahalenin emsalleri bulunmaktadır. Buna örnek olarak 1950-53 Kore Savaşı sırasındaki müdahale gösterilebilir. BM içerisindeki gönüllü devletler Kore krizi zamanı Rusya ve Çin’in vetosuna rağmen “Barış İçin Birleşme (Uniting For Peace)” mekanizması sayesinde Kore’deki krize müdahale etmişlerdi. Suriye meselesinde ise Batı vetonun ardından özellikle Rusya’ya karşı tepki gösterdi ve bir nevi müdahale konusunu eline yüzüne bulaştırdıktan sonra bu beceriksizliliğini Rusya’nın vetosuna yükleyerek durumu kurtarmaya çalışıyor.

Oysa Rusya Suriye meselesinde başından beri elindeki malzemeyi geleneksel dış politika anlayışına uygun olarak kullandı ve halen de kullanmaya devam ediyor. Rusya BMGK’daki konumunun rahatlığı ile birlikte, izlediği iyi diplomasi yöntemleri ve net söylemleri ile Suriye meselesinde Batı’nın çarpık duruşunun aksine ulusal çıkarları doğrultusunda net bir duruş sergiliyor. Bu bağlamda, Rusya Suriye’deki krizden mümkün olduğunca yararlanmaya çalışacaktır. Çünkü Suriye, gitgide monokültürel bir yapıya dönüşen enerji merkezli Rus ekonomisinin nefes alabilmesi için önemli bir savunma sanayi ihraç pazarıdır. Diğer taraftan yaşanılan son süreç içerisinde kesin ve net olan bir diğer nokta ise Rusya’nın Suriye için herhangi bir savaş pozisyonu almayacağı gerçeğidir. Çünkü Suriye gerek ülke olarak gerekse de bölge olarak Rusya için bir Gürcistan ya da Güney Kafkasya değildir.

Sonuç olarak Batı, Suriye krizindeki beceriksizliğini ortadan kaldıramaz ve kriz daha da içinden çıkılmaz bir hal alırsa, kabahati Rusya’nın tutumunda aramaktan vazgeçerek Putin’in 2007 yılında 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda vurguladığı uluslararası hukuk ve tek kutuplu dünya düzeni hakkındaki söylemlerini yeniden okumalıdır. Çünkü ABD başta olmak üzere Batı’nın Suriye’de çuvallaması demek, Rusya’nın tek kutuplu dünya düzenine karşı sesini daha da fazla yükselteceği anlamına gelecektir. Bunun ilk adımını da, Batı’nın Rusya’yı ikna etmek için son şans gördüğü St. Petersburg’da yapılacak G-20 zirvesinde görebiliriz.

Uğur Ertaş

TUİÇ Akademiden Sorumlu Başkan Yardımcısı

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...