Atinalı Perikles (495-29) dönemi sonrasında yaşanan karışıklıkları hatırında hep tutan Sokrat, ancak bazı özel yetenekleri olan insanların “muhafız” yönetici olabileceği inancındaydı. Onun devlet başkanında aradığı temel özellik ise, “filozof-kral” idealiydi. Sokrat’a göre, kişinin seçilerek yönetici olması, mutlaka iktidarı hak ettiği anlamına gelmiyordu. Çünkü yöneticileri yeterliği aynı zaman da seçmen yeterliğine bağlıydı. Bu açıdan bakılınca, hocası Sokrat’ın hem faşist hem komünist nitelikli totaliter rejimlere ilham verdiği yargısı da çıkabilir.
Ancak bu yargı Sokrat’ın bütüncül olarak okunmadığı durumlarda anlamlıdır. Metafizik bir kavram olarak “adalet” ve epistemolojik olarak liyakat, Sokrat’ın daha öncelikli değerleriydi. Demokratik dönemle gelen, hukuku, belagat gücünün üstünlüğüne; hakikati, ikna yeteneğine indirgeyen sofistler de onun demokrasi ve topluma yararları konusunda şüpheci bakmasında rol oynadı. Sofistlerin dünyasında, gerçekliğine ikna ettikten sonra her şey gerçek olabilirdi.
Atina demokrasisinde Sokrat’ın eleştirdiği konuların başında onun demagojiye teslim olan yapısı, belagat ve siyasetin “hakikat”i aramak yerine kudret aradığı inanışı, seçimle her halükarda yetenekli insanların iktidara gelemeyebileceği ihtimali, seçmenin bilgi ve bilincinin gerçeği algılamadaki yetersizlikleri ve Atinalıların askeri gücünün zayıflığı gibi unsurlar yatıyordu.
Sokrat’ın ideal devletinde edebiyatçıların da yeri yoktu. “Mythos” (edebiyat) ve “logos” (felsefi söylem) arasında çatışmadan başka bir şey görmeyen Sokrat, “logos” lehine “mythos”u dışlamaktan ya da olacaksa, ancak “kratos” (yönetim) emrinde olmasından ve devlete yararlı olacak tarzda devam etmesinden yanaydı. Aksi halde edebiyatçıların sürgüne gönderilmesinden başka çözüm olamazdı.
Sokrat felsefesinin temelinde –devlet konusunda olduğu gibi– “hakikatin” yek düze ve değişmez olduğu inancı yatar. Duyu organlarının algıladığı âlemde, “idealar” âleminde var olan şeylerin sadece üçüncü dereceden kusurlu taklitlerinin olabileceğine inanan Sokrat, çok gerçekli ve çok sesli bir demokrasiye sıcak bakamazdı.
Sokrat’ın diyaloglarında var olan çok seslilik (“heteroglossia”) sadece tek bir sesin kendini ortaya koymasına, onun diğerlerine galebe çalmasına, o tek fikrin doğuşu için “ebelik” yapma amacına hizmet eder: Sokrat’ın sesi ve fikirleri. Onun anlayışında halkın bilgi ve bilinç seviyesi zaten düşüktür; doğru idareciyi seçecek basiretten mahrumdurlar. Bu nedenle Sokrat, iyi niyetli filozof-kral idaresinin diğerlerinden daha üstün olduğunu ifade eder.
Pederşahi bir bakışa sahip olan Sokrat, toplumdaki hiyerarşilerin bir değere tekabül etmesinden yanadır. Karl Popper’in Sokrat’ı modern totaliter rejimlere rehberlik ettiği, idealist olduğu ve “toplum mühendisliğine” yol açtığı yönünde suçlaması bu fikirlerinden dolayı olmuştur. Öte yandan, yirminci yüzyılda Sokrat’ınkine benzer şekilde iktidar-halk ilişkilerini, seçmen eğilimleri ve seçilenle ilişkilerini ele alan ciddi araştırmalar da vardır.
Dünyanın pek çok yerinde yönetici elitin, görev yetkisi ve kudretini sadece Tanrı’dan ya da hanedan asaletinden aldığına inanan mutlakıyetçi idarelerin, kendi teokratik düzenini kuran oligarşik, totaliter yönetimlerin olduğu zamanlarda, Eski Yunan ve Roma’daki uygulamalar istisnai idi ve günümüz Batı demokrasilerinin tarihsel temelini oluşturmuştur.
Demokrasi ve teokrasi arasındaki temel doktriner fark yöneticinin meşruiyetini sağlayan unsurun niceliğinde yatmaktadır. Gücünü ilahi kaynaktan aldığına inanan ve halkı bu şekilde ilahi gücün tartışılmaz gölgesi olarak yönetenlerin aksine, insanların seçtiği ve tartışılabilir, eleştirilebilir insanlardan oluşan yönetimlerin ortaya çıkmasıdır. Ancak hem doğrudan, hem temsili demokrasinin örneklerinde seçime katılanlar sınırlıydı ve etnik vatandaşlık esasına dayanıyordu. Kadınlar ve “barbar”ların vatandaşlık hakları zaten yoktu.
Eski Yunan’da demokrasinin en iyi tecelli ettiği mekân belki de tiyatrolardı. 20.000-30.000 kişiye kadar ulaşan izleyici kapasitesiyle Eski Yunan tiyatroları, halkın her kesimine açıktı ve onları eğlendirirken, verdiği mesajlarıyla günümüzdeki propaganda mekanizmalarına denk bir işlev de görüyordu.
Yunan trajedisi temalarında kaderci statükoyu desteklerken, Yunan komedisi statükonun eleştirisini yapan anarşist mahiyetinde idi. Fakat komedi, yazarının gelenekçi ve yenilikçi olmasıyla doğru orantılı olarak, bazen statüko karşıtı siyasetçi ve filozofları da parodilerde yerden yere vurabiliyordu.
Bu mekanizma öyle güçlü bir etkiye sahipti ki, statükonun “at sineği” olan Sokrat’ın önce hapsedilmesi, sonra da idama mahkûm edilişi ve ölümü, komedi yazarı Aristophanes’in çizdiği Sokrat rolüyle oldu. Onun Sokrat’ı ve felsefi metodunu müstehzi bir şekilde ele alan Bulutlar (420) adlı oyunundaki sözler, Sokrat aleyhindeki iddianamenin temel bakışını oluşturuyordu. Sokrat’ı yerden yere vuran ve aslında onun eleştirdiği sofistlerden birisi gibi takdim eden oyun sahnelenirken, Sokrat’ın kendisi de seyirciler arasındaydı. Eski Yunan’da demokrasinin edebiyatla gelen tezahürü, ifade özgürlüğünü ve o dönem toplumdaki tahammülün yaygınlığını gösteriyordu.
Edebiyatçı Aristophanes ile felsefeci Sokrat arasındaki bu çekişmeyi kendi lehine siyasi kazanca çeviren ise Savcı Meletus oldu. Meletus’un suçlamalarında Sokrat’ın sadece sofist değil, aynı zamanda gençleri yoldan çıkaran fesat ve dinsiz biri olduğu yatıyordu. Hiçbirisi de doğru değildi, ama jürinin verdiği karar sonucunda Sokrat mahkûm edildi.
Meşhur savunması sırasında, mahkemenin yanlı tutumuna derinden içerleyen Sokrat, idam öncesinde hapisten tavassutla kurtulması mümkünken, özellikle orada kalmayı tercih etti. Kendini yargılayıp mahkûm edenleri haklı çıkarmak, yaşamak uğruna fikirlerini küçük düşürmek istemedi. İdamını beklemeden, bizzat kendisi baldıran zehiri içerek hayatına son verdi. Hukuk ve demokrasinin Eski Yunan’daki en büyük şehidi ya da kurbanı Sokrat olurken, Eski Yunan tarihindeki bir parlak sayfayı siyasete kurban etti (469-399).
Rivayete göre, Sokrat’a yapılan bu haksızlığı davada hazır bulunan jüri anlayarak onu sonradan akladı ve Meletus’u sürgüne gönderdi. Kesin olan bir şey var ki, bugüne ulaşan Meletus değil, Sokrat’ın talebesi Eflatun’un yazdıkları ve Sokrat’a sevgisi kadar ona muhalif fikirleriyle meşhur talebesi Aristo oldu.
Sokrat ne kadar kendi felsefesiyle, kendinden önceki Yunan felsefesini sentezlemişse, onun talebeleri olan Eflatun ve Aristo Batı medeniyeti içinde en sistemli tez ve antitezi oluşturdular. Rönesans ressamı Raphael bu diyalektik geleneği yansıtan en iyi ressam oldu. Alfred Whitehead ise Sokrat’ın etkisini, belki biraz abartılı, ama berceste ifadeyle şöyle anlatmıştır: “Avrupa felsefe geleneği Sokrat’a yapılan referanslardan oluşur.”
Ancak Batı’dan başka Sokrat çıkmadı. Meletus’lar ise mebzul miktarda!
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi