6 Mayıs 2012’de gerçekleştirilen Parlamento seçimlerinin ardından ülkeyi içerisinde bulunduğu ekonomik krizden çıkaracak, özellikle de AB’nin ortaya koyduğu ve sosyal yönü neredeyse hiç olmayan ekonomik reform programını uygulama iradesine ve kapasitesine sahip ve halk nezdinde meşru görülecek bir hükümet oluşturamayan Yunanistan, içerisine düştüğü sosyo-ekonomik, siyasal ve toplumsal krizi aşabilme umuduyla 17 Haziran 2012 günü bir kez daha halka gitmiştir. Yunan halkı, içerisinde bulunduğu ekonomik kriz ortamını yaratan partilere ve aktörlere neredeyse hiç güvenmiyor olmasına karşın, gerek AB’den gelen baskılar, gerekse de içerisine sürüklendikleri krizden çıkış noktasında başka ne yapılabileceğini öngöremediğinden sandıklara gitmiş ve katılım oranının ancak %58’de kaldığı bir seçim sonucunda 7 partili bir parlamentonun oluşumunu sağlamıştır. Ortaya çıkan görüntü çerçevesinde zayıf bir koalisyon hükümetinin kurulması olası görünmektedir. Hâlbuki tüm sorumluluğu ve karar alma yetkisini elinde bulunduracak bir tek parti hükümeti, mevcut konjonktürde Yunanistan’ın en önemli ihtiyacıdır.
Gerçekleştirilen seçimler sonucunda Andonis Samaras’ın liderliğini yaptığı ve 6 Mayıs 2012’de gerçekleştirilen seçimler sonrası birçok milliyetçi, popülist ve neoliberal ismin kadrosuna katıldığı merkez sağ Yeni Demokrasi Partisi, ilk seçimlerde aldığı %18,85’lik oy oranını ciddi manada arttırarak %29,66’ya vardırmıştır. Bu sonuçla Yeni Demokrasi Partisi’nin 300 sandalyeli Yunan Meclisi’ndeki temsilci sayısı 129 olarak açıklanmıştır. Yeni Demokrasi Partisi’nin en önemli özelliği, AB tarafından ortaya konan reform programına sıkı sıkıya bağlı olması ve Euro Bölgesi’nden çıkıp Drahmi’ye geçme ihtimalinin konuşulmasının dahi karşısında oluşudur. Zira Yeni Demokrasi Partisi lideri Andonis Samaras da çok iyi bilmektedir ki, Yunanistan Euro’dan çıkıp Drahmi’ye geçerse, bu ülkesinin AB’den kopuşunun başlangıcı olacak ve Drahmi’nin kabulü sonrası Yunanlıların milli geliri %55 azalarak 19 bin Euro’dan 8.700 Euro’ya gerileyecektir. Bu süreç ekonominin %22 oranında küçülmesi ve mevcut konjonktürde %20,7 olan işsizliğin de %34’e yükselmesini de beraberinde getirecektir. Enflasyonun %32’ye yükselmesi ise Yunanistan’ın tabutuna çakılan son çivi niteliğini taşıyacaktır. Bu nedenle, Samaras’ın programını AB ile işbirliği içerisinde oluşturduğunu ve herhangi bir şekilde memoranduma gitmeden, halkın tepkisini de göze alacak bir şekilde Yunanistan’ın kurtuluşunu sağlamayı amaçladığını görüyoruz. Zaten Samaras’ın yaptığı konuşmalar, bir sağ partiden beklenmeyecek kadar realist ve öngörülebilir nitelikteydi.
Yunanistan’ın içerisine sürüklendiği ekonomik kriz sonrası siyasal arenada müthiş bir yükselişe imza atan ve merkez sol PASOK ile sol uçtaki Yunanistan Komünist Partisi’ni nispeten etkisiz birer eleman haline getiren Alexis Tsipras’ın önderliğindeki SYRIZA (Radikal Sol Koalisyon), ilk seçimlerdeki %16,78’lik oy oranının üzerine 10 puan daha ekleyerek %26,89 oy oranı ile 71 milletvekilini meclise sokmayı başarmıştır. SYRIZA’nın yükselişinin arkasındaki en önemli nedenler, halkın merkez sol PASOK’a olan güveninin tamamen sarsılmış olması, Tsipras’ın AB tarafından ortaya konan mevcut programı bu haliyle asla kabul etmeyeceğine dair yaklaşımı, Yunanistan Komünist Partisi (KKE)’nin mevcut konjonktürü kendi lehine çeviremeyecek ve işsizler ordusu ile gençlere hitap edemeyecek kadar dağınık, arkaik ve etkisiz olması ile açıklanabilir. Büyük çaplı kriz ortamlarında halkın genel anlamda tepki dürtüsüyle hareket etmesi ve radikal ya da yeni siyasal hareketlere destek vermesi de SYRIZA’nın çıkışını açıklayan nedenlerden biridir. SYRIZA lideri Tsipras, ilk seçimlerin aksine Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden ayrılmasına sıcak bakmadığını açıklayarak ve AB başkentlerine olumlu ve nispeten uyumlu mesajlar göndererek, başta PASOK olmak üzere diğer partilerden gelen oy potansiyelini kendisine çekmeyi bilmiştir. Yani SYRIZA, hem Komünist Partililerin hem de PASOK’luların oylarını toplamayı başarmıştır. Ortaya çıkan sonuç, mevcut kurtarma paketini uygulamayacağını açıklayan ve bu paketi uygulama niyetinde olan partilerle de koalisyon hükümeti içerisinde yer almayacağını belirten SYRIZA’nın anamuhalefet partisi haline geleceğini göstermektedir.
Merkez solda yer alan ve AB’nin öngördüğü reform programını uygulama alanına koyacağını belirten Evangelos Venizelos’un liderliğini yaptığı PASOK ise, ilk seçimlerin de gerisine düşmüş ve %12,8’lik oy oranı ile 33 milletvekilini parlamentoya sokmayı başarmıştır. Venizelos, seçimden önce yaptığı açıklamada SYRIZA’nın içerisinde olmayacağı bir hükümette yer almak istemediklerini ve seçimlerin ardından PASOK’un yeniden yapılanacağını belirtmişti. Ortaya çıkan sonuç, PASOK’un yeniden yapılanması gerekliliğinin altını çizerken, bu yapılanmanın yeniden milletvekili seçilen Yorgo Papandreu ile mi, yoksa Venizelos ya da başka bir isim etrafında mı gerçekleşeceği sorularını akıllara getirmiştir. Ancak kesin olan bir nokta şudur ki, eğer Yeni Demokrasi Partisi önderliğinde bir koalisyon hükümeti kurulacaksa, bu hükümetin ancak PASOK’un katılımı ile yapılandırılabileceğidir. Zira PASOK, Yunan sağı ile solu arasında bir denge unsuru olmasının yanı sıra sahip olduğu 33 milletvekili ile Yeni Demokrasi’nin bir hükümet kurmasını sağlayabilecektir. Zira böylece kurulacak hükümetin 300 sandalyeli mecliste 162 kişilik bir desteği olacak ve güvenoyu alınması için gerekli salt çoğunluğun üzerine çıkılacaktır. PASOK’un hükümette yer alması için, önümüzdeki günlerde, gerek cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’tan gerekse de AB’den çok ciddi baskı gelecek gibi görünmektedir.
Gerçekleştirilen seçim sonucunda, Yeni Demokrasi’den ayrılan ve AB’nin kurtuluş için öngördüğü reçeteye karşı çıkan isimlerin oluşturduğu Aneksartiti Ellines (Bağımsız Helenler), oyların %7,51’ini alarak 20 milletvekilini parlamentoya sokmuştur. Dünya görüşleri (ideoloji) açısından merkez sağdaki Yeni Demokrasi’den herhangi bir farkı bulunmamasına karşın, AB’nin öngördüğü reform paketine karşı çıkan ve Yeni Demokrasi’yi yöneten isimler ile siyasal anlaşmazlık içerisine düşen bir kadronun kurduğu bu partinin siyasal süreç içerisinde çok da etkin olması beklenmemelidir. Yunanistan’daki aşırı sağcı-ırkçı kesimin temsilcisi Hrisi Avgi (Altın Şafak) ise “führer” diye anılan ve başta “kraliçe şehir” olarak adlandırdığı İstanbul olmak üzere İzmir ve Karadeniz Bölgesi’ni Türklerden almak gibi hülyalar kuran lideri Nikos Mihaloliakos’un önderliğinde %6,9 oy oranına ulaşmış ve 18 milletvekilliği kazanmıştır. Bu partinin yükselişi, kriz ve toplumsal çalkantılar esnasında yükselişe geçen milliyetçiliğin Yunanistan’daki izdüşümü olarak görülmelidir.
Demokratik Sol Parti (DİMAR) ise AB yanlısı tutumu ile PASOK’un rolünü içselleştirmeye çalışmış ancak yeterli başarıyı gösterememiştir. %6,25 oy oranı ile sadece 17 milletvekilliği kazanan bu parti, Yeni Demokrasi ile PASOK arasında kurulabilecek bir koalisyon hükümetine destek verebilir. Yunanistan Komünist Partisi ise, kendisi açısından olabilecek en iyi ortam ve senaryo ile seçimlere girilmesine karşın, gerek öngördüğü programın arkaik yapısı, gerek iç çekişmeler, gerekse de komünizmin halk tarafından cazibesini kaybetmiş bir ideolojik yaratı olarak görülmesi nedeniyle başarısız olmuş ve %4,51’lik oy oranı ile ancak 12 milletvekilliği elde etmiştir.
Yunanistan’ın içerisinde bulunduğu konjonktürde, siyasal kontrolü ele alacak ve AB ile işbirliği içerisinde gerekli reform iradesini gösterebilecek bir hükümetin oluşumu çok önemlidir. Zira bu ülkenin krize karşı göstereceği tutum ya da direnç, İspanya, İtalya, İrlanda, Portekiz gibi ekonomik krizle boğuşan ülkelere de bir örnek olacak ve Euro Bölgesi tartışmaları ile sarsılan AB’nin geleceğini ne yönde şekillendireceğini açıkça ortaya koyacaktır. Yani, bugün itibarıyla AB idealinin geleceği Yunanistan’da düğümlenmiştir. Gordion’un Düğümü’nü ancak Avrupa kültürünün yaratıcısı olduğu söylenen Yunanlılar çözebilecek gibi görünmektedir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü