2008 yılında Amerika’da bankların batmasıyla birlikte başlayan ve tüm dünyayı saran ekonomik kriz; Yunan bankaların, sigorta şirketlerinin ve dev tekellerin art arda iflası ile Yunanistan’ı da bu büyük fırtınanın içine almıştır. Öyle ki bu krizle birlikte şirketlerin bankaların iflasından da öte devletlerin iflası gündeme gelmiştir. Yunanistan’da 2008 yılında kendini hissettiren mali kriz, 2009 yılında piyasalarda her alanda reformu zorunlu hale getirmiştir. Ancak ne bu reformlar ne de AB güvencesi bu fırtınanın yıkıcı etkisini durduramamıştır.[1]
Krizin bu denli büyük yıkımlarla Yunanistan’da yaşanmasının sebebi olan küresel bağlantılarının dışında sürdürülen ulusal ekonomi programları ve Yunanistan’ın siyasi istikrarsızlıkları krizin büyük aktörlerindendir. Yunanistan’ın verdiği raporlarda istatistiklerle oynaması, ülke çapında yeterli sanayileşmenin olmaması, sahip olduğu memur sayısı ve onların esnek çalışma koşulları gibi lüks tüketim göstergeleri, AB üye ülkeleri arasında en zayıf halka olduğunu net bir biçimde göstermiş ayrıca da yaşanan kriz AB içinde yeniden bir dizaynın gerekliliğini vurgulamıştır.[2]
Öncelikle Yunanistan’ın yaşadığı krizin nedenlerini kabul edilen en genel ifadeler ile sıralayacak olursak; Yunanistan’da son yıllarda aşırı artan kamu harcamaları, yine bu dönemde kamu çalışanlarının maaşlarının iki katına çıkartılması, vergi kaçakçılığının ulaştığı boyutun gelir vergisinde yarattığı boşluk, yaşanan küresel ekonomik krize Yunanistan’ın hazırlık yakalanması, bütçe açığı rakamlarının AB standartlarında belirlenenden rakamın tam dört katı olması diyebiliriz.[3]
Bu krizin Yunanistan merkezli yaşanmasının ardından ortaya çıkan bazı ülke içi uygulamalar özellikle Almanlar tarafından çok eleştirildi. Yunanistan kurtarma planının mali yardım paketinin en büyük hissedarı olarak krizin sebeplerini ve krizi doğuran ortamı çok defa gündemine taşımıştır. En büyük başlık olarak ele alınan yolsuzluk, ülke ekonomisinin karmaşasının nedenini en net şekilde açıklama yöntemi olarak kabul edilmiştir. Bilhassa, ‘fakelaki’ ve ‘miza’ diye literatürde yer alan bu iki ödeme oldukça ciddi tartışmalara sebep olmuştur. Fakelaki; kelime anlamıyla küçük bir zarf demektir. Yani eğer bir vergi denetçisiyle iş yaparken ya da doktora muayene olmak istediğinizde sorunla karşılaşıldığında yapılan ödemedir. Miza ise; fakelaki gibi küçük bir ödeme olmamakla birlikte çok daha büyük işler için kullanılırdı. Özellikle büyük yabancı şirketlerin iş yapabilmesi ve büyük devlet ihaleleri için miza kaçınılmaz bir zorunluluktur. Resmen rüşvetin işlediği bir sistemde en büyük aktörlerden biri de Alman sanayi şirketleridir. Alman şirketleri ve Yunanistan arasında rüşvet fonlarının Yunan bankalarında ele geçirildiği ‘siemens’ skandalı gibi tespit edilmiş onlarca örnek vardır. [4]
Tüm bunlar Yunanistan’ı yardımların beklendiği bu süreçte zor durumda bırakırken, AB’yi de bölmüştür. Üstelik ciddi reform çağrıları ve ulusal çıkarların öncesinde AB çıkarlarının önemli olduğu söylemi güçlenmiştir. Yaşanan kriz beraberin de onlarca soruyu, soru işaretini ve çözüm önerilerini getirdi. AB ortak pazarı ve Euro bölgesinde yaşanan bu kriz üye ülkeleri de ciddi şekilde tehdit ediyordu. Yaşanan kriz ortamın da Avrupa Birliği hangi yoldan gideceğini şaşırmış önceliğini belirlemek zorunda kalmıştır. Yunanistan’ın kurtarılması, Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinin desteklenmesi, İspanya ve Portekiz’in krize girmesinin engellenmesi için üretilecek mali politikaların, Euro’nun Dolar karşısındaki değerini etkileyerek dolar kaynaklı “carry trade” dalgasının geri çekilişini hızlandırarak piyasaları yine alt üst edebilir. Yani özünde kabul edilen sonuç ise bu krizin bir Yunanistan ekonomik krizi olduğu kadar AB krizi olduğuydu. Çünkü batmakta olan para birimi ortak kullanılan Euro, ölüm döşeğindeki hasta AB’nin bugünlere taşıdığı çocuğu Yunanistan ve hastalığı ise oldukça bulaşıcıydı. Kollar sıvanmış hem kısa vadede krizden kurtulma programları hem de uzun vadede kontrolü ele alarak kriz tehlikesini ortadan kaldıracak edecek reform paketleri hazırlanmaktadır. Hazırlanan programlarda Yunanistan’dan ciddi bir kemer sıkma politikası yürütmesi istenirken bir taraftan da hazırlanan yeni uygulamalara uyması beklenmektedir.
Yunanistan’ın kurtarılması işi özellikle Almanya ve Fransa arasında ciddi bir tartışmaya sebep olurken İngiltere gibi Euro bölgesi dışından olan ve AB bütünleşmesine şüpheci yaklaşan ülkelerin bile karşı çıkamayacağı reform önerileri hazırlanmıştır.
Almanya’ya göre; bu süreçte Yunanistan’ın sorumsuzluklarının bedelini ödemeli, sıkı reformlar ile birlikte ekonomisinin içine girdiği kriz ortamından kendi başına çıkarmalıdır. Fransa’nın önderliğinde ileri sürülen bir diğer görüş ise Yunanistan için tüm üye devletler bir araya gelerek yardım etmeli, her devlet payına düşen sorumluluğu üstlenmelidir çünkü bu durum birlik olmanın getirdiği bir zorunluluktur. Ancak bu iki ayrı görüşün birleştiği nokta ise; Yunanistan’ın bu krizde büyük suçlulardan olduğudur. Özellikle de Ekonomik ve Parasal Birlik üyesi olmak adına resmi istatistikler üzerinde oynadığı oyunların ortaya çıkmış olması diğer üye ülkeler açısından güven kaybına sebep olmuştur. Ayrıca AB üyesi olduğu günden itibaren her dönem standartların altında olan Yunan ekonomisi adeta tüketim ekonomisine dönüşmüş ve en sonunda da kamu maliyesinin çöküşü ile krize girmiştir. Üstelik AB alınan fonlarında kullanımında ki çarpıklıkların boyutu tüm bunlara eklenmiştir.[5]
Krizin iyiden iyiye hissedildiği dönemde Yunanistan iç politikasının kurtuluş adına sunduğu çözüm erken seçim olmuştur. Karamanlis hükümetinin yerine geçen Papandreu hükümeti, krizden çıkış için gereken önlem paketini açıkladığında ülkede ciddi bir karşıt grup oluşmuş protestolar grevler düzenlenmiştir. Ancak ne önlem paketleri ne uyarılar ne de protestolar derinleşen krizin hızını düşürmekte yeterli olamamıştır.[6]
İyiden iyi krizle sarmalanan Yunanistan’ın için diğer bir büyük tartışma ise; kurtarıcısı AB mi yoksa IMF mi olacak? Aslında AB üyesi ülkeleri IMF’nin yardımının AB için imaj zedeleyici bir hareket olarak görmüş, Euro Bölgesinin kendi sorunlarını kendi başına çözemeyeceği izlenimini vereceğinden dolayı IMF desteğine karşı çıkmışlardır. Ancak Almanya’ya göre ise bu durum tam tersi diğer üye ülkeler için kötü örnek teşkil edebilir uzun vadede daha ciddi sıkıntılara kapı açabilirdi. 25-26 Mart 2010 tarihinde yapılan AB Zirvesi öncesinde ayrılıklar yaşanmış olsa da sonuç olarak hem Almanya’nın Zirve katılım şartı olan IMF’den 20 milyar Euro kredi verileceği hem de AB üye ülkelerinin desteği ile AB’den 30 milyar Euro düşük faizli kredi verileceği açıklanmıştır.[7]
Alınan yardım kararlarına varılan mutabakata rağmen Fransa ve Almanya arasında gerginlik tamamen ortadan kalkmamış aksine Fransız Maliye Bakanı Christine Lagarde’in Almanya’yı birlik çıkarlarını gözetmemekle suçlaması ve ticaret fazlasını verdiğini ifade etmesi ile gerginliğin dozu artmıştır. Bu durum yani Fransız-Alman rekabeti bir taraftan Avrupa projesini ettiği eleştirilerine maruz kalırken bir taraftan da çok da mühim bir durum olmadığına dair farklı görüşler belirtilmiştir.
Focus dergisine röportajı yayımlanan AB uzmanı Alman Schwarzer’e göre; bu ayrılığın nedeni tamamen siyasi kimlik ile alakalıdır çünkü ona göre Fransa AB’nin bağımsızlığı kavramını ve de kendine güven duygusunu daha fazla ön planda tutuğu için tavırları daha siyasi ve tepkisel bir renk içindedir. Ancak Almanya buna karşılık risk ve minimizasyon gibi ekonomik konulara daha fazla öncelik verdiği için bu tip konularda daha soğukkanlı bir tavır ve duruş sergilemektedir.
Almanya’nın diğer üyelerin her birinden daha fazla ekonomik bir hacime sahip olması onu siyasi platformda da güçlü kılmaktadır ayrıca bu tür konularda kararları konusunda ısrarcı olması da mali yardım paketinden en büyük dilimi onun karşılayacağı gerçeğiyle doğru orantılıdır. Üstelik Alman basınının bu konularda yaptığı, ‘sorumsuz politikalar için bedel ödeme zamanı’ gibi karşıt propagandalar ve basına halkın desteği alınacak yardım kararlarını zora sokmaktadır.
Fransa ise bu konuya daha farklı bir bakış açısıyla ‘Birlik’ olma sorumluluğu üzerinden değerlendirmeler yapmaktadır. Sürekli olarak yardımlaşma yükümlülüğünü hatırlatırken özellikle Yunanistan’a yardım edilmemesi durumunda çok daha ciddi sıkıntılar yaşanacağını ileri sürmektedir. Ancak Yunanistan’a yapılacak yardımın IMF çatısından yapılmasını, ABD’nin etkin olduğu bir kurumdan AB üyesi bir ülkeye yardım istenmesini ABD üstünlüğünü kabul edilmesi olarak algılanacağı korkusuyla ve de iç işlerine müdahale tehdidi ile kesinlikle reddetmektedir. Üstelik IMF başkanı Dominique Strauss Kahn’ın 2012 seçimlerde Sarkozy’nin kendisine rakip olma ihtimalinden dolayı tamamen kişisel bir duruştur.
Fransa bu rekabeti daha güçlü yürütebilmek adına Alman Rus ilişkilerine nispeten, İtalya’yı kendi saflarına alarak daha dengeli bir eksen oluşturma çabası yürütmektedir. Bu süreçte Fransa Yunanistan’ın batmış hisse senetlerini satın alarak ikili olarak ta elinden gelen tüm çabayı gözler önüne sermiştir.[8]
Özetle, sorumsuz ve disiplinsiz politikaları sürdürülemez hale gelen Yunanistan’ın iflasın eşiğine gelmesiyle ortaya çıkan AB içindeki eksiklikler hazırlanan reform paketleri ile giderilmeye çalışılmaktadır. Yunanistan yaşadığı bu kriz geriye kalan 26 üye için hem gerekli önlemlerin alınabilmesi adına güzel bir uyarı hem de ekonomik ve coğrafi yakınlıktan dolayı ciddi bir tehdittir. Yani, ilk genişleme dalgasının ferdi olan Yunanistan üyelik bakımından tarihi tecrübesine rağmen AB Standartlarına ayak uyduramamış olması alınacak önlemlere rehberlik edebilecek büyüklükteyken AB yeniden dizaynın vaktinin geldiği gerçeği artık kaçılmaz bir hal almıştır.
Hilal YILDIRIM
Bahçeşehir Üniversitesi
Avrupa Birliği İlişkiler Bölümü
{jcomments on}