Yayın yılı 2003 ve yayın hakkı Şeçkin yayıncılığa ait olan, Yugoslavya Neden Parçalandı- Balkan Dramının Perde Arkası, Doç.Dr. İrfan Kaya Ülger’in en önemli kitaplarından biridir. Bu kitapta Ülger dil, mezhep, etnisite ve kültür bakımından dünyanın en karmaşık bölgesi olan Yugoslavya’nın neden parçalandığı sorusuna cevap aramaktadır.
Tito, kendi döneminde tek partili yönetim altında “Yugoslav” üst kimliği ile bir bütünlük sağlamaya çalışmış, fakat “Yugoslavya altı cumhuriyet, beş ulus, dört dil, üç din, iki alfabe, bir siyasal parti ve bir Yugoslav’dan(Tito) ibarettir.” sözünden de anlaşılacağı gibi bu konuda pek başarılı olamamıştır. Özellikle Tito’nun son dönem politikaları, milliyetçi faaliyetleri arttırmaya başlamış, Tito başarısız görülmüş, 1980 de ölümü de dağılmayı hızlandıran etken olmuştur. Tito dönemine daha fazla yer ayrılan kitap, alt başlıkları da içerisinde barındıran dört bölüm ve üç ekten oluşmaktadır. Tahmin edildiği gibi birinci bölümde, Yugoslavya halklarının kısa tarihinden söz edilerek Osmanlı öncesinde Balkan coğrafyasında yaşayan topluluklardan, bölgenin hem stratejik önemi hem de zenginlikleri bakımından Gotlar, Hunlar, Bulgar ve Arapların yapmış olduğu akınlardan bahsedilmiştir. Sonrasında bölgede Osmanlı hâkimiyetinin kurulmasıyla birlikte artan göç oranından bahseden Ülger, bundaki etkenin Osmanlı’daki “millet sistemi” olduğuna da değinmiştir. İlber Ortaylı’nın ‘Osmanlı da Millet Sistemi’ başlıklı konferans tebliğinden alıntı yaptığı açıklamasında Ülger, ”Cemaat üzerinde dini liderin hem eğitiminde hem de hukuksal sorunlarda karar verici olduğu sistem, gayrimüslim teba’aya günlük yaşamlarında ve inançlarında serbestlik öngörüyordu. Bu sistem de devletin temel görevi vergi toplamak ve düzeni korumaktı. Reaya konumunda bulunan halklar askerlik hizmetinden muaf tutuluyor ve buna karşılık Müslümanlardan farklı olarak vergi ödüyorlardı.”diyerek heterejon yapı içerisindeki düzenin nasıl sağlandığı konusunda, Roma hukukunda “Türkokratia” olarak geçen ‘millet sistemi’ hakkında bizleri bilgilendiriyordu. Ayrıca bu bölümde Ortadoksluk ve Katoliklik arasına sıkışmış olan, Bogomil öğretisine yakınlığı nedeniyle de Müslümanlığı tercih eden Bogomillerden yani günümüz Boşnak Müslümanlarından, ulusçuluk hareketleriyle beraber çok uluslu devletlerin yıkılışına ve en önemlisi de Birinci Yugoslavya olarak anılan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın kurulmasında da bahsetmiştir.
Avusturya-Macaristan egemenliğinde Cermenleşme tehdidi altında olan Slovenlerin, Macarlaşma tehdidi altında olan Hırvatların tek bir çatı altında birleşme fikri, kendi kimliklerini ortaya koyabilme umudu idi. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte 1918 yılında Birinci Yugoslavya’nın kurulmasıyla ünlü Sırp Devlet adamı Iliya Grasinin, 1800’lü yıllarda ilk defa ortaya attığı ”Tüm Sırpların tek bir devlet altında birleştirilmesi” anlayışını fiiliyata geçirmeye çalışılan Karayorgiyeviç Hanedanlığı önderliğindeki Sırplar, Sırp milliyetçiliğini arttırdığı gibi tepkilere de neden oluyordu. Ustaşa, Partizan ve Çetnik hareketleriyle artan karmaşa İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürmüş ve Tito’nun iktidarlığı ile de engellenmiştir.
Anlaşılacağı üzere kitabın ikinci bölümü tamamen Tito dönemine ayrılmıştır. Tito dönemi kesinlikle 1918-1941 döneminden farklıydı. Uluslara ve azınlıklara eşit mesafeli yaklaşılmış, sosyalist piyasa ekonomisi, öz yönetim, federalizm, bağlantısız dış politika gibi anlayış ve reformlar sosyalist ideolojinin birçok alanda ‘ilk’ örnekleri olmuştur. Tito’nun iş başında olduğu 1945-1980 yılları ‘Yugoslav’ halkının altın yılları olarak tabir edilir. Stalinist anlayışa daha doğrusu Sovyet tipi standart ve merkeziyetçi komünist örgütlenmeye bir tepki niteliğinde olan Tito reformları, başlarda “Stalinist politikalar” olarak anılmış sonraları “sosyalizmden sapma” olarak değerlendirilmiştir. Böylelikle Tito’nun amacının yeni bir ideoloji yaratmak olduğu açıktır.
Tito’nun 1980’de ölümüyle birlikte sistem yürümemiş, ayrılık sesleri yükselmeye başlamıştır.
Kitabın üçüncü bölümünde de dağılmanın gerisinde yatan faktörler dile getirilmiştir. 1981 Mart ve Nisan aylarında Arnavutların eylemi ve eylemin bastırılması, Sırpların hâkimiyetçi ve merkeziyetçi anlayışları, Sırplar tarafından Tito döneminde Kosova ve Voyvodina’ya verilen özerkliğin kaldırılması, Hırvat ve Slovenlerin ekonomik sıkıntıların yükünü çekmek istemedikleri gibi birlikten ayrılmak istemeleri, Bosna, Makedonya ve Karadağ’da yükselen sesler, Milliyetçiliğin hat safhaya ulaştığının göstergesi olduğu gibi dağılmanın da adımlarıdır.
Çok partili siyasal yaşama geçiş birliği ayakta tutmaya yetmemiş aksine, milliyetçi akımlar siyasi parti şeklinde örgütlenmeye başlamıştır. Hem ordu hem partiler hem de cumhuriyetler arasında ciddi fikir ayrılıkları olan bu aşamada Ülger, kitabın dördüncü bölümünde Uluslararası Toplumun İkilemi ve Adım Adım Parçalanma başlığı altında Hırvatistan’ın gerek Federal ordu gerekse Sırp baskılarına aldırış etmeden bağımsızlık ilanını ve Almanya’nın da bu bağımsızlığı tanımasıyla parçalanmanın uluslararası bir boyut kazanarak devam etmesini dile getirmiştir.
Avrupa Topluluğu, cumhuriyetlerin ayrılık talepleri karşısında uluslararası sınırların ve toprak bütünlüğünün korunmasına vurgu yaparak “Yugoslavya sınırlarının güç kullanılarak değiştirilmesinin asla kabul edilmeyeceğini” dile getirse de bağımsızlık ilanlarını tanımaktan da geri kalmamıştır. Bu ikilem Dayton Anlaşmasına hatta sonrasına kadar sürecek, derinlikten yoksun bir tavırdır. Belki de bu durumun en büyük nedeni ulusların kendi geleceğini belirleme (self determinasyon) ilkesinin sınırlarının ne olduğunun Yugoslavya için kestirilememesidir.
Hırvatistan ile birlikte Slovenya’ da bağımsızlığını ilan etmiş, sıra Bosna Hersek’e geldiğinde bu iki devletin bağımsızlığını hazmedemeyenler sanki tüm hıncını bu devletten çıkarmaya çalışmıştır. Tüm baskılara rağmen 3 Mart 1992’de Bosna Hersek bağımsız olmuş, Makedonya ve geriye kalan iki devlet Sırbistan ve Karadağ’da Yeni Yugoslavya adıyla bağımsızlıklarını ilan ederek uluslararası kamuoyuna duyurmuştur.
Bu ayrılığı bir türlü kabullenmek istemeyen Sırbistan ve kendilerini Yugoslavya’nın toprak bütünlüğünün teminatı olarak gören Federal ordu, bir tek Sırp’ın dahi olduğu her yerde eylemler ve ayaklanmalar yapmış, Hırvatistan’da başlayan ve Bosna Hersek’e sıçrayan çatışmalar iç savaş boyutuna ulaşmıştır. Ülger’in ‘Bosna Hersek Dramı’ olarak bahsettiği ‘olay’ da böylece Avrupa’nın göbeğinde duyarsızlaşan dünyanın gözü önünde cereyan etmiştir. Geri dönülmez bir şekilde Yugoslavya Cumhuriyetlerinin konfederal bir çatı altında bir araya gelme ihtimali de ortadan kalkmıştır.
Üç buçuk yıl boyunca kanlı bir şekilde devam etmiş olan bu savaşı ayrıntılı bir şekilde incelemiş olan ve sorumlusunun Sırpların olduğunu söyleyen Ülger, kitabın son kısmında da Kasım 1995’de Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman, Bosna Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç ve Sırbistan Devlet Başkanı Slobodon Miloşeviç’in ABD’nin Dayton kentinde bir araya gelerek Bosna Savaşı’nı sona erdiren Dayton Anlaşması’nın hem Türkçesine hem İngilizcesine yer vererek günümüz Bosna Hersek’in idari ve siyasi yapısını anlamamızı sağlamıştır. Ayrıca Anlaşma metinlerine ek olarak tarafların birbirlerine ve gözlemci ülkelerin yetkililerine, anlaşma hükümlerine uyacaklarını taahhüt ettikleri mektupların orijinallerine de yer verilmiştir.
Sonuç olarak kitap çok uzun olmamakla birlikte modern tarihe damgasını vuran Yugoslavya’nın dağılma sürecini genel hatlarıyla ve akıcı bir üslupla incelemiş, ders kitabı olma misyonunu da üslenmiştir. Balkanlara genel bir giriş yapmak, Balkan coğrafyasının dününü anlamak bugününe ışık tutmak ve Yugoslavya’nın dağılışını ele alınan farklı başlıklar altında okumak isteyenler için güzel bir başlangıç olacağı düşüncesindeyim.
TUİÇ-BALKAM Genel Sekreter
Dilek KÜTÜK