Yugoslav Savaşları’nın ardından geride bıraktığımız yıllar eski Yugoslavya ülkeleri için oldukça sakin geçti. İçinde bulunduğumuz günlerde, bölge ülkeleri için AB üyeliği hayalleri Yugoslavya nostaljisinin yerini almış gibi görünüyor.
1 Temmuz 2013 itibarıyla Hırvatistan AB’nin 28. üyesi olarak topluluğa girmiş bulunmakta ve tüm dikkatler artık Sırbistan ve Bosna-Hersek’e çevrilmiş vaziyette. Şayet Sırbistan’ın ve Bosna-Hersek’in AB hayalleri gerçekleşirse şüphesiz ki bu ikilinin AB yapısı içerisinde takınacakları tutum merakla beklenmektedir.
Hırvatistan’ın AB üyeliğinin hemen ardından akıllara şu sorusu geldi: Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna-Hersek uzun yıllar Yugoslavya’nın politik çatısı altında bulunmuşken nasıl oldu da Hırvatistan ve Slovenya eski Yugoslavya ülkelerine göre bir anda bu kadar farklılaştılar?
Muhtemelen bu sorunun cevabını Slovenya ve Hırvatistan’ın dilsel, dinsel ve kültürel kimliklerinde aramak yerinde olacaktır. Her şeyden önce Hırvatistan ve Slovenya “Yugoslav günlerinden” beri milli kimlikleri öbür üye ülkelere nazaran çok daha batılıydı. Şüphesiz ki bu iki ülkenin Latin Alfabesi kullanmaları, geniş oranda Katolik inancını benimsemeleri Batı Avrupa tarafından son derece sempatiyle karşılanmıştır. Daha açık bir ifadeyle Batı Avrupa ülkelerine göre bu iki ülke eski Yugoslavya’yı oluşturan tipik Balkan ülkelerinin çok ötesindeydiler.
Öte yandan göreceli olarak gelişmiş ekonomileri de Yugoslav ekonomisinin genel özelliklerinden farklılık arz ediyordu. Bu iki ülkenin bahsedilen artıları onların AB üyelik süreçlerini ciddi anlamda hızlandırmıştır demek yerinde olacaktır.
Tam bu noktada Hırvatistan ve Slovenya’nın AB üyeliklerinin ardından Sırbistan ve Bosna-Hersek’in durumları ne olacak sorusu politik zihinleri ziyadesiyle yormaktadır.
Öncelikle bir nokta artık açıklığa kavuşmuştur ki artık etnik milliyetçilik ve savaş paranoyası eski Yugoslavya ülkeleri için kabul gören siyasal enstrümanlar değildir. İkinci önemli nokta ise hem Sırbistan hem de Bosna-Hersek dış politika yapıcıları AB üyeliğini gerek 1990’ların kötü izlerini silmek için gerekse de ülkelerinin modernizasyon süreçlerini hızlandırabilmek için kilit unsur olarak görmektedirler.
Her ne kadar siyasal elitler açısından etnik milliyetçilik kartı geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiş olsa da bölge halkları açısından hala alınması gereken uzun bir yol göze çarpmaktadır. Özellikle Brçko Bölgesi ve Preşeva gibi etnik açıdan kilit öneme haiz şehirler her zaman için etnik çatışmaya yol açabilme potansiyeline sahiptir. Sırbistan açısından olumlu bir gelişme savaş suçlularının yakalanmasına ilişkin problemlerin çözülmüş olmasıdır.
Öte yandan ne yazık ki Bosna-Hersek için mevcut durum çok umut verici değildir. Öbür eski Yugoslavya ülkelerinin aksine Bosna-Hersek’in milli bütünlüğü halen uluslararası toplumun bölgedeki varlığına ve dış yardımlara sıkı sıkıya bağlıdır.
Ekonomik nedenlerden ötürü uluslararası toplumun bölgeden çekilmesi durumunda Bosna-Hersek’in yeniden yapılanma süreci ve haliyle AB üyelik süreci çok ciddi bir yara alacaktır. Hatta AB üyeliğinin Bosna-Hersek için bir ütopyadan ibaret olması olasıdır.
Sırbistan ve Bosna-Hersek ekonomilerinin kırılganlığı ve bunun yanında insan hakları ihlalleri elbette ki AB açısından kabul edilemez eksikliklerdir ancak iki ülke için de en umut verici nokta ülke siyasi elitlerinin AB üyeliği konusundaki samimi istekleri ve çabalarıdır.
Son tahlilde her iki ülkeyi de çok zorlu bir müzakere süreci bekliyor olsa da, Sırbistan’ın AB yolunda Bosna-Hersek’e göre biraz daha önde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Her iki ülkenin de demokrasinin konsolidasyonu, hukukun üstünlüğü ve milli ekonomileri üzerinde yapacakları ilerlemeler bu ülkelerin AB’ye ne zaman üye olacakları sorusunun cevabını verecektir.
Bosna-Hersek açısından ise kendi kendine yeten bir devlet olabilme hususunda Dayton sistemi Bosna’nın en büyük problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce Bosna-Hersek, işler bir devlet sistemine sahip olabilmek adına gerekli modernizasyon çalışmalarına ve ekonomik kalkınmasına hız vermek durumundadır.
Şüphesiz ki AB’nin kendine has dinamikleri de önümüzdeki genişleme dalgasının zamanlamasını ve içeriğini belirleyecek en önemli unsur olacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl GÜZELİPEK
Çankırı Karatekin Üniversitesi Öğretim Üyesi