Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yükleyen ile Avrupa’da Selefilik

 

Ayşe GÜN : Selefilik tam olarak nedir acaba?

Yrd. Doç. Dr. Ahmet YÜKLEYEN: Quintan Wiktorowicz’e göre Selefiliğin üç çeşidi var. İlk olarak Suudi krallığına bağlı olan Selefiler var. Bunlar apolitik ve cihada karşılar. Fakat onlara karşı olan bir grup oluştu; siyasi, Suud Krallığından bağımsız olan Selefiler. Bunlar zaten daha büyük olan bu grup. Bir de üçüncü bir grup var, cihatçı Selefiler. Ama bunların hepsi Selefi aslında. İşin en kritik yanı bunların arasında birbirilerine geçişler var, birbirlerine ikna etmeye çalışıyorlar, yani her yönlü geçişler oluyor.

Avrupa’dan cihada katılanların profilleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Özellikle Hollanda’da ama dolaylı olarak Almanya’daki Selefi hareketi ile genel olarak saha çalışmalarım oldu. Orada gördüğüm bazı şeyler var. Tabii Selefi olan herkes cihada katılmıyor. Ama şunu biliyoruz; cihada katılanlarla Selefi harekete katılanların özellikleri neredeyse örtüşüyor. Avrupa’dan cihada katılanların genel özelliklerini söyleyebiliriz. Yaş ortalamaları çok düşüktür. Çoğunlukla 15 ve 20 yaşlarında olan gençler görüyoruz. 40 yaş ve üzeri insan çok nadiren bu hareketin içerisine giriyor. Dolayısıyla bu gençlik boyutu önemli. İkinci olarak bahsedilen kitle belli seviyede eğitimli insanlar oluyor. Okuması ve yazması kesinlikle olan, orta okul ve lise eğitimi de alan gençlerden oluşuyor. Önemli bir kısmının da üniversite eğitimi de aldığını da görebiliyoruz. Dini bir eğitim aldıklarını veya dini bir “background”dan gelmediklerini görüyoruz. Aslında bir çoğu seküler ailelerden geliyorlar. Ailesi dindarken sonradan gittikçe kökten dinci olunmuyor. Bir anda dönüşüm geçiriliyor. Hayatlarında ciddi bir şokla dönüşüm geçiren ve “reborn muslim” tecrübesini yasamış insanları görüyoruz. Bu durum bir kaza, ciddi bir hastalık veya ailedeki birinin ölümü olabiliyor. Travmadan dolayı bir arayışa giriliyor ve arayışın sonunda buldukları şeylerden bir tanesi Selefilik veya sonunda cihatçılar oluyor. Genel olarak Selefiler’in biyografileri ile ilgili bu özellikleri söyleyebiliriz.

Eğitimli bir kitleden bahsettiniz. Burada nasıl bir eğitimden bahsediyoruz? Üniversite okumuş bitirmiş kişilerin sayısı ne kadar yüksektir?

Bir çoğunun eğitimi yarım, üniversite okumuş olan sayısı da oldukça düşük. “Engineering Terror – Why are so many terrorists engineers?” isimli bir makale vardır. Teröristlerin arasında en önemli mesleki grubun mühendislik olduğu iddia ediliyor bunda. Düşünce şekillerindeki benzerlikleri anlatılıyor. Yani çok pozitivist bir bilim anlayışı ile eğitim alan çocuklarda bu eğilim oluyor. Çünkü Selefiler‘in anlattığı pozitivist bir din anlayışıdır. Selefiler’in anlattığı şey sudur; “There is right and wrong. We have the right method. If we just follow it step by step, we will reach through. What ever it requests, we will do it. Take the right steps. What you find is the truth. There is only one right answer to a question.” Bu anlayış da tam olarak mühendislerin düşünce tarzına uyuyor.

Genç kadınların da cihada katıldıklarını görüyoruz. Sizce bunun sebepleri ve bu kitlenin amacı nedir?

Cihada katılanların büyük çoğunluğu erkek, bunu biliyoruz. Burada erkekleri harekete geçirmek için kullanılan ekstra enstrümanların olduğunu düşünebiliriz. Biraz masküliyetine provoke etme var. Dolayısıyla erkeklerin daha ekstra bazı yollarla bu işin içine çekildiklerini düşünebiliriz. Cihadi hareketinde sırf erkekler hedef alınıyor diyemeyiz çünkü kadınlar da var. Kadınlar IŞİD ile beraber daha görünür hale gelmeye başladılar. IŞİD bu anlamda sosyal bir hayat oluşturuyor ve bir toplum kuruyor. İnsanlara gelin ve burada hayat kurun mesajı veriliyor. Dolayısıyla kadınlar direk cepheden ziyade bahsedilen hilafet düzeninde yaşamaya gidiyorlar. Savaşanları da var ama çoğunluğu sunulan bu hayatı yaşamak için gidiyor. Tabii burada şunu da görebiliriz; cihada katılan kadınlarda da bir heyecan ve macera arayışı var. Aynı zamanda kendini arama derdinde oluyor bir çok genç. Bulundukları toplumdan uzaklaşmaları gerekliğini düşünüyorlar ve IŞİD’e katılmalarını da bir kaçış gibi görebiliyorlar. Annelerinin ve babalarının ise çoğu zaman bu durumdan haberi olmuyor.

Bahsettiğiniz insanlar gerçekten hep dışlanmış ve batı ülkelerine entegre olamamış gençlerden mi oluşuyor? Almanların Müslümanlaşıp cihada katılmaları nasıl açıklanabilir?

Müslümanlaşmaları ile melezleşmeleri arasında bir fark yok zaten. Tam tersi birbirini gerektiriyor gibi bir durum var. Müslüman kimlik aslında çok baskın değilken, yaşanılan travmalarla birlikte bir sorgulama evresine geçilebiliyor. Yaşanılanların nedeni eğer dini kimlikte aranmaya başlanıyorsa, dini kimlik ve global kimlikler karışıyor ve melezleşme ortaya çıkıyor. Bir yandan yaşanılan toplumun özellikleri taşınıyor ve günlük hayatta bu sorgulamanın sonuçlarıyla da karşılaşılıyor. Kişi sorgulama sonucunda bunalımların sebebini dini kimliğinde buluyor ise dine yeniden döndüğünde Selefiliği ve cihatçılığı buluyor. Ve sonuç olarak dini kimlikleri ile yerel kimliği sentez yaşamaya devam ediyor. Sonradan Müslüman olanlarda bu sentez aslında zirve yapıyor. Çünkü ilk defa Müslüman oluyorlar. Diğerinde Müslümanlığı yaşamıyor ve ismen taşıyor olsa dahi bir tanışmışlık zaten var. Fakat sonradan Müslüman olanlarda her bilgi sıfırdan başlıyor. Zaten yerli oldukları için bahsettiğimiz sentez onlarda daha güçlü oluyor. Bu yüzden genelde daha fanatik ve tutucu oluyorlar.

Anouar Boukhars’e göre Türklerde radikalleşme riski diğer Müslümanlar’a nispeten daha düşük. Gençlerin etnik kökenlerinin önemi var mıdır? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Mesela Hollanda’ya baktığınızda Hollanda’daki Selefiler‘in 100’de 80’i Fas kökenli. Oysa Türk kökenlilerin sayısı Fas kökenlilerden daha fazla. Peki o zaman neden Hollanda’da Selefiler’in 100’de 80’i Faslı? Bu sorunun cevabı şudur; Türkler tabii ki farklı dini kimliklere sahip. Sünni olmayanlar var, cemaatlerin rolü çok önemli ve bir kısmı ise seküler, dinle çok alakaları yok. Ancak Türk kökenlilerden de katılanların sayısının arttığını söyleyebiliriz çünkü Selefilik global bir hareket. Ve Avrupa örneğinde şunu görebiliyoruz; bu gençler ne kadar yerel iseler harekete katılma ihtimalleri de o kadar da çok artıyor. Türkler yereselleşmeye karsı milliyetçiliklerinden dolayı biraz daha direnç gösteriyor. Mesela Hollanda’daki Faslılarda bu süreç daha hızlı oluyor ve bu durum Almanya’da yasayan Faslılar için de geçerlidir.

Self-radicalisation diye bir fenomenin olduğu iddia ediliyor. Sizce böyle bir olay var mı? Var ise de ne kadar önemlidir?

Böyle bir fenomen var, evet. Ben radikalleşme kelimesinden ziyade pro-violent hale gelmekten yani şiddet yanlısı olmaktan bahsetmeyi tercih ederim. Radikalleşme kelimesi normatif olduğu için çok kullanmıyorum. Ama büyük çoğunlukla self-radicalisation vardir. Sagemen zaten bundan bahsediyor ve bunun bir “leaderless jihad” olduğunu söylüyor. Bunu El Kaide için söylüyor ama IŞİD için de ayni şekilde geçerli. İnsanlar Harvard’a başvurmak için nasıl birbirleriyle yarışıyorlarsa El Kaide’ye girmek isteyenlerde de aynısı oluyor, kendileri “self-recruitment” yapıyor yani. Kimse aslında onları çağırmıyor. Kendileri zaten gidiyor, arıyor ve araştırıyor. Almanya’da ve genel olarak Avrupa’da camilerden recruitment olduğu düşünülüyor ama aslında durum çok daha farklı. Selefiler’in önceden, yani doksanlarda da bir şebeke ağı vardı Almanya’da. Suudi Arabistan’ın Selefiliğini anlatan, şiddeti öngörmeyen bir Selefilik’ti bu. Suudi krallığı bu vakıfları kullanarak bir sürü paralar aktardı ve bu şekilde Avrupa’da da bir çok camileri oldu. Yani bu networklerin rolü oldu ama günümüzde artık pek kalmadı. Daha ziyade internet üzerinden self-recruitment yapıldığını görebiliyoruz.

ISİD ile El Kaide ilişkilerini nasıl değerlendirirsiniz?

Dünya kamuoyu bu örgütlerle çok fazla vakit geçiriyor. Örgütlerin bizzati kendileri önemli ama vurgulandığı kadar değil aslında. Bakın, Bin Laden öldürüldü ve El Kaide’nin büyük oranı etkisiz hale getirildi diyebiliriz. IŞİD ise şiddet ve etkinlik boyutu olarak bakacak olursak daha beteri olarak devam ediyor. Bugün ISİD bitse yarın bir başkası başlar. Örgütlerin bizzati kendileri aslında bu kadar da belirleyici değil bu yüzden. Önemli olan hareketi ve hareketin dinamiklerini anlamak. Şuan maalesef ne Türkiye’de ne de Avrupa’da bu hareketin kendisine gereken önem veriliyor. İnsanlar olaya hep güvenlik boyutu ile bakıyorlar. Bu hareketin sosyal dinamiklerine bakılması gerekiyor. Her hareketin içerisinden farklı gruplar çıkacaktır ve bunların karları ve çıkarları elbette birbirileri ile çatışacaktır. Bunların da çok yakinen takip edilmesi lazım.

Almanya’daki Seleflerin IŞİD’e katılmaları mecbur mudur? Cihat her Selefinin yapması gereken bir şey midir?

Az önce bahsettiğim üç grup arasında tartışılan üç konu var. Bir tanesi Cihat, bir tanesi tekfir, üçüncü ise “suicide bombing”. Bunlar arasında en kritik olanlar cihat ve tekfirdir. Tekfir diğer bir insanın İslam dışı olduğunu ilan etmektir (excommunication). İslam’da kurumsal bir yapı veya otorite olmadığı için insanlar birbirlerini İslam dışı ilan ediyorlar. Bir Müslüman Müslüman iken İslam dışına çıkarılırsa bu defa hükmü devreye koyuyorlar. Bu şekilde o insanın öldürülmesine dinen izin verildiği söyleniyor. Bu işi koparan noktalardan bir tanesidir. Diğerleri mesela tekfir edilemediğini ve bunu yapabilen çok az yetkili alemlerin olduğunu savunur. Politik Selefiler bu konuda biraz ortadadır ve tekfiri bazı şartlarda kabul etmektedir. Cihatçılar bu konuda farklı düşünüyorlar. Tekfir yapılır diyorlar. Tekfir yapmak zaten cihatçı olmak anlamına geliyor.


Yani bu konu üç grup arasında tartışılıyor. Belirleyici olan nedir diye sorarsak, dini kavramların kendisi değildir diyebiliriz. Mesela İslam’da cihadın var olduğunu herkes bilir ama hangi şartlar altında yapılabilir ve bunu kim ilan eder? Tartışmalar zaten buralarda başlıyor. Cihatçılar diyor ki, şu an İslam tehdit ve saldırı altında ve asıl hedef İslam, Müslümanlar ve Müslümanların liderleri değil. İslam’ın yok edilmeye çalışıldığını ve İslam’ı savunan hiç bir devletin olmadığı iddia ediliyor. Cihat her bir bireyin üzerinde (kadın erkek fark etmeyerek) dinen farz olarak görülüyor. O halde mevzu şu; dünyada olan hadiselerin yorumlanması ile ilgili farklılıklar var. Örneğin Amerikan Birleşik Devletleri Afganistan’a ve Irak’a giderken İslam’ı yok etmek mi istiyordu? Cihatçılara göre öyle. O yüzden dünyadaki şartların yorumlanması asıl belirleyici olan şey. Dolayısıyla ne yapılabilir sorusuna bir cevap vermek gerekiyor. Kırılgan, genç, kolay yönlendirilebilir özelliklere sahip bu harekete katılan kitlelerin durumun böyle olmadığına inandırılması lazım. Yani hedefin bir İslam dinini yok etmek olmadığını göstermek.

Ayşe GÜN

Johannes Gutenberg Üniversitesi

TUİÇ Stajyeri

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...