Yine, Yeniden Ortadoğu

Günümüzde çoğu ülkede, özellikle 3. dünya ülkelerinde yöneticilerinin siyasi irade yetersizliği söz konusudur. Nitekim bugün Arap Baharı dediğimiz nosyon da aslında kökeninde bunu barındırmaktadır. Bu ülkelerin liderlerinin halka karşı otoriter ve baskıcı bir rejim uyguladığını görüyoruz. Lakin bu liderler uluslararası platformlarda ağırlıklarını koyamamaktadırlar.

Bu liderler uluslararası arenaya çıktıklarında hep bir aşağılanmışlık yaşamışlardır. Yani halka karşı gösterdikleri kararlılıkları, uyguladıkları etkiyi dünya gündeminde yapmıyorlar. Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve sadece etkiye göre tepki vermekteler. Davutoğlu’nun deyimiyle; “ ‘çözüm için ben varım’ ataklığına değil, ‘bunalımlarda ben yokum’ savunmasına ayarlı bir psikoloji içinde davranırlar. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konumda tutmak yeni mesuliyetler getireceği için edilgin olmayı daha emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. Gündemler belirlendikten sonra sahneye çıkarak müzakere masasının bir ucuna ilişmeye çalışırlar. Satrancın taşlarını yönlendiren bir oyuncu mu, yoksa bir satranç taşı mı oldukları konusunda gizli bir kimlik endişesi yaşarlar. Piyonlar savaşındaki ufak başarıları bir zafer edasıyla kutlayarak atların, vezirlerin, şahların arenasında olmamanın getirdiği kimlik zaafını gizlemeye çalışırlar.” (1)

Ortadoğu, Soğuk Savaş yıllarından sonra pek çok yönden sanki bambaşka bir dünyada yaşıyormuş gibi idi. Dünyanın ikiye ayrıldığı o yıllarda “bağlantısızlar” olarak hakikaten “kendi halinde” ülkeler olarak yollarına devam ettiler. Coğrafyasının getirdiği o muazzam jeopolitik ve jeoekonomik özellikleri değerlendiremediler.  Devasa ekonomik kaynaklara sahip Ortadoğu ülkelerinin bu potansiyeli bir güç olarak kullanamamasının sebeplerinden birisi de halk ile yönetimin ortak payda buluşamamasıydı. Lakin Arap Baharı ile yaşanan olaylar gösterdi ki, bu olaylar yeni Ortadoğu’nun otoriterlikten demokrasiye gebe oluşunun sancılarıdır. Halk ilk kez bu kadar azimli ve değişim hususunda kararlı.

Bundan 3–4 ay önce (25 Mayıs 2011) Sayın Dışişleri Bakanımızın katıldığı bir programa şahit oldum. Açıklamalarında çok önemli noktalara temas etti:

“Yaşanan olaylar, “Arap baharı” olduğu kadar “Türk Baharı”dır. Zira bizi örnek alıyorlar, ama neden?

Otoriter rejimler şu ana kadar Ortadoğu’daki mevcudiyetlerini üç temel argümana dayandırdılar;

1) Dönüp kendi halklarına dediler ki, şu anda bizim demokrasiden çok, güçlü bir devlete ihtiyacımız var. Çünkü İsrail’le savaş halindeyiz. İsrail bize saldırıyor.

2)Liderler kendi aralarında “biz gidersek kaos gelir, birbirimize destek verelim” mesajını verdiler.

3)Batı ülkelerine dönüp dediler ki, “Biz gidersek İslami radikalizm gelir.

İşte bu yüzden 90lı yıllarda demokrasi olmadı. Fakat Türkiye örneği Arap insanına gösterdi ki, demokrasi kaos getirmiyor, istikrar getiriyor, hesap sora bilirlik getiriyor. Demokrasi radikalizm üretmiyor, ılımlaşma üretiyor, halkın desteğini alıyor. Demokratik bir ülke, İsrail karşısında, güçlü ve otoriter olduğunu zanneden Arap liderlerinden daha dik, daha doğru ve daha ilkesel durabiliyor.”(2)

Velhasıl, demek ki İsrail karşısında demokrasi bir engel teşkil etmiyor. Tam tersine demokrasi, eğer yönetim halk ile aynı potada erimeyi başardığı vakit, Ortadoğu’da bir meydan okumayı,  güçlü olmayı beraberinde getirecektir. Bunun en bariz örneğini Başbakan Davos çıkışıyla ve Gazze olayından sonraki Türkiye’nin tutumu gösterdi. İşte tam da bu yüzden, Türkiye Ortadoğu ülkeleri için örnektir.

Umarız ki, Ortadoğu’nun yeni yeni oluşmaya başlayacak stratejik zihniyeti ve siyasi iradesi bu bölge için yeni ufuklar açar. Bölgenin yeniden inşası sürecinde halk ile siyasi sistem arasında sağlıklı meşruiyet bağı kurulabilir.  Bununla beraber yalnız kendi içinde değil, uluslararası ilişkilerde de diplomaside etkin olabilirler. Zira bir ülkenin coğrafyası sabittir, tarihi sabittir, değiştiremezsiniz, geri getirip düzeltemezsiniz ama diğer faktörlerle, ekonomiyle, siyasetle, askeri yapılanmayla dünyadaki değişimlere göre kendinizi yeniden yapılandırabilirsiniz. Kaldı ki az önce de belirttiğim gibi bölgede ekonomik olarak çok büyük kaynaklar mevcut. Bu potansiyeli diğer faktörlerle doğru olarak(!) birleştirdiğiniz zaman bir stratejik güç olmak kaçınılmazdır.

 

Müzeyyen Bozkır

Konya Selçuk Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

(1)  Ahmet Davutoğlu-Stratejik Derinlik

(2)  Açı Programı-TRT

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...