Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) olarak senenin ilk yuvarlak masa toplantısını geçtiğimiz günlerde yaptık, çok enteresan ve verimli bir toplantı oldu. Konuğumuz Brooklyn Belediye Başkanı Marty Markowitz’di. Markowitz gerek sempatikliği gerekse seçim bölgesindeki popülerliğiyle ve belki de bizim için hepsinden daha önemlisi Türkiye’deki birçok belediye başkanıyla yakın ilişkileriyle öne çıkan bir kişilik. Bu toplantıda bizleri yalnız bırakmayan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal bu yuvarlak masa toplantısına büyük katkı sağladılar. Toplantıda kıymetli başkanların yanı sıra Özcan Mutlu (Kreuzberg Belediyesi eski Meclis Üyesi ve Berlin Eyalet Milletvekili), Ozan Ceyhun (Alman SPD Avrupa Parlamentosu eski Milletvekili), eski milletvekillerinden İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın ulaştırma danışmanı Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, BAU Rektörü Şenay Yalçın, Uğur Eğitim Kurumları Başkanı ve BAU Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel gibi birbirinden kıymetli katılımcılar vardı.
Brooklyn Belediye Başkanı Markowitz Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgili genel bir giriş yaptıktan sonra hemen Brooklyn Belediyesi’nin mevcut sorunlarına ve bu sorunların çözümlerine değindi. Belki de konuşmasının ilk dakikalarından itibaren Brooklyn ve İstanbul gibi iki büyük kentin trafik meselesine odaklandı ve yaklaşık 3 saat 20 kıymetli akademisyen, belediye başkanı ve uzman bu konunun üzerinde istişare etti. Markowitz, trafik sorununu Brooklyn’de çözmek için otobanların yanına yavaş yavaş bisiklet şeritlerinin yapılmasına başlamasından, toplu taşıma kullananlara şehir içinde uygulanan bazı indirimlere uzanan, birden fazla kişinin aynı aracı paylaşması durumunda sol şeridi kullanmasına izin verilmesinden, araba almak yerine saatlik araba kiralama sistemine kadar, Brooklyn’e dair trafik çözümünü gündeme getirdi.
Kıymetli uzmanlarımız ve belediye başkanlarımız İstanbul’da trafik sorununu konuşurken yapılan ve yapılması planlanan konuları da konuştular. Ancak, şüphesiz ki bütün konuşulan konular içerisinde belki de üç tanesi şehirciliğin ister trafik, ister yapılaşma, isterse de herhangi başka bir sorunu olsun ülkenin genel politikalarıyla girift bir şekilde paralel olmadığı takdirde çözülemeyeceğini ortaya koydu. Örnek vermek gerekirse temel üç konudan yola çıkabiliriz; değerli başkanlarımızdan bir tanesi benim de sonuna kadar katıldığım bir noktaya vurgu yaptı, İstanbul’da trafiğin en yoğun olduğu dönemlerin okulların açık olduğu dönemler olduğunu ve bu dönemlerde trafikte yaşanan sıkıntıların arttığının ve okul trafiğinin İstanbul trafiğine çok büyük yük getirdiğinin altını çizdi. Doğru bir planlama ile öğrencilerin semt okullarına yönlendirilmesiyle okul trafiğinin minimuma indirilebilmesi ihtimali hemen hemen herkesin mutabık kaldığı bir nokta oldu. Daha teknik bir deyişle, planlanan yaşam alanlarında her ihtiyaca cevap veren ve her şeyi içinde bulunduran mahalle yapılanması değerlendirilmelidir.
Tamamı ile trafiğin önüne geçilmesi için önerilen ve ortaya atılan bir konseptin birden bire bambaşka bir boyuta geldiğini gördük, ‘Türkiye’de eğitim veren her mahalle okulu birbiri ile aynı standartta mıdır?’ sorusu birçok ailenin haklı olarak çocuğuna daha iyi bir eğitim imkanı sağlayabilmek için gerekirse evinden kilometrelerce uzakta okul arayışına gitmesine engel olamaz.
Yine kıymetli bir belediye başkanımızın gündeme getirdiği Boğaz trafiğini daha etkin kullanabilmek olgusunun, aslında içerisinde Boğaz’dan geçen tankerlerin sebep olduğu güvensizlikten Montrö Antlaşması’na kadar giden tarafından tutun, trafik ya da deniz ulaşımının ötesinde sosyal ve uluslararası boyutları olduğunu da gördük.
Başka bir belediye başkanımızın ifade ettiği şehrin belli yoğun bölgelerini yayalaştırma, araçtan arındırma projesinin belediyeleri bir çok lobi ile veya farklı kitlelerle karşı karşıya getirebileceğini ve kararların kimi zaman ciddi politik baskılara sebep olabileceği üzerinde duruldu.
Yaklaşan yerel seçimler gündemimizdeyken Brooklyn Belediye Başkanı’nın bir sözünün çok önem arz ettiğine inanıyorum, Markowitz sorulan bir çok soruda ‘eğer bu son seçim dönemim olsa’ ifadesini kullandı. Markowitz’in bu sözü, alınması gereken bir çok idari kararın politik baskılar farklı etki grupları değerlendirilerek verilmesi gerektiğini ve kolay kolay hiçbir idari kararın siyasi kudretten yoksun alınamayacağının da göstergesi oldu.
Belediye başkanlarından her daim beklentilerimiz üst düzeyde, ancak bilhassa mega kentler için aldıkları ve alacakları kararların tek boyutlu olmadıklarını, ciddi anlamda ulusal hatta küresel ayaklarının da olduğunu, mega kentlerin sorunlarının çözümlerinin tek bir insiyatifle değil birçok perspektifin bir araya gelmesi ve birden fazla karar alıcının ortak insiyatifiyle çözülebileceği kanaatine vardım.
Bu toplantıda bir kez daha gördüm ki, başkanlık sistemi tartışılırken Türk dış politikası yorumlanırken, anayasa müzakere edilirken, seçim sistemini konuşurken belki de yerel yönetimleri ve Türkiye’deki yerel yönetimlerdeki yetki ve yapılanma konusunu biraz ihmal ettik. Halka hizmeti birinci elden götüren en yakın idari unsur olan yerel yönetimlerin yetki alanlarının genişletilmesi, yapılanmalarındaki zamana uygun çağdaş düzenlemeleri bundan sonra sanıyorum daha derin, daha fazla ve kapsamlı konuşmak gerekecektir.
Burak KÜNTAY
Bahçeşehir Üniversitesi
Amerikan Araştırma Merkez Başkanı