Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü

Ufuk Coşkun, “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü”, 151 Sf., İlke Yayıncılık, ISBN:9789757105947

Ufuk Coşkun tarafından 2007 yılında Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü adıyla ele alınan kitap 151 sayfa olup, sömürgeleşme ve kardeşlik bilinci, sivil toplum, eğitim ve toplum olmak üzere dört ana bölümden oluşmaktadır.

 

Önsöz

Kitabın özü, yazarın ifadesiyle “güçlü devletlerin insan hakları, demokrasi, özgürlük gibi kavramları kullanarak halkların madenlerinden inançlarına, eğitim sistemlerinden gündelik yaşantılarına kadar sömürerek ellerinden alma planlarını deşifre etmektir.” Coşkun, kapitalizm ve sömürgeciliğin evrimleşmiş halini göreceğimizi iddia ettiği ilerleyen yıllarla birlikte “yeni sömürgecilik” biçiminin hayatımıza daha kolay ve daha aldanılabilir şekilde geleceğini belirtmiştir. Oldukça yalın bir dille direktif vererek okuyucu yönlendirmeyi hedefleyen uyarıcı dili kitabın önsözüyle birlikte başlayarak tüm eser boyunca kendini hissettirmektedir.

 

Birinci Bölüm: Sömürgeleşme ve Kardeşlik Bilinci

Yazar ilk bölüme özgürleşme ve toplumlar üzerinde üstünlük kurma üzerine görüşlerini ifade ederek başlamaktadır. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü), WEF (Dünya Ekonomik Forumu), AB (Avrupa Birliği) gibi örgütleri “emperyalist” devletlerin bir aracı olarak görerek diğerleri üzerine üstünlük kurma çabalarının bir uydusu olarak gördüğünü belirtmektedir.

Yazarın deyimiyle Batı kültürünün bir parçası olan aydınların söylemleri, birlikteliğin tam karşıtıdır. Birlik ve beraberlik ifadelerini sıklıkla kullanan Coşkun’a göre özgürleşme yalnızca bu birlikten yola çıkarak kazanılabilecek bir amaçtır. Genel itibariyle Coşkun, bilimsel bir kaynak ya da araştırma ortaya koymaksızın, kendi ideolojik çerçevesi içerisinde haklı/haksız ayrımında bulunarak bazı fikirler ortaya atmaktadır:

“Büyük sermayeyi ve nükleer güçleri ellerinde bulunduran yeni dünya düzeninin aktörlerinin akıl almaz güvenlik felsefesine göre, neredeyse tüm Ortadoğu halkları teröristtir. Güvenliklerini tehdit etmeniz için esmer tenli ve Müslüman olmanız yeterlidir.”[1]

Batı dünyası olarak adlandırdığımız bölgelerde İslamofobi yaygın bir görüş olmaya başlamış olsa dahi, bu tarzda bir söylemde bulunmak Müslüman dayanışmasını sağlamayı amaçlamaktan çok Müslüman olmayan toplumları dışlamak ve küreselleşmenin tam karşıtı bir tutum içerisinde takınmak olarak algılanabilir. Türkiye’nin Ortadoğu politikasını eleştiren yazar, bölgede daha aktif ve daha “kucaklayıcı” bir siyaset yapılmasını önermekle birlikte Türkiye’nin emperyalist ülkelere karşı bir sivil toplum desteğine ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir. Kitabın 2007 yılında yayımlanması göz önüne alındığında bu noktada yazarın talihsiz bir açıklamada bulunduğunu söylenebilir. Müslüman-terörist bağdaştırmasını şiddetle reddetmesinin ardından vermek istediği birlik mesajını iletmesini istediği kişinin 2020 yılında terörist olarak kabul edilmesi buna örnek verilebilir.

Ermeni ve Kürtler için de Batı’dan aldıkları destek nedeniyle benzer açıklamalarda bulunan yazarın idealize ettiği toplum; İslami değerler çerçevesinde hareket eden, emperyalist devletlerin karşısında birlikte hareket etmesi gereken bir toplumdur. Bu çıkarımı yazarın şu sözleriyle de anlayabilmek mümkündür:

“(…) Bizler asla bu tuzağa düşmeyeceğiz çünkü bize göre insan insanın kurdu rakibi ve düşmanı değil; insan insanın kardeşidir. Bizim terbiyemiz, ahlakımız, inancımız bunu gerektirir.”[2]

 

İkinci Bölüm: Sivil Toplum

Sivil toplum başlığı altında yazar genel itibariyle Türkiye’de sendikacılık faaliyetlerini mercek altına almıştır. Sivil toplum kuruluşlarının ülkedeki demokrasi anlayışına, insan haklarına ve özgürlüklerine büyük etki sağlayacağını belirten Coşkun, sivil toplum kültürünün ülkede artması gerektiğini belirtmiştir.

Coşkun’a göre Türkiye’deki sendikalar statükocu bir yapıda hareket etmekte ve bu yapıdan bir an önce kurtulmaları gerekmektedir. Sendikalar  “din, ırk, renk, görüş ayırt etmeksizin” çalışabilmelidir. Farklı ideolojiler etrafında kurulan sendikalaşmanın özellikle eğitime verebileceği zararları ele alan yazar, kökten bir değişimin bu alanda yaşanması gerektiğini anlatmaktadır.

Coşkun bölümün sonlarına doğru STK’ların hedeflerinin, özgürlüklerinin ve muhaliflik hareketlerinin köreltilmeye çalışıldığına dikkat çekmektedir bu görüşünü farklı şekillerde ifade etmektedir:

“Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin kendi insan hakları kavramlarına, özgürlüklere ve demokrasiye olan inançlarını tekrar tazelemeleri gerekmektedir. Bu uğurda üretilecek fikirler ve verilecek mücadeleler asil bir duruşla, kendinden emin, ön yargılardan uzak, küreselcilerin ağına düşmeden buraya ait özgün söylemlerle, en önemlisi bilinçli muhalefetle olmalıdır.”[3]

Türkiye’deki sendikaların şebekeleştiğini savunan Coşkun, mevcuttaki sivil yapıların seküler kültüre ait kavramlarla değil “kendi kültürümüze yakın” olacak şekilde yapılanması gerektiğini belirtmektedir.

 

Üçüncü Bölüm: Eğitim

Yazar üçüncü bölüm olarak ele aldığı eğitim bölümüne eğitimde Batı müfredatı kullanılmasına bir eleştiri ile başlamaktadır. Kendi değerlerine yabancılaştırılan bir topluma öğretilen Batılı değerlerin yalnızca “zenginlere iş gücü ve iktidarlara itaatkâr insan” getirdiğini belirtmiştir.

Öğretmenlerin yüceltilmesi, değerlerinin bilinmesi gerektiğini ifade eden yazar, genel anlamda Türkiye’deki eğitim sistemine birçok açıdan eleştiri getirmektedir. Bireylerin doğru yetiştirilmesi için pek çok farklı etmenin eğitimde verilmesi gerektiğine inanan Coşkun, bu şekilde toplumların yabancılaşmadan kurtulabileceğini ifade etmektedir.

 

Dördüncü Bölüm: Toplum

Dördüncü ve son bölüm olan toplum bölümüne gelindiğinde yazar okuyucuya ilk olarak popüler kültür eleştirisi sunmaktadır. “Kendi değerlerimiz” ve “emperyalistlerin değerleri” üzerinden yorumladığı popüler kültür algısı yazara göre yozlaşmış bulunmakta ve bir devleti diğerine bağımlı hale getirmektedir. Yani popüler kültür eleştirisiyle yazar özgürleşmenin tam olarak sağlanmadığını savunmaktadır. Ancak bu noktada ironik olan özgürleştirme ifadesiyle birlikte halkı, toplumu belli bir doğrultuda yönlendirme isteğinin olmasıdır. Yazar popüler kültürü bir tehlike, tuzak olarak tanımlamaktadır.

Bir diğer tartışma konusu olarak yazar demokrasiyi ele almıştır. Güçlü olmak ile demokratik olmak arasındaki bağı sorgulayan yazar görüşlerini şu şekilde dile getirmektedir:

“Güçlü olduktan sonra demokrasiye ihtiyaç kalmıyor. Velhasıl demokrasi güçlülerin inandığı bir kavram olmaktan çok uzaktır. Ve bizlere yutturulmaktadır. Güçsüzlerin neden bu kadar çok demokrasi istediklerini anlamak çok da zor olmasa gerek!”[4]

Kitabın bütünlüğüne tam olarak uyumlu olmayan bu başlıkta yazarın arkasında durmaya çalıştığı fikir de oldukça belirsizdir. Bu başlık altında Batılı devletlerdeki demokrasinin tam olarak demokrasi olmadığına bir inanış veya demokrasinin değerlerine katılmama gibi iki farklı görüş çıkartılabilir.

Genel itibariyle son bölüm yazarın belli başlı konular üzerinde kitabın genelinde savunduğu görüşlerini ele aldığı kısa yazılardan oluşmaktadır. Kitabın geri kalan üç bölümünün kendi içerisindeki bütünlük bu bölümde sağlanamamış, yazarın köşe yazarı kimliği özellikle dördüncü bölümde kendini fazlaca hissettirmiştir.

 

Sonuç

Genel okuyucu kitlesine hitap ederek yazılan bu kitap, Ufuk Coşkun’un şahsi görüşlerini özellikle eğitim, sivil toplum, dış politika alanlarında ele almıştır. Kitapta okuyucuya yönelik pek çok yönlendirme yapılmakta, yazara göre doğru olana yöneltme amacı taşıdığı her bölümde hissettirilmektedir. Yazarın üslubunda akademik bir amaç taşımadığı, verdiği örnekleri yeterince temellendirmeden kendi görüşleri içerisinde yorumlamasından anlaşılabilmektedir.

Kitaba yönelik yapılabilecek eleştiriler arasında küreselleşmenin “kötü” olarak lanse edilmesi yer alabilir. Yazarın bir emperyalizm aygıtı olarak kabul ettiği pek çok kurum ve kuruluşun; dünya üzerinde kendisinin savunduğu birlik ve beraberlik, insan hakları gibi birçok değerin daha da yaygınlaşmasını sağladığı bir gerçektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi kurumlarca yargı yollarının artması, Batı’nın diğer devletlerin içişlerine karışmak için seçmiş olduğu bir yol olarak algılanmaktansa insan haklarının genel bir çerçeveye oturtulması olarak da yorumlanabilir.

Yazarın savunduğu gibi bazı kurumlar ideal değerler üzerinden kitleleri yönlendirme gibi amaçlar taşıyor olabilir; bununla birlikte devletlerin ya da kişilerin belli bir kurum, kuruluş ya da örgütlenmeye karşı kutuplaşmış bir tavır alması herhangi bir fayda da getirmeyecektir. Coşkun’un emperyalist olarak adlandırdığı devletlere karşıt değerlerle bir birlik oluşturmak; eğer ki insan insanın -herhangi bir ayrışma olmadan- kardeşiyse ne denli “birlik” olarak sayılabilir?

Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü kitabı, yazarın eleştirdiği noktalara birçok farklı bakış açısı getirse de okuyucuyu hali hazırda aynı düşünce birliği içerisinde değilse okuyucuyu ikna etmek anlamında çok güçlü argümanlarla donatılmamıştır.

 

BEGÜM ÖZDAMAR

Sivil Toplum Staj Programı

 

Kaynakça

[1] Ufuk Coşkun, Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü, İlke Yayınları, İstanbul, 2007, s.19.

[2] A.g.e., s. 40.

[3] A.g.e., s. 57.

[4] A.g.e., s. 102.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...