Nagehan Tokdoğan, Yeni Osmanlıcılık: Hınç, Nostalji, Narsisizm, 2020, İletişim Yayınları, Sayfa Sayısı: 285
“Sembolize edilmemiş her kayıp sonraki kuşaklara musallat olmak üzere daima geri döner.”
Erdoğan Özmen’in bu sözüyle başlıyor kitap. Kitabın ilk cümlesi olarak kullanılan bu söz aslında özü niteliyor. Tarih sahnesinde dönem dönem farklı biçimlerde yerini almış ve dolaşıma sokulmuş bir kavramın yeniden üretilmesini izliyoruz.
Yeni Osmanlıcılık Hınç, Nostalji Narsisizm; başlıktaki kavramlara belki de bu kavramların tam olarak ifade edilegeldiği bir noktadan, duygulanım üzerinden odaklanarak emsallerinden ayrılmaktadır. Duygular ve siyaset arasındaki ilişkinin mahiyetini (Tokdoğan,2018, s.261) tartışan çalışma, aksi rasyonel varsayım eleştirileriyle tezini kuvvetlendiriyor. Siyaset bilimi ve sosyoloji disiplinin yöntem ve kavramsallaştırmaları ile belli kuramlara yaslanıyor. Tokdoğan, temel olarak Sara Ahmed’in Spinozacı felsefi yaklaşımı çerçevesinde çalışmasını ele alıyor. Ahmed kısaca, duyguların ortaya saçılarak dolaştığı, kişi ya da gruplara yapıştığı kuramını sosyolojik ve siyasal alana uyarlıyor. Kolektif duygu olarak isimlendirilen kavram tabiri caizse bir kolektif bilinç halini imgeliyor. Kolektif duygular, içinde bulunduğumuz kolektivitenin bir sonucu gibi görünürken aslında nedenini teşkil ediyor (Tokdoğan,2018, s.32). Bu yönüyle çalışmanın devamında gördüğümüz semboller ve anlatıyla bütünleşen bir kavrama yaslanılmış.
Kitabın giriş gelişme ve sonuç bölümünde tartışma temellendirilmiş, örneklerle açıklanmış ve dönemsel ayrıntılarla sınıflandırılmıştır. Böylece hem akademik hem de akademi dışı okuyuculara siyasal ve sosyolojik bir bakış açısı sağlamıştır. Özellikle akademik anlamda sağladığı kaynakça ve çalışmanın temel argümanları bu alanda yapılacak çalışmalar için temel bir bibliyografya niteliğinde. Nagehan Tokdoğan’ın hem akademik hem siyasal bir merakının tezahürü olan bu çalışma 2018 yılında İletişim Yayınlarından çıkıyor. Tokdoğan bizatihi içinde bulunup tecrübe ettiği bir ulusun ruh halini duygulanımsal boyutu üzerinden sunuyor. Önsözde Aksu Bora’nın da belirttiği gibi bu ruh hali manipülasyondan ibaret olmayan aktif katılım talep eden bir ruh hali. Öyle ki insanlar buna dahil olurken siyasal özne olmaya devam ediyorlar. (Tokdoğan, 2018, s.11). Tokdoğan bir sürecin neden ve nasıl ilerlediğini, hangi semboller ve duygular üzerinden ilerlediğini ve nasıl başarılı olduğunu, değişen ve yerine eklenen kavramları tartışıyor ve bu sorulara cevap arıyor.
Kitapta, tıpkı Heaney gibi temel metinlerde oldukça önemli bir yeri olan duyguların “duyguların körlüğü (emotion-proof)” olarak kavramsallaştırılan modern dönem çalışmalarında yok sayılmasının karşıtlıklar üzerinden anlaşılır eleştirisi yapılıyor ve sebepler uzun uzun temellendiriliyor.(Tokdoğan,2018, s.26, s.45). Peki neden duygulanımsal boyut? Duyguların bireysellikten çıkıp kolektif fenomenlere dönüştüğü bir süreç görüyoruz yakın Türkiye tarihinde. (Tokdoğan, 2018, s.11) Özellikle son 10 yılda tekrar tekrar gündeme gelen ve dolaşıma sokulan bir kavram Yeni Osmanlıcılık. Tokdoğan’ın tanımıyla “Yeni Osmanlıcılık, dünyayı bilmenin, anlamının ve anlamdırmanın, toplumsal ve siyasal kimlikleri kurmanın aracı olan inşa edilmiş bir hikaye, insanların ve kolektivitelerin kendilerini onun içine yerleştirdikleri bir politik anlatı olarak varlık gösteriyor. (Tokdoğan,2018, s.15)” Bu hikaye sadece politik unsurlarla değil aynı zamanda bu sürecin bir gereği olarak sembollerle inşa edilmiştir. Bu anlamda semboller adeta bir duygusal yatırım aracı olarak kullanılmış ve milli kimlik kavramı üzerinde kolektif etkilere sebep olmuştur. Modern ulus devletlerinde semboller , ulusları kişileştirmeye ve kurumsal olanın gündelik olanla bağını kurmaya yaramaktadır (Tokdoğan, 2018, s. 41). Bu anlamda semboller bir topluluğun olduğu kadar bir ulusun da inşası ve kenetlenmesini mümkün kılacak duygularla yüklenmeleri bakımından, soyut ulus tahayyülünün somutlaştığı ve yayıldığı en güçlü araçlar olarak, gerek siyasal alanda gerekse toplumsal, kültürel ve özel yaşantılarda kuvvetli bir varlık göstermektedirler (Tokdoğan,2018,s.42). Örneğin Smith sembollerin miras ve kültürel yakınlıklar bağlamında bir tür dayanışma ve biraradalık yarattığından, aynı şekilde Hobsbawn bu kavramlar aracılığıyla milli kimliğin kolektif aidiyet duygusu üzerindeki etkisinden, Anderson ise hayali cemaatler kavramsallaştırmasında duygusal ihtiyaca yanıt olarak çıkmış olmasından bahseder. Yeni Osmanlıcılık kavramı tıpkı Berezin’in dediği gibi bir milli kimlik unsuru olarak sembolik pratikler aracılığıyla farklı farklı dönemlerde mütemadiyen yeniden üretilmiş ve son 10 yıllık süreçte ise başka bir boyut kazanmış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Tokdoğan, alternatif bir kimlik anlatısı olarak ortaya çıkan ve 80’lerde ilk kez dile getirilen, 90’larda Türkçülük ve İslamcılık tartışmalarıyla birleşen, AKP döneminde ise yeni bir milli kimlik anlatısı olarak karşılaştığımız Yeni Osmanlıcılık kavramını, gündelik hayat pratikleri, özellikle Fetih kutlamaları başta olmak üzere törenler ve biçimleri, medya ve sosyal medya, mitler ve tarih, siyasal ve toplumsal jargon, kamu politikaları, eğitim, kültürel faaliyet ve mekanların dönüşümü gibi sembolik araçlarla tartışmaya açmaktadır. Ve tabii ki neye alternatif olduğunu ve Kemalizm’i de. Bu süreç sembolik unsurları içeren toplumun yeniden tanımlanmasının bariz bir parçası değil, banal bir parçasıdır. Gücünü ve sürekliliğini toplumsal yaşamdaki etkin görünürlüğünden ve yeniden üretilebilirliğinden alan milliyetçiliği banal milliyetçilik olarak tanımlayan Michael Bilig’in kavramsallaştırması bu noktada oldukça açıklayıcı olacaktır (Tokdoğan, 2018,s.74). Nitekim Tokdoğan AKP dönemi Yeni Osmanlıcılık pratikleri üzerinden banal Osmanlıcılık kavramsallaştırmasıyla bugünü tanımlamıştır.
Burada değinilmesi gereken önemli bir nokta bu anlatının kimi zaman hesaplaşma arzusuyla karşılaştığımız bir rövanş biçiminde, kimi zaman da varlığının ihtişamlı anlatısı ve bileşenleriyle yeniden ve yeniden üretilmesi ile ortaya çıkmasıdır. Bugün bu anlatı siyasal seçkinlerin politikaları ve siyasal söylemin dışında toplumsal tabakada da bir halet-i ruhiye olarak vuku bulmuştur. Başka bir deyişle Yeni Osmanlıcılık siyasal söylem alanında doğmuş olsa da , banalleşerek sıradan insanın milliyetçiliğinin yeni bir formu haline gelmiştir (Tokdoğan,2018, s.263). Temelde sebep ne olursa olsun görüyoruz ki duygusal motivasyonlar ve sonuçlar taşıyan bu semboller bir ulusun ruh halini değiştirecek ve yeniden üretecek kadar güçlüdür. Bu ruh hali kolektif bir hafızayı yeniden canlandırmakla kalmayıp onu yeniden üretecek ve bu sürece bir özne olarak dahil edecektir. Milli kimlik ve milliyetçilik kavramının siyasal süreçle yeniden üretiliyor olması belki de kısa bir dönem denilecek bir dönemde toplumsal dönüşümün nasıl dolaşıma sokulduğunun biçimleridir. Öte yandan bugünün Türkiye politika atmosferine, sosyolojik bir perspektifle bakacak olursak bu süreç Cumhuriyet tarihinin geleneklerini ve politikalarını esnetmiş durumda. Ancak bu durumun böyle devam edecek olduğu gibi bir öngörü çok da yerinde olmayabilir. Uzun süre belli kalıplarla kimi zaman keskin-alternatif bir noktadan varlığını sürdüren bu kavram birçok yönden etkileri ve sonuçları doğuracaktır. Gelecek zamanda göreceğiz. Bütün bunlar Tokdoğan’ın anlatmaya çalıştığı bugünün çatışma ve gerilimlerinin arka planında ekonomik ve stratejik etkenlerden ziyade kimlik sorunlarına ilişkin istemlerin yattığı fikrini nasıl başarılı bir biçimde akademiye sunduğunu göstermektedir.
HASNA DOST
Milliyetçilik Staj Programı