Yeni Dünya ve Güney Asya

İki kutuplu dünyanın çok kutuplu dünyaya doğru yol aldığı ve geleceğin önemli hegemonyalarının kendilerine özgü alanlarda kükremeye başlayacağı bir çağa girmiş bulunmaktayız. Bu çağda eskiden olduğu gibi ideolojilerin çarpışmadığını söylemek aşikardır. Ancak; en temelde tüm düzen ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda belirlenirken alt tarafta bir “ideolojinin “ belirli açılarda tarafları birbirinden ayrıştırdığı görülmektedir. İşte bu ilişkilerin küreselleşme ile iç içe geçtiği ve daha kompleks yapılar ortaya çıktığı bir zamanda genel paradigmanın liberal bir bakışla; demokrasi iyidir ve demokratikleşerek savaşların önüne geçilir, liberal ekonomi ülkelerin politikalarını hatta “hegemonun” savaş alanını belirler mantığına uygun olmayan başka bir dünyadan bahsediyoruz. Kalkınmayı, demokrasinin önüne koyan ülkelerden elbette. Asya Kaplanları.

 Siyasi düzenden yola çıkarak belirlenen değerlerin ekonomiyi, sosyal hayatı ve uluslararası ilişkileri düzenlemesi bir yana dursun ekonomik yapının belirlenerek ona uygun bir siyasanın izlenmesi üzerine düşünülmüş bir proje. Demokrasinin temellerinin ekonomi yoluyla mı atılacağı yoksa demokrasi ile çok fazla derdi bulunmayanların uluslararası kamuoyunda ekonomik başarılarıyla mı konuşulacağı meselesi gündemimizi liberal dünyadan çok fazla ilişkinin bulunduğu başka bir dünyaya kaydırıyor.

Özellikle Güney Asya ülkelerinin potansiyel ekonomik mucizelerinin temelinde yatanların sadece ekonomiye ait söylemler ve stratejiler olmadığı kanaatindeyim. Bir dünya duruşu, dünya algısı, dinsel ve felsefi inançlara bağlılık gibi bazı metafizik içeren olgular bu potansiyelin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Disiplin, ahlakın önemiyle gelen muhafazakarlık, itaat ve sistemin korumacı yapısı liberal ve küreselleşen devletlerin geleneksel güçlerini koruyamadıkları bir dönemde Güney Asya ülkelerine bir manevra alanı yaratmıştır.

Hindistan ve Güney Asya ülkelerinden olmayan Çin’in yığınları dinamik iş gücüne dönüştürdüğü, Hindistan’ın o yığınlardan bir beyin göçü dağı yarattığı aşikardır. Knowhow teknolojisi, ucuz iş gücü ve rekabeti zorlaştıran üretimi gerçekleştiren ülkeler sisteme yeni bir soluk getirmiştir. Güney Asya ülkelerinin birçoğunda gözlemlenilen iç huzursuzluklar, iç savaşlar ve ayrımcılıklar ile birlikte anılması bu ülkeleri BM’nin veya İnsan Hakları Örgütleri’nin raporlarında terör ve radikal gruplar etrafında çerçevelendiriyor. Fakat; özellikleri bakımından birbirlerinden farklı olan bu ülkelerde temel vurgu bölgedeki yatırım alanları olmuştur. Potansiyeli olan ekonomik yatırımlar yeni pazar arayışında olan belkide sömürgeciliğin yeni adı olan  küresel pazar alanını genişletmeye yönelik bir tavır olarak algılanabilir.

Doğu’dan gelen güç ebedi ve istikrar içermese bile batının hakimiyetini her alanda varolan söylemini kırmış gibi görünüyor. Asıl küresel olanın sadece batı olmadığı ve batı ile doğunun güçlü entegrasyonunu düşünürsek manaya uygun bir tablo ortaya çıkıyor. Küreselleşme söyleminin de doğu tarafından benimsenilmesini sağlıyor. Türkiye için; hem küreselleşmenin getirisi hem de çok yönlü dış politika anlayışının şartı olarak bölge ile gerçekleşecek çoklu ilişkilerin eksenini iyi belirlemesi gerekmektedir. Özellikle; dış politika çerçevesinde bölgenin dinamiklerini bilmek ve başka bir vizyonla buralarda bulunmak gerekir. Afganistan meselesinde; bölgede NATO ve askeri operasyonlar dışında olup bitenleri anlamanın önemi kimlik eksenli bir dış politika tavrından çok daha fazlasını, batı eksenli bi duruştan çok daha ötesini gerektirir. Coğrafyayı bilmek, toplumların özelliklerini ve dış dünyayla olan bağlantılarını çözmek bu manada önemlidir.

Güney Asya coğrafyasına bakıldığında; ekonomik ve siyasi anlamda ön plana çıkar aktörler üzerinde ayrıca çalışmak gerekir. Dolayısı ile Türkiye’nin bölgeye hem “territory” hem de “soft power” bakımından diğer bir çok dünya gücünden daha yakın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dünyanın en büyük 6. nüfusunu barındıran ve nükleer enerji sahibi olan Pakistan’ın, iç karışıklıklar ve terör eylemleriyle savrulan Afganistan’ın, tüm bunların dışında iki ülke arasındaki münasebetlerin, “uzaktaki” güç olan Amerika’nın lideri Obama’nın AF-PAK stratejisi ve Türkiye’nin bu alana olan etkisi. Tüm bu parçalar biraraya getirildiği ortaya bölgenin istikrar ve huzur arayışını sonlandırmayı amaçlayan ve uluslararası toplumla birlikte evrensel değerlere inana, sistemin devamlılığını sağlayacak olan bir yapı ortaya çıkarılması hedefleniyor.

Türkiye algısı bölgede olumlu yöndedir. Tarihsel ve kültürel ortaklıkların bulunduğu ülkeler arasında özellikle Afganistan, Pakistan ve Hindistan ile olan ilişkilerde dengeli bir tavır izlemekle birlikte Türkiye’nin ülke özelinde geliştireceği politikaların en az uluslararası normlar eşiğinde bir seviyede olması beklenir. Terör ve ayrılıkçı hareketlerin içerisinde bulunduğu dinamiklerle olan ilişkilerin iyi hesap edilmesi gerekir.

Artık bu yeni dünyanın, yeni bir söyleme ihtiyacının olduğu bu aşamadaki rolü devletlerin bürokratik işlemlerle ilişkileri boğduğu değil, “kamu diplomasisi” ile ilişkilerin hem toplumsal düzeyde hem de uluslararası arenada geliştirilmesi ve savunulması önemlidir. Türkiye’nin bölgedeki ülkelerle geliştireceği ilişkiler, bilgi edinme süreci ve bu sürece diğer uluslararası aktörleri de dahil edip öncü bir politika izlemesi arabulucu faaliyetlerinin tıkandığı noktada resmin daha görünür olmasını sağlayacaktır.

 Bölgede yer alan Afganistan ve Pakistan ikilemi hem kendi topraklarında hem de uluslararası arenada istikrarsızlığın ve köktenci hareketlerin kaynağı haline gelmiştir. Bu nedenle bölgede belirleyici olan uluslararası toplumun burada ne kadar güven verebileceğidir. Bu nedenle; Türkiye’nin Güney Asya’da yaşanan siyasi, ekonomik ve sosyal değişimlerde rol alarak bölgesinde belirleyici bir güç olarak varolduğu kanısını güçlendirmesi gerekmektedir.

Güney Asya bölgesinin önemli ülkelerinden olan Hindistan, Pakistan ve Afganistan için dış politika ve uluslararası kamuoyu ilişkileri anlamında toptan yapılacak bir değerlendirmenin doğru olamayacağını biliyoruz. Hindistan’ın değişen güç dengeleri ile olan ilişkisi, Çin’in bölgedeki rolü, Afganistan- Pakistan ilişkilerinde iç dinamiklerle birlikte gelişen ve daha karmaşık bir hale dönüşen ilişkiler, dünyanın bölgeyle ilgili olan algısı ve Türkiye’nin bu bölge karşısında kendini nasıl konumlandıracağı çok önemlidir. Bu nedenle belirleyici olan dünya devletleri, başta Amerika ile birlikte; uluslararası kurumlarla işbirliği halinde yürütülecek bölgesel münasebetlerin dikotomik olmaktan çıkıp daha çok boyutlu bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

Uluslararası güçler dengesinin batıdan doğuya doğru kaydığı ve bu yönde ekonomik, politik ve stratejik tahminlerin daha geniş bir alan için tekrardan yapılacağı bir döneme girdiğimiz şu dönemlerde; Güney Asya ülkeleri ve bu ülkelerin iç dinamikleri hakkında düşünmek ve bilgi sahibi olmak, yeni dünya düzeninde hangi ülkenin nerede yer alacağını belirleyecektir. Umuyoruz ki Türkiye’nin değişen güçler dengesindeki rolü ve vizyonu; siyasi,ekonomik, toplumsal ve uluslararası alanlarda güçlenerek “yeni satranç tahtası”üzerindeki oyunun gerekliliklerini yerine getirmekte başarılı olur.

Selma BARDAKCI

Bahçeşehir Üniversitesi

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...