Yeni Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri

Bu yazımda, 2007 Gazze Ablukası sonrası gelişen Türkiye-İsrail ilişkilerini mercek altına alacağım. Ancak ‘yeni dönem ilişkiler’ olarak adlandırılan bu dönemi değerlendirmeden önce Türkiye-İsrail arası ilişkilerin tarihsel boyutundan, iki ülkeyi de etkileyen bazı önemli bölgesel ve küresel gelişmelerden bahsetmekte yarar olduğu kanısındayım. Bu nedenledir ki iki ülke arası ilişkilerin başlangıç tarihi olarak 28 Mart 1949’u gösterebiliriz. Bu tarihte Türkiye, İsrail devletini halkının çoğu Müslüman olan ilk ülke olarak tanımıştır.[1]

Ancak bu olay her ne kadar ilişkilerde milat olarak değerlendirilse de ilk irtibatın 1958 yılında, iki ülkenin başbakanları arasında yapılan gizli bir işbirliği antlaşması olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır. Bu antlaşma gizli bir askeri ittifak antlaşmasından ibarettir. İsrail’in ‘Çevre İttifakı’ adını verdiği bu antlaşma, 1966 Kıbrıs krizine kadar güçlü bir şekilde yürürlükte kalmıştır. Antlaşma kapsamında gizli askerî ziyaretler, gizli askerî tatbikatlar, istihbarat paylaşımı ve silah sanayii işbirliği olmak üzere çeşitli faaliyetler yürütülmüştür. [2] Bu antlaşma ile başlayan Türk-İsrail diplomatik ilişkileri; Arap-İsrail savaşlarıyla, Kıbrıs ve Filistin sorunlarıyla günümüze kadar inişli çıkışlı bir grafik seyretmiştir. 1990’lı yıllara kadar İsrail ile olan askeri, ekonomik ve siyasal ilişkiler, soğuk savaşın sona ermesiyle 90’lardan sonra stratejik işbirliğine dönüşmüştür.

1990 sonrası uluslararası sistem ve ortak tehdit anlayışının ortaya çıkması, işbirliğinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 1990’lı yılların başında Türkiye’nin Yunanistan, Suriye ve İran gibi ülkelerle yaşadığı sıkıntıların büyümesi ve bu ülkelerle yaşadığı sıkıntılarını soğuk savaş dönemindeki gibi NATO aracılığı ile ele alamayacağının anlaşılması, ayrıca bu sorunların Rusya ve İran’ı da  kapsayacak şekilde genişlemesi Türkiye için sorun teşkil ederken; İsrail’in de Suriye ve İran açısından  bu tehditleri paylaşması, ortak tehdit algılamasının oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca Körfez Savaşı’nın ardından İsrail-Filistin ilişkilerinin iyi yönde seyretmesi ve Oslo İlkeler Bildirgesi sonrası Ortadoğu barış sürecinde yaşanan gelişmeler de Türkiye’nin Filistin konusundaki hassasiyeti nedeniyle İsrail’den soğumasını engellemiştir.[3]

Görüldüğü üzere soğuk savaş döneminden sonra iki ülkenin de bazı devletlere karşı aldıkları konumlanma itibariyle o dönemdeki şartlar iki ülkeyi bazı konularda ortak hareket etme zorunluluğuna itmiştir. Türkiye-İsrail ilişkilerinin o dönemde temel dinamiklerini oluşturan bir başka mesele ise terör meselesidir. Türkiye’yi yakından ilgilendiren bu mesele İsrail tarafından ortaklık kurulması için çok etkili bir alan olarak görülmüştür. Terör örgütünün bölgedeki ülkeler tarafından desteklendiği düşünüldüğünde ve Türkiye’ye terörle mücadele konusunda herhangi bir askeri yardımın küresel anlamda sağlanmamış olması, iki ülke arasındaki ilişkilerin bu dönemde çok olumlu bir ivme kazandığını göstermektedir. Ortadoğu’nun bu iki önemli ülkesi arasındaki, ABD bağından da şuan için özet niteliğinde bahsetmekte fayda olduğu kanısındayım. Amerika Birleşik Devletleri, iki ülke arasındaki ilişkilerde köprü görevi görmesinin yanı sıra gerekli bulduğu durumlarda iki ülke arası ilişkilere müdahalede bulunarak, bölgede etkinliğini sürdürme çabası içinde olmuştur.

1998 sonrası döneme bakıldığında ilişkilere damga vuran olayın ‘Öcalan Operasyonu’ olduğu görülmektedir. Türkiye’nin yıllardır başını ağrıtan PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan’ın Suriye’yi terk etmek zorunda bırakılmasının ardından Kenya’da yakalanması hem Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüş hem de yakalanış öyküsünden ötürü bölgedeki dengeleri değiştirmiştir. 1998 sonrası dönemde, PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın Suriye sınırları dışına çıkarılması ve Kenya’da yakalanması, ardından da Suriye ile Türkiye arasında Adana Mutabakatının imzalanması, Türkiye’nin güney komşularıyla olan ilişkilerini ve bakışındaki tehdit algılamasını büyük oranda değiştirdi. İşin ilginç tarafı ise, yakalanış öyküsünün baş aktörü ve elebaşını Türkiye’ye teslim edenin İsrail istihbarat birimi ‘Mossad’ olmasıydı. PKK liderinin yakalanması, Türk Dış Politikası için değişimin başlangıcı olarak kabul edilebilir.[4]

2000’li yılların başlarına kadar bölgede olumlu yönde seyreden Türk-İsrail ilişkileri 2000’li yıllardan sonra aksi yönde ilerlemeye başlamıştır. Bunun nedenleri olarak iki ülke arasındaki işbirliğinin neticesinde ortak tehdit olarak algılanan konuların eskisi kadar tehdit unsuru olarak algılanmaması, iki ülke arasındaki karşılıklı beklentilerin boşa çıkması, Filistin Sorunu ve ABD-Irak Savaşı gösterilebilir. Sırayla inceleyecek olursak; Türkiye, Irak Savaş’ından önce kendisine yöneltilen tehlikeleri bertaraf etmeyi bir şekilde başarmıştır. Ancak Irak Savaş’ından sonra durum böyle olmamıştır. İsrail ile Türkiye arasındaki ‘Barış Suyu Projesi’[5] gibi ortaklık adımlarının boşa çıkması iki ülkenin birbirinden uzaklaşma nedenlerinden bir diğeridir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgali ise bölgedeki yapıyı alt üst etmiştir. Bunun en somut kanıtı, Türkiye bölgedeki statükonun korunmasının en önemli savunucularından birisi olurken İsrail ise Amerika’nın bölgedeki şiddete dayanan politikalarının destekçisi olarak kendisini konumlamıştır. Buradan anlaşılacağı gibi artık İsrail ile Türkiye ayrı saflara düşmüşlerdir. Irak’ın parçalanması ve kuzeyinde yeni bir devletin oluşturulmak istenmesi Türkiye’yi, Suriye ve İran’a yakınlaştırırken İsrail bu devletlerden gitgide uzaklaşmıştır.

İki ülkenin İsrail’in bağımsızlığının tanınmasından sonra gelişen ilişkilerinin, askeri işbirliği, ticaret ve istihbarat gibi konularla pekiştirildiğini görüyoruz. Bunlara örnek olarak İsrailli pilotların ülkemizde eğitim görmesi ve Öcalan Operasyonu’nda İsrail İstihbarat Teşkilatı Mossad’ın yapmış olduğu istihbarat paylaşımı gösterilebilir. Ayrıca ilerleyen kısımlarda ayrıntılı biçimde yer verileceği üzere “Filistin Sorunu bu dönemde ne durumdaydı?” diye soracak olursak, bu dönemde Türkiye Filistin‘in kendi geleceğini tayin etmesi gerektiği tutumu içindeydi ancak bu tutumunun dozajını ayarlamasını bildiği için Filistin sorunu İsrail ile o dönemde büyük çapta bir sorun teşkil etmemiştir. Ancak 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde Türkiye ve İsrail’de iktidar değişiklikleri yaşanmıştır. Bu iktidar değişiklikleriyle birlikte özellikle Türkiye’nin İsrail’e karşı sürdürdüğü dış politikada belirgin değişiklikler olmuştur. Ayrıca İsrail’deki aşırı milliyetçi grupların da koalisyonda söz sahibi olması, İsrail’in de Türkiye’ye karşı olan bakış açısının değişmesine yol açmıştır. Böylelikle İsrail ile olan ilişkiler negatif yönde ivme kazanmaya başlamıştır. ‘2003 Irak Savaşı’, ‘Anadolu Kartalı Tatbikatı’, televizyon da yayınlanan bazı diziler, alçak koltuk krizi ve de özellikle ‘Dökme Kurşun Operasyonu’, ’Davos Krizi’ ve ‘Mavi Marmara Saldırısı’ Türkiye’nin İsrail’e karşı çok sert bir tutum takınmasına neden olan olaylardır. Bu sert tepkilere karşı İsrail de bundan böyle alttan alan taraf olmayacağını belirten açıklamalarda bulunmuştur.

Türkiye bölgede demokratik bir ülke olarak senelerdir arabuluculuk görevini üstlenmiştir. Gerek İsrail ve Suriye arasında olsun gerekse İsrail ile Filistin arasında, bu arabuluculuk görevini 2000’li yılların ortalarına kadar layığı ile yürütmüştür. 

2003 ABD-Irak Savaşı’nın Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi

İki ülkede de yaşanılan iktidar değişikliklerinin ardından 2003 yılında ABD’nin Irak’a demokrasi götürme ve Saddam Hüseyin’in elinde bulunduğu iddia edilen kitle imha silahlarının yok edilmesi bahanesiyle açmış olduğu savaş, Ankara’nın İsrail’e karşı olan tutumunun belirginleşmesine neden olmuştur. Günümüzde İsrail’de varlığı bulunan Yahudi-Kürt cemaati, İsrail ile Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarının çatışmasına yol açmıştır. Bu çatışmanın altında yatan neden ise Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması yönündeki tutumu ile İsrail’in Kuzey Irak’ta yeni bir Kürt devleti kurulmasını istemesi olarak düşünülebilir. Neticede İsrail’in Kürt halkı üzerinden Irak siyasetinde etkin olmasıyla bölgedeki devletleri rahatsız edecek politikalar yürütmeye başlamıştır.

ABD Irak’a savaş açarken dünya kamuoyuna dile getirdiği etkenlerin her birinin asılsız olduğu zamanla ortaya çıkmıştır. Çünkü Irak’ta ne kitle imha silahlarına rastlanmıştır ne de Irak’a demokrasi adına yeni bir düzenleme gelmiştir. Oysaki ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarının altında şu nedenlerin yatmakta olduğunu düşünmekteyim:

1. Bölgede İsrail devletinin güvenliğini sağlamak

2. Ortadoğu’da bulunan zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarının kontrolünün ABD karşıtı bir devlete geçmesine engel olmak

3. Bölgede bol miktarda bulunan ve küreselleşen dünyada önemli bir yeri olan petrolün kontrolünü ele geçirmek.

Bu hedefler doğrultusunda ABD Irak’ta binlerce insanın ölümüne neden olurken bölgedeki istikrarı da bir anlamda bozmuştur. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki Türkiye bu dönemde İncirlik Hava Sahasını Amerika Birleşik Devletleri’nin kullanımına açarak bu düzenin bozulmasına ortaklık eden bir ülke görünümü yaratmıştır.

Sonuç olarak 2003 Irak işgali ile Ortadoğu’da taşlar yerinden oynamaya başlamıştır. Bu işgalle birlikte ABD İngiltere’yi de yanına alarak Ortadoğu’da kontrolü tek başına ele geçirmeye kalkışmıştır. Bununla birlikte 2005 yılına gelindiğinde ABD’nin tek başına Irak’ta istediği askeri, politik ve ekonomik yapılandırmada başarısız olduğu konusu gündeme gelmiştir. Sistemik olarak bakıldığında Ortadoğu’da bir güç boşluğunun ortaya çıktığı görülmüş ve bazı bölge ülkeleri ile küresel güçler, doğan güç boşluğunu kendi ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda doldurmaya çalışmıştır. Bunu fark eden bölge ülkelerin başında İran gelmiş ve kısa sürede Ortadoğu’daki etkisini genişletmeye yönelmiştir.[6] 2003 ABD-Irak Savaş’ı bölgede huzursuzluk yaratmış, binlerce masum sivilin ölümüne neden olmuş, yıllardır dengeli bir şekilde ilerleyen Türk-İsrail ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır.

Bu yıllarda İsrail şiddet içeren politikaları hayata geçirmeye başlamıştır. Bu politikaların hedefi olarak Filistinli liderler belirlenmiştir. 2004 yılında Hamas’ın kurucusu ve ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasin’in öldürülmesiyle başlayan bu şiddet zinciri, Hamas’ın Gazze’de sözcülüğünü yapan Abdulaziz Rantis’in öldürülmesiyle devam etmiş ve son olarak 2010 yılında Hamas’ın askeri kanadının lideri Mahmud Mab-Huh’un öldürülmesiyle bu çirkin saldırılara bir yenisi eklenmiştir. İsrail’in düzenlediği bu suikastlar Türkiye’nin de dikkatini çekmiş, Ankara tarafından tepki gösterilmiştir. 2006 yılına gelindiğinde Gazze’deki seçimleri kazanan Hamas’ın sürgündeki lideri Halid Meşal’in Türkiye’ye gelmesi, iki ülke arası ilişkileri iyice gerginleştirmiştir. İsrail basının da bu ziyaret çok ağır ifadelerle eleştirilmiş hatta ‘Türkiye teröristlerle yatıp kalkıyor’ gibi açıklamalar yapılmıştır[7] Ayrıca 2006 yılındaki krizler bunlarla da son bulmamıştır. İsrail’in Lübnan’a kara ve hava harekâtı başlatması üzerine Türkiye’den İsrail’in orantısız güç kullandığına dair açıklamalar gelmiştir. Ayrıca Türkiye saldırılar devam ederken Lübnan halkına yaptığı insani yardımlarla ön plana çıkmıştır. Ateşkesin sağlanabilmesi için Türkiye yoğun çaba harcamış hatta bölgeye 1000 civarında Türk askeri gönderilmiştir.[8]

Lübnan-Filistin meselelerinin ortaya koyduğu etkinin farkında olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İslam Dünyası konusundaki hassasiyeti görmezden gelemeyerek İsrail’i kınayan bir açıklama yapmıştır. Bu siyasi tepkiyi gösterirken, İsrail’in toprak bütünlüğü ve ABD politikalarının yanında olduğunu dile getirmeyi de ihmal etmemiştir. Bu durum iki ülke arasındaki su ve enerji anlaşmalarını da olumsuz etkilemiştir.[9]

2007 Gazze Ablukasının Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi

Gazze’de Hamas’ın iktidarı ele geçirmesinin ardından İsrail Gazze’ye yönelik katı bir abluka politikası uygulamaya başlamıştır. Gazze’de yaşayan halkın her türlü dış bağlantısı kesilmiş adeta ölüme terk edilmişlerdir. Yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılamak, hayati gereksinimlerini giderebilmek için Mısır sınırına açılan tünellerin sayısı Gazze’de bir hayli fazladır. İsrail güçleri bölgeye giren ve bölgeden çıkan her şeyi etkin bir biçimde kontrol etmektedir. Bu ablukanın gerekçesi olarak, bir terör örgütü olduğu ileri sürülen Hamas’ın iktidara gelmesi gösterilmektedir. Kanımca bunun da nedeni Gazze halkına Hamas’ın iktidara gelmesinin başlarına ne gibi işler açtığı hissini empoze etmektir.2007 yılında İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk görevini resmen üstelenen Türkiye, bu görevi iki tarafın da güven çerçevesi içinde yürütürken İsrail’in 2008 yılının sonlarına doğru 6 aylık geçici ateşkesin ardından Hamas’ın kendi topraklarına saldırdığı gerekçesiyle Gazze’ye yoğun bir hava saldırısı başlatmıştır. Hava saldırısının ardından sınıra binlerce İsrail askeri dayanmıştır.  Böylelikle operasyon kara harekâtına dönüşmüştür. İsrail’in 2008 yılında başlattığı harekât üzerine birçok masum sivil yaşamını yitirmiştir. İnsanlık dışı eylemlere maruz kalan Gazze halkı için Ortadoğu ülkelerinin verdiği tepkiler bölgede dinamikleri yerinden oynatacak niteliktedir. 

İsrail-Filistin sorununda bugüne kadar aktif rol oynayan ülkeler; Mısır, Suudi, Arabistan, Ürdün, Suriye ve İran olarak bilinmektedir. Bu ülkelerden Mısır, Dökme Kurşun Operasyonu’na bugüne kadar takındığı tavra uygun nitelikte bir tepki göstermiştir. Mısır Hamas ve İsrail temsilcilerini Mısır’a davet ederek uzlaşma sağlanması için gayret sarf etmiştir. Ancak Suudi Arabistan ve Ürdün bu konuda üzerlerine düşeni yapmayarak kamuoyunda şaşkınlığa neden olmuşlardır. Arap dünyasından da beklenilen aşırı tepki gelmemiştir. Suriye ve İran’ın girişimleri ise sembolik olarak atılan adımlardan öteye geçememiştir. Operasyona en ciddi ve etkili tepki bölge ülkelerinden, Türkiye’den gelmiştir. Türkiye, bölgede çok aktif bir rol üstlenerek olayı şiddetli bir biçimde protesto etmiştir. Ayrıca bölgede ateşkesin sağlanmasında Türkiye’nin yapmış olduğu temasların da büyük etkisi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Türkiye Hamas’ı ciddiye alarak ve İsrail ile geçmişten gelen sıkı ilişkilerin etkisiyle bölgedeki kriz üzerinde etkili olmuştur. Kanımca bunu yaparken de İsrail ile olan ilişkilerin zedelenmemesi gerektiğini göz ardı etmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Güvenlik Konseyinde ve NATO’da acil toplantı çağrısı yapması, Tel Aviv Elçisini geri çekmesi ve saldırıyı alçakça bir devlet terörü olarak değerlendirmesi İsrail’e karşı verilmiş ağır tepkinin somut örnekleridir.[10]

Ayrıca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Anadolu Kartalı” tatbikatından İsrail’in dışlanması konusunu değerlendirirken İsrail’in Gazze ile ilgili mevcut yaklaşımından duyulan rahatsızlığını ortaya koyarak “Gazze’deki durumun iyileşeceğini umuyoruz. Bu, Türk-İsrailli ilişkilerinde de yeni bir atmosfer yaratacak” şeklinde konuştu. Ahmet Davutoğlu, CNN’e yaptığı açıklamada İsrail’in neden tatbikattan dışlandığını anlatırken “Gazze’teki durumun iyileşeceğini, yeniden diplomatik yollara gireceğini umuyoruz. Bu, Türk-İsrailli ilişkilerinde de yeni bir atmosfer yaratacak. Ancak mevcut durumda elbette ki bu yaklaşımı, İsrail’in yaklaşımını eleştiriyoruz” dedi.[11]

Bu ablukaya tepki gösteren bölge ülkelerinden biri olan Mısır, ablukanın kalkması için arabuluculuk görevinde etkin olmuşsa da bir yandan durumu iyileştirme çabası içindeymiş gibi görünürken diğer yandan da Gazze şehrinin dünya ile tek bağlantı noktası olan Refah Sınır Kapısını kapatarak[12] anlaşılması zor bir durum sergilemektedir. Mısır’ın bu tutumunu, her iki tarafı da dengede tutabilme politikası olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

Türkiye gelişen ekonomisiyle ve bölgedeki istikrarlı politikaları ile İsrail-Filistin sorununda etkin rol üstlenmek istiyor. Ancak şunu da biliyoruz ki Türkiye’nin İsrail ile geçmişten günümüze imzalanmış olan birçok askeri ve ekonomik işbirliği antlaşmaları mevcuttur. Bu yüzden İsrail ile ilişkiler tam anlamda koparılmadan bu sorunda etkin rol üstlenebilmek çok önemlidir. ‘Eksen Kayması’ tartışmalarının yaşandığı bugünlerde Türkiye birçok Arap ülkeleri ile vizeleri kaldırmış durumdadır. Nasır döneminde Mısır’ın üstlendiği rolü üstlenme niyetinde görünen Türkiye, Arap dünyasıyla olan ilişkileri artırırken, Batı ile (özellikle ABD ile) olan bağların da gerginleşmesine yol açabilir.

Eksen doğuda mı batıda mı tartışmalarının yersiz olduğunun düşünen birisi olarak Türkiye gibi jeopolitik konumu dünyanın en güzide ve bir o kadar da tehlikeli bir bölgede olan devletin ekseninin sabit değil hareketli olmasından yanayım. Osmanlı diplomasisinin en büyük ve en dolaysız mirasçısı olan Türkiye’nin, o büyük imparatorluğun başarıyla yürüttüğü  ‘denge politikasını’ bugün de dünya üzerinde başarıyla yürütebileceği şüphe götürmez. 

Davos Krizi ve Sonrasında Gerginleşen İlişkiler

2009 yılında İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forum’unda ‘Gazze Ortadoğu İçin Model’ başlıklı oturuma katılan Başbakan Erdoğan ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında çok sert diyaloglar yaşanmıştır. Şimon Peres’in Filistin hakkındaki sert açıklamalarından sonra oturumun moderatöründen söz hakkı isteyen Başbakan Erdoğan, kendisine bir dakika ek süre verilmemesi üzerine sinirlerine hakim olamamış ve sert diyaloglar yaşanmaya başlanmıştır. Erdoğan, Peres’e dönerek, “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüz, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum. Ülkenizde başbakanlık yapmış 2 kişinin bana çok önemli lafları vardır. Filistin’e, tankların üstünde girdiği zaman, ‘kendimi bir başka mutlu addediyorum’ diyen başbakanlarınız var. Tankların üzerine çıkıp da ‘Filistin’e girince mutlu oluyorum’ diyen başbakanlarınız var. Ve bana sayılar veriyorsunuz. İsmini de veririm, belki merak edenleriniz vardır” dedi. Peres’in konuşmasının salonda alkışlanmasıyla ilgili olarak da Erdoğan, Şu zulme alkış tutanları da ayrıca kınıyorum. Peki, çocukları öldürenleri kalkıp da alkışlamak öyle zannediyorum ki insanlık suçudur” dedi. Başbakan Erdoğan’ın, “Sadece size, iki söz söyleyeceğim…” sözleri üzerine, oturum yöneticisi, araya girdi. Erdoğan, “sözümü kesmeyin” diyerek, “Tevrat’ın 6. maddesi de ki ‘öldürmeyeceksin. Burada öldürme var. Bu da çok enteresan” diyerek sözlerini sürdürdü.

Biri Oxford Üniversitesinde profesör iki İsrail vatandaşının, İsrail‘i eleştiren açıklamalarını da elindeki notlardan okuyan Başbakan Erdoğan, oturum yöneticisine de dönerek, “Sana da çok teşekkür ediyorum. Benim için de bundan böyle Davos bitmiştir. Daha Davos’a gelmem. Siz  konuşturmuyorsunuz. 25 dakika konuştu, 12 dakika konuştum. Olmaz.” dedi.[13]

İşte yaşanan bu olaylar üzerine Türkiye-İsrail ilişkilerinde gerginlik hat safhaya çıkarken, Ortadoğu’da ve Arap dünyasında Başbakan Erdoğan liderlik rolünü tescillemiştir. Sadece Arap dünyası değil Başbakan Erdoğan Türkiye’ye döndüğünde binlerce insan ellerinde Filistin bayrakları ile Erdoğan’ı ‘Davos Fatihi’ sloganlarıyla karşılamışlardır. Ancak Başbakan’ın Davos’taki bu tavrı ülke içinde eleştirilere de maruz kalmıştır. Muhalefet partileri Başbakan’ın üslubunun diplomatik üsluba tamamen aykırı olduğunu, haklı durumdayken bile insanı haksız duruma düşürebilecek bir üslup olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Başbakan’ın bu çıkışını iç politika malzemesi olarak değerlendirenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar fazladır.

Tarihe ‘Davos Krizi’ olarak geçen bu gerginlik dünya basının da geniş yer bulmuştur. Bunlara bir kaç örnek vermek gerekirse, İngiliz BBC gazetesi, ‘kahraman gibi karşılandı’ manşetiyle Başbakanın Türkiye’ye döndüğünde aldığı desteğe dikkat çekerken, Belçika basını da konuyla ilgili haberlerinde, “Erdoğan çok kızdı, Peres özür diledi”, “Erdoğan’dan Şimon Peres’e: Siz insanları öldürüyorsunuz”, “Erdoğan kızarak Davos tartışmasını terk etti” gibi başlıklar kullandı. İspanya basını ise kullanılan üslubun sertliğine dikkat çekerek Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulabileceğinden söz etmiştir.[14] Dünya basınında geniş yankı uyandıran ‘Davos Krizi’ Türk basınında nasıl bir tepki yaratmıştır diye soracak olursak bunu da önde gelen gazetelerin manşetlerinden örnekler sunarak açıklamakta fayda olduğu kanısındayım. Kriz ertesi Türk Basını:

Hürriyet: Davos Ruhu Öldü

Sabah: DAVOS’TA TAVIR Erdoğan, ‘zulmü alkışlayanları kınıyorum’ diyerek oturumu terk etti 

Milliyet: DAVOS’TA ŞOKErdoğan ağır eleştirdi, Peres sert yanıt verdi ve ortalık birden gerildi

Vatan: PERES TAHRİK ETTİ ERDOĞAN SERT ÇIKTI – Davos’ta Gazze panelinde büyük gerginlik 

Cumhuriyet: DAVOS’TA GERGİNLİK[15] – Ortadoğu konulu panelde Peres’i sert biçimde eleştiren Erdoğan sözleri kesilince salonu terk etti

İsrail basını ise Türkiye’nin ‘Radikal İslam Devleti’ olma yolunda ilerlediğini öne sürerken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerini anti-semitizm[16] olarak değerlendirdi. İki ülke arasında yaşanan bu gerginlik sonrasında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Başbakan Erdoğan’ı arayarak üzüntülerini dile getirmiştir ve iyice gerginleşen bağların tamamen kopmaması için son bir hamle yapmıştır. Ayrıca kriz sonrasında İsrail, Türkiye’ye sefer düzenleyen uçaklarında güvenlik amaçlı bir adet silahlı güvenlik görevlisi bulundurulması konusunda ısrar etmiş ancak Türkiye buna karşı çıkınca İsrail Antalya’ya düzenlenen uçuşların tamamını dondurmuştur. Bu da kriz sonrası gelen ilk yasak olarak nitelendirilmiştir.

Sonuç olarak Davos Kriz’i İsrail ile ilişkilere yeni boyutlar kazandırırken Başbakan Erdoğan binlerce kişinin desteğini alarak Ortadoğu’da Türkiye’nin söz sahibi bir ülke olduğunu, arabuluculuk rolünü devam ettirmek istediğini adeta gözler önüne koymuştur. Başbakan’ın tavrı elbette haklı bir tavırdır ancak üslubu konusunda aynı şeyi söylemek benim açımdan mümkün değildir. Ayrıca Başbakan’ın bu çıkışı iç politikada da yakın zamanda (2009 yerel seçimlerinde) etkisini göstermiştir. 

Davos Sonrası Yaşanan ‘ Anadolu Kartalı ’  Krizi   

Türkiye’nin İsrail ile geçmişten bu yana var olan inişli çıkışlı ilişkilerinde askeri ve ekonomik işbirliği antlaşmaları her zaman bağlayıcı rol oynamıştır. Özellikle 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde Türkiye’nin doğusundaki terör örgütü olaylarının artması ve Suriye’nin bu terör örgütüne destek vermesi Türkiye’yi İsrail ve diğer dünya devletleri ile askeri işbirliğine doğru sürüklemiştir. Bunun neticesinde 2001 yılından beri Konya Ovası’nda milli ve ulusal çerçevede eğitim uçuşları düzenlenmektedir.

Uluslararası düzeyde yapılması planlanan 12-23 Ekim tarihlerindeki tatbikatın, alınan bir karar ile millileştirildiği duyurulmuştur. Basında çıkan haberlere göre Türkiye’nin Gazze Ablukası ve Davos Krizi’nden ötürü İsrail’i tatbikat dışı bıraktığı ve diğer ülkelerin de ( ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda vs.) buna karşılık Türkiye’yi protesto amaçlı tatbikattan çekildikleri belirtilmiştir. Bunun üzerine İsrailli bazı savunma yetkilileri Türkiye’ye yapılan silah satışının yeniden gözden geçirilmesi gerektiği gibi açıklamalar yaparak hem krizin büyümesine hem de olayın farklı bir boyut kazanmasına neden olmuşlardır[17]

Yaşanan bu krizin, gerçekten de Türkiye’nin İsrail’i tatbikattan dışlama amacıyla mı ortaya çıktığını tartışacak olursak şunları göz önünde bulundurmamız gerektiğine inanmaktayım. Biliyoruz ki Türkiye yıllardan beri İsrail’in Filistin politikasını eleştirmekte ve İsrail’i orantısız güç kullanmakla suçlamaktadır. Bu durum iki ülke arasında her zaman bir gerginlik sebebi olarak kalıcılığını korumuştur. Özellikle 2007 yılında başlatılan Gazze ablukasıyla birlikte öldürülen sivillerin sayısının[18] 1000’i aşması ve Türkiye’nin ablukanın gevşetilmesi konusunda yaptığı çağrıların cevapsız kalmasının İsrail ile olan işbirliği antlaşmalarına da ister istemez olumsuz yönde yansıması kaçınılmaz bir şeydir. Özellikle uzun zamandan beri aralıksız düzenlenen bu tatbikatın uluslararası boyutunun iptal edilmesinin altında yatan asıl gerekçeyi anlamak için kararın hemen ertesinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yapmış olduğu açıklamayı gözden geçirmekte fayda olduğunu düşünmekteyim. Sayın Davutoğlu aynen şu ifadeleri kullanmıştır: “Zaten Bakanlığımız açıklama yaptı. Böyle dönemlerde bölgemizdeki herkesin aklıselim içinde davranması, barış ve istikrar ortamını zedeleyecek davranışlardan uzak kalması beklenir. Gazze’deki insani trajedinin bir an önce son bulmasını, Mescid-i Aksa, Haremüşşerif ve Doğu Kudüs’ün kültürel ve dini kimliğine saygı gösterilmesine büyük önem veriyoruz. Bu konuda Türkiye hassasiyetini göstermiştir, göstermeye de devam edecektir.[19]Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, yaşanan olayın İsrail ile son yıllarda yaşanan gerginliklerin bir devamı niteliğinde olduğu aşikârdır. Ve tatbikatın milli düzeye indirilmesinin ‘İsrail’i dışlama’ amacıyla yapıldığını düşünmek bana göre kaçınılmaz bir sonuçtur ve haklılık payı bir hayli fazladır.

Televizyon Dizileri Ve Alçak Koltuk Krizi

Anadolu Kartalı Tatbikatının uluslararası düzeyden ulusal düzeye indirilmesinin yaratmış olduğu tartışmalar devam ederken İsrail Türk televizyonlarında yayınlanan bazı dizilerden duyduğu rahatsızlığı dile getirince krizler zincirine yeni bir halka daha eklenmiş oldu. Söz konusu bu diziler devlet televizyon kanalında yayınlanmakta olan ‘Ayrılık’ adlı dizi ve özel bir televizyon kanalında yayınlanmakta olan ‘Kurtlar Vadisi’ adlı dizilerdir.

TRT 1’de yayınlanan ‘Ayrılık’ adlı diziye İsrail’den büyük tepki geldi. TRT’nin ‘dünyanın kanayan bir yarası olan Filistin topraklarında yaşananlar…’ şeklinde lanse ettiği diziyle ilgili, Türk Büyükelçisi’nin İsrail Dışişleri’ne çağrılacağı açıklandı.[20] Ayrıca İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman dizi hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur: “Bu, ciddi bir provokasyondur ve ayrıca devlet desteğiyle yapılmıştır. Gerçekle ilişkisi olmayan ve İsrailli askerleri, barbar katiller olarak gösteren bir dizinin düşman devletlerce bile yayınlanması yakışmaz. İsrail ile diplomatik ilişkileri olan Türkiye’de yayınlanması ise çok manidar ve üzücüdür.[21] Dizinin ilk yayınından itibaren İsrail basını da olaya çok sert tepki vermiştir. Ayrıca İsrail Kurtlar Vadisi adlı diziden duyduğu rahatsızlığı Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak dile getirmiştir. Bunun üzerine dizinin yapımcı şirketinden bir açıklama gelmiştir: “İsrail yönetimi, insanlık dışı uygulamalarının teşhirini diplomatik yollardan engellemeye çalışmak yerine, bir an önce Filistinli çocuklara uyguladığı vahşeti durdurmalıdır. Kurtlar Vadisi, doğruları söylemeye ve yanlışları teşhir etmeye devam edecektir.”[22] Görüldüğü gibi Filistin’deki İsrail politikasına Türk televizyonları da sessiz kalmamayı tercih etmiş ve yaşanan dramı Türk kamuoyuna yansıtmak istemişlerdir.

Yukarıda Türkiye Tel Aviv Büyükelçisinin İsrail Dışişleri Bakanlığına çağırıldığından ve Kurtlar Vadisi adlı diziden duyulan rahatsızlığın dile getirildiğinden bahsetmiştim. İşte tam o sırada İsrail Dışişleri Bakan yardımcısı Danny Ayalon’un Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u kendi sandalyesinden daha alçak bir sandalyeye oturtması ve gazetecilere dönüp şu ifadeleri kullanması Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştür. Danny Ayalon: “Bizim yüksek, onun daha alçak bir koltukta oturduğuna, masada yalnızca İsrail bayrağı bulunduğuna ve bizim gülümsemediğimize dikkatinizi çekerim.[23] Ayrıca gazetecilerin fotoğraf için el sıkışın talebine olumsuz yanıt verilirken toplantı sırasında Çelikkol’a ikram yapılmaması da gözlerden kaçmamıştır.[24] Bu gelişmeler üzerine İsrail devletinin Ankara Büyükelçisi Türk Dışişleri Bakanlığına çağırılmış ve Türkiye’nin İsrail’den bir özür beklediği kaydedilerek İsrail’in bu hareketi kınanmıştır.

Mavi Marmara Saldırısı Ve Gelinen Son Nokta

Bilindiği üzere 2007 yılından beri Gazze şehri İsrail devletinin ablukası altında ve Gazze’de yaşayan Filistin halkı bu zor şartlarda yaşam mücadelesi vermektedir. Bu insanlık dramına sessiz kalmak istemeyen İnsani Yardım Vakfı ve Uluslararası Yardım Kuruluşları Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkmışlar ve 31 Mayıs gecesi İsrail askerleri uluslararası sulardan yaklaşık 70 mil[25] açıkta bu yardım filosuna havadan ve denizden müdahalede bulunmuştur. Bu müdahale sonucunda 9 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hayatını kaybetmiş ve bir çok kişi yaralanmıştır.

Bu saldırı ertesi gün kamuoyunu derinden sarsmış ve İsrail’e duyulan tepki bir anda çığ gibi büyümüştür. Halk sokaklara dökülmüş meydanlar ellerinde Filistin bayrakları olan insanlarla dolup taşmıştır. Halkın bu tepkisine karşın hükümetin ne tepki vereceği merakla beklenmektedir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olayı ‘Türkiye’nin 11 Eylül’ü’[26] olarak nitelendirirken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise “Gerek ulusal gerek uluslararası hukuk çerçevesinde ne gerekiyorsa yapmaya devam edeceğiz”[27] diyerek duruma temkinli yaklaşan bir açıklama yapmayı tercih etmiştir. Saldırının düzenlendiği geminin Türk bandıralı bir gemi olması ve olayda dokuz Türk vatandaşının hayatını kaybetmesi İsrail ile bugüne kadar yaşanmamış boyutlarda bir krize neden olacağı izlenimi vermiştir ki aslında bu kriz o boyutlara da ulaşmıştır diyebiliriz.

Bu saldırının ardından Türkiye uluslararası kamuoyunu İsrail’e karşı harekete geçirdi; BM Güvenlik Konseyi’ni, İslam Konferansı Örgütü Başkanlar Kurulu’nu ve NATO’yu olağanüstü toplantıya çağırarak bu örgütlerin İsrail’i kınayan bildiriler yayınlamasını sağladı; Tel Aviv’deki Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u istişarelerde bulunmak için Ankara’ya çağırdı. İsrail ile yapılması öngörülen askeri tatbikatlar iptal edildi. İsrail ise Heron insansız hava araçları konusunda eğitim vermek üzere Türkiye’de bulunan subaylarını ve görevli diplomatların ailelerini geri çağırdı. Türkiye, İsrail’den durumun normale dönmesi için isteklerini “Kamuoyu önünde özür dilemesi, gemilere saldırı konusunda bağımsız bir soruşturmayı kabul etmesi ve Gazze’ye yönelik ablukayı kaldırması” biçiminde sıraladı.[28]

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, yapılan saldırıyı kurulan komisyonca incelemiş ve sonuç raporunu açıklamıştır. Konsey raporunda İsrail’in uluslararası hukuku açık bir şekilde ihlal ettiği vurgulanırken özellikle uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası insani hukukun önde gelen metinlerinde düzenlenen temel bazı yasakların hiçe sayıldığı ifade ediliyor. İsrail aleyhine ciddi suçlamalar içeren rapor Türkiye’nin işbirliğini överken İsrail yönetimini de işbirliğinden kaçındığı için dolaylı da olsa kınıyor. Gazze ablukasının ve Gazze’deki insani krizin kısa bir tarihçesi ile birlikte Mavi Marmara saldırısına giden süreci özetleyen rapor İsrail’in hangi ihlalleri yaptığına dair açık suçlama ve ifadeler içeriyor.[29]

Yaşanan bu gelişmelerin ardından dünya kamuoyunda ve Türkiye’de İsrail’den bir özür ve tazminat beklentileri ortaya çıkmıştır doğal olarak. Ancak bu beklentiler İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun İsrail’de özel bir televizyon kanalına yapmış olduğu açıklama ile son bulmuştur. Netenyahu açıklamasında: ”Onlar (Türkiye) bizden özür istiyor ancak biz elbette, özür dilemek istemiyoruz. Biz, can kayıpları ve benzerlerinden ötürü, daha önce de yaptığımız gibi, üzüntülerimizi bildirmeye hazırız” dedi.[30]  

Görüldüğü gibi İsrail devleti işlediği insanlık suçuna rağmen özür dilememek konusunda ısrarlı gibi görünüyor. Şunu da belirtmek isterim ki insanların canına kastettikten sonra özür dilemenin kime, ne faydası vardır? Ancak belki bir nebze de olsa hayatlarını kaybeden insanların ailelerinin yüreklerindeki acıyı hafifletecek olan bu erdemli davranıştan İsrail hükümeti ısrarlı bir biçimde kaçınmaktadır. Esas sorunlardan biri, örneği verilen daha önceki olaylarda olduğu üzere İsrail’in bu eylemlerine karşılık ödediği bedelin ya çok zayıf ya da hiç olmamasıdır. İsrail’in bedel ödememesi onu daha sonraki eylemlerinin önünü açan bir faktör olmaktadır. İsrail, Suriye topraklarını bombaladığı ya da devlet başkanının sarayının üzerinden uçak uçurduğu zaman sadece kınama mesajları ile karşılaşmaktadır. Gazze’deki eylemleri için herhangi bir yaptırım uygulanmamakta, sadece arkası gelmeyen ve somuta dönüşmeyen sert söylemlere maruz kalmaktadır.[31]

Ve günümüzde İsrail’in bölgedeki yalnızlığı gün geçtikçe artmakta, Lübnan ile var olan durumun ne olacağı konusu merakla beklenmekte ve İsrail’in tehdit algıları her yeni günle beraber bir bir çoğalmaktadır. İsrail hükümeti açıkça belirtmek istemese de kanımca Türkiye’yi tamamen kaybetmeyi hiçbir zaman göze alamayacaklarının farkındadır ve Ankara ile ilişkilerin normalleşmesi için öne sürülen şartlardan biri olan komisyonun Mavi Marmara Saldırısını inceleme kararını kabul ettiğini kamuoyuna duyurmakla Türkiye ile olan ilişkilerin biraz olsun düzeltmek istendiğini belli etmiştir. Ayrıca son olarak İsrail’de çıkan büyük çaplı bir yangına Türkiye’nin iki adet yangın uçağı göndermesi Türkiye tarafından da ilişkilerin tamamen koparılmak istenmediğinin bir göstergesidir. Ak Parti hükümeti iktidar yıllarının ilk dönemini İsrail ile sorunsuz bir şekilde geçirmiş ancak son yıllarda durum tam tersi yönde ivme kazanmıştır. Bunun duruma yol açan sebeplerden yukarıda uzun uzun bahsettik ve şunu da belirtmek isterim ki Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü asla kaybetmek istemediğini aynı zamanda İsrail ile olan ilişkilerin de iyi bir şekilde sürdürülmesinin çok önemli olduğunu düşünmekteyim.

Unutulmamalıdır ki Ortadoğu’nun iki demokratik ülkesi olan Türkiye ve İsrail bölge dinamiklerini yakından etkilemektedir. Uzun yıllar çok ılımlı bir izlenim vermiş olan Türk-İsrail ilişkileri göründüğü üzere son yıllarda pamuk ipliğine bağlı bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

 

Barlas ATEŞ

Ege Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü


[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0srail-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri

[2] http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5117&pid=4553

[3] http://www.caginpolisi.com.tr/96/28-29.htm

[4] http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5117&pid=4553

[5] http://www.ekitapyayin.com/id/062/susorun02-02.htm

[6] http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=855

[7] http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=210011

[8] http://lubnan.ihh.org.tr/politika/turkiye/turkiye.html

[9] http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5117&pid=4553

[10] http://www.ensonhaber.com/erdoganin-tepkisi-arap-basininda.html

[11] http://www.milliyet.com.tr/davutoglu–israil-in-gazze-yaklasimini-elestiriyoruz/dunya/sondakika/12.10.2009/1149280/default.htm

[12] http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010818_sabri.pdf

[13] http://www.cnnturk.com/2009/dunya/01/29/davosta.kriz.erdogan.cok.sert.cikti/511241.0/index.html

[14] http://www.bursahakimiyet.com.tr/haberDetay.aspx?hid=5727

[15] http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/473872.asp?ref=f5haber.com

[16] Antisemitizm, Yahudi karşıtlığı veya Yahudi düşmanlığı; Yahudilik dinine, ırkına, kültürüne veya milletine karşı duyulan düşmanlık.

[17] http://www.netgazete.com/News/638694/2._one_minute_gibi_%C4%B0srail_disisleri_acilen_toplandi.aspx

[18] http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2010818_sabri.pdf

[19] http://www.serhaber.com/-26365-anadolu-tatbikati-krizi-aciklamasi.jsp

[20] http://www.ntvmsnbc.com/id/25010489/

[21] http://www.baktabul.net/turkiyeden-haberler/227210-israil-le-ayrilik-krizi.html

[22]http://www.cnnturk.com/2010/dunya/01/11/israille.simdi.de.kurtlar.vadisi.krizi/558952.0/index.html

[23]http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=24&ArticleID=1185364&Date=13.01.2010&b=Israille%20alcak%20koltuk%20krizi

[24]http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=24&ArticleID=1185364&Date=13.01.2010&b=Israille%20alcak%20koltuk%20krizi

[25]http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=696:uluslararas-deniz-hukuku-ve-srailin-mavi-marmara-saldrs&catid=113:analizler-sosyo-kultur&Itemid=151

[26] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16466193.asp

[27] http://www.akparti.org.tr/basbakan-erdogandan-mavi-marmara-saldirisi-yorumu-gerek-_7099.html

[28] http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201076_gencer.pdf

[29] http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=820:bm-nsan-haklar-komisyonunun-mavi-marmara-raporu-ve-anlam&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150

[30] http://www.haberturk.com/dunya/haber/585589-ozur-dilemeyecegiz

[31] http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=829

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...