The Guest Aleppo to Istanbul: Andaç Haznedaroğlu’nun yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryo yazarlığını üstlendiği, müzikleri Toygar Işıklı tarafından bestelenmiş olan filmde Rawan Iskeif, Saba Mubarak, Şebnem Dönmez, Yeşim Ceren Bozoğlu gibi ünlü isimler rol almıştır. Antalya, Boğaziçi, Dublin İpek Yolu, Malmö Arab gibi film festivallerinden ödül almış ve göçmenlerle ilgili önyargıyı kırmak, meselenin gerçeğini anlatmak için perdeye serilmiş gerçek bir yolculuktur The Guest Aleppo to Istanbul.
Filmin iki ana karakteri olan ve yaşamak için yola düşmek zorunda kalmış Lena ile Meryem’de onlar ile aynı kaderi paylaşan milyonlarca göçmenden izler var. Meryem Suriye’de kuaförlük yaparken ve Lena arkadaşlarıyla savaşın bitmesiyle gelecek huzurlu günlerin hayalini kurarken sivillerin evini boşaltması için uyarı yapılır. Yollara “Siviller evlerini boşaltsın” uyarıları serpiştirilmeden önce çocukların hayaller kurduğu, insanların dükkanlarını işlettiği, şakalaştığı, güle oynaya evlerinin yolunu tuttuğu; ailelerin fotoğraf albümlerine bakarak kahkahalar attığı bir hayatın olduğunu görüyoruz. Meryem’in, hakkında “Her yerde savaş olur fakat bizim şehrimizde olmaz.” dediği şehrinin üzerinden savaş uçakları geçer ve geriye bomboş sokaklar, enkazlar, cesetler bırakır. Meryem babasının vücuduna ait parçaları toplayıp evin önüne defneder. Komşusunun küçük kızı Lena ise anne ve babasının cesedini bulamaz. Bu durum anne ve babasını kaybetmiş olduğunu kabullenmesini zorlaştırır. Küçük kardeşini de alarak Meryem ile göç yoluna düşer. Lena’nın Almanya’ya göç etmiş amcası onlara ulaşır ve onları kendi yanına alabilmek için çabalar. Onlara gerekli parayı göndereceğini söyleyerek Meryem’den Lena ve küçük kardeşine sahip çıkacağının sözünü alır. Bu durum Meryem için tek başına çıktığı göç yolunu daha da zorlaştırır. Çevresinden çocukları kampa bırakması gerektiğine dair uyarılar alsa da yola onlarla devam eder. Yolculuğun bundan sonrası, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek ve bir gün savaş sona erdiğinde evlerine geri dönebilmek içindir.
Film, şu an bulunduğumuz yerden baktığımızda göremeyeceğimiz birçok savaş gerçeğini gözler önüne seriyor. Onur kırıcı ve insanlık dışı muamele, keyfi olarak mülkiyetin yok edilmesi ve sahiplenilmesi, düşman devlet silahlı kuvvetlerinde hizmet etmeye zorlanma, alıkoyma, sürgün, rehin alma, sivillere kasten saldırı, ırza geçme, cinsel birlikteliğe zorlama, çocukları askere alma ve silahlı kuvvetlere çağırma… (ayrıca bakınız: Cenevre Sözleşmesi)
Üçüncü kuşak hakların konuşulup geliştirildiği 21. yüzyıl dünyasında, bazı coğrafyalarda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde düzenlenmiş ve doğmakla asli olarak kazanıldığı inkâr edilmeyen yaşam hakkı için insanlar yürüyerek siyasi sınırları geçmeye çalışıyor. Çoğu zaman yolda silahlı gruplarca tüm malvarlıklarına el konuluyor, çocuklar silahlandırılmak üzere zorla alınıyor, kadınlar cinsel birlikteliğe ve seks işçiliğine zorlanıyor, erkekler milislere dahil ediliyor. Kalanlar sınırın öbür tarafına ulaştığında ise, çoğu zaman kendilerini insan haklarıyla bağdaşır bir yaşamın içinde bulamıyorlar. Bugün az güneş alan bir evde yaşamanın, uzun vadede bazı sağlık problemleri yaratma ihtimalinin bulunması sebebiyle, insan haklarına aykırı olduğunu bile savunulabiliriz. Bu sırada savaştan kaçmaya çalışan göçmenler muhtemelen bir evin bodrum katında, son derece insanlık dışı şartlarda yaşamaya mahkûm edilmiştir.
Maddi gelir sağlayan tüm düzenini ve parasını geldiği yerde bırakmak zorunda kalmış veya yolda el konulmasına engel olamamış her göçmen, sınırın öbür tarafına sıfırdan başlamak üzere geçiyor. Bu durum azami çalışma süresinin çok üstünde ve düşük ücretle çalıştırılmalarına, aynı evde çok aileli yaşamalarına, kız çocuklarını okutmaktan kaçınıp küçük yaşta evlendirmelerine sebep olmaktadır. Tüm bunların yanında uğradıkları toplumsal baskı ve gördükleri kötü muamele onları umutsuzluğa, çaresizliğe ve bazen öfkeye sürüklemektedir. İnsanlar bu çaresizlik ve umutsuzlukla insan kaçakçılarına sarılmakta, çok zor şartlarda çalışarak biriktirdikleri paralarını patlak bir botun üzerinde, eski bir kamyonun arkasında, bir petrol varilinin içinde daha insani şartlarda yaşayabilecekleri bir coğrafyaya ulaşmak için harcamaktadırlar. Çoğu zaman gittikleri yerde de onur kırıcı muamelelerle karşılaştıklarından belki de artık hiçbir yere ait olamamakta, kimliklerini kaybetmektedirler.
Film, bize yaşamak için kimliksizleşmeyi göze alanların yolculuğunu anlatıyor. Savaş sizden ailenizi, evinizi, mallarınızı ve daha birçok şeyi alabilir; ama kimliğinizi kaybetmenize sebep olan dünyadır. Belki de bu yüzden, film boyunca evi yerle bir edilmiş Lena’dan hep aynı şeyi duyuyoruz: “Hadi, evimize dönelim.”
Şevval AYABAKAN
Göç Çalışmaları Staj Programı