Özet
Yapışık ikizler davası olarak bilinen ve literatürde de tartışmalara neden olmuş bu olay, temelde yapışık ikiz olan Mary ve Jodie’nin ayırmak için yapılacak ameliyatın yapılıp yapılmaması gerektiği üzerine işlenen bir davadır. Dava içerisinde yapışık ikizleri ayırmak veya ayırmamak için birçok yönden duruma bakan yargıçlar en son ayırma ameliyatının yapılmasına karar vermişlerdir. Daha sonra bu dava literatürde ahlaki yönden de ele alınmış ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu çalışma içerisinde ise ilgili davanın süreci içerisindeki birçok yaklaşım Kantçı ve Faydacı (utilitarianism) ahlak teorileri çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacaktır. Çalışma, iki ahlak öğretisinin anlatımı ve dava sürecinin bu iki öğreti çerçevesinde değerlendirmesi olmak üzere toplamda üç ana bölümden oluşmaktadır. En nihayetinde ortaya konulmak istenen ise, ayırma ameliyatının yapılma kararının faydacı ahlak çerçevesinde ahlaki olduğu argümanı oluşturulmaya çalışılması olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yapışık ikizler, Kant, Faydacı Ahlak, Ödev Ahlakı, Eylem Faydacılığı.
Abstract
Known as the conjoined twins’ case, this event, which has also caused controversy in the literature, is basically a case of whether there should be an operation to separate Mary and Jodie, who are conjoined twins. In order to separate or not to separate the conjoined twins in the case, the judges first looked at the situation from different perspectives and then decided to execute the separation surgery. Later in the literature, this case has also been dealt by moral studies and was evaluated. In our research paper, many approaches towards this case are evaluated within the framework of Kantian and Utilitarian theories of ethics. The study consists of three main parts, which discuss both moral doctrines in the first two parts and later a discussion will be made according to these theories. Finally, what is aimed is to create an argument that the decision to execute the separation surgery is moral within the framework of utilitarian morality.
Key words: Conjoined twins, Kant, Utilitarianism , Deontology, Act Utilitarianism.
Giriş
8 Ağustos 2000 günü, Manchester’daki St. Mary’s Hastanesinde dünyaya gelen ikiz kız bebekler birbirine yapışık olarak doğdu. Her birinin kendi beyni, kolları, bacakları ve diğer hayati organları vardı. Ancak yapışık ikizlerden biri (Jodie) biyolojik ve nörolojik bakımdan daha güçlüydü. Daha zayıf olanın (Mary) kalbi ve akciğerleri işlevsel değildi. Mary’nin bedeninin ihtiyaç duyduğu oksijenli kan, daha güçlü olan Jodie tarafından sağlanıyordu. Bu olay çevresinde gelişen sorun ikizleri ayırmak için bir ameliyatın yapılıp yapılmaması ile ilgiliydi. Olay mahkeme çerçevesinde değerlendirilirken iki genel görüş etrafında tartışılmaktadır. İlk görüşe göre; yapışık ikiz bebeklerden zayıf olanın ölümü ile sonuçlanacak, daha güçlü bebeğin ise daha uzun yaşamasını sağlayacak olan ayırma ameliyatı derhal yapılarak bebeklerden biri kurtarılmalıdır. Diğer görüşe göre ise; yapışık ikiz bebeklere herhangi bir ayırma müdahalesinde bulunulmamalı ve ikisinin de yaşayabildiği kadar yaşaması sağlanmalıdır.
Tıbbın tek ve net bir çözüm sunmadığı bu gibi durumlarda yapılacak müdahalenin ahlakiliği faydacı ve Kantçı ahlak teorileri açısından ele alınarak ahlaki geçerlilik ortaya konulacaktır. Durum incelendiğinde, getirilen birçok eleştiride Kantçı ve faydacı (utilitarianism) ahlak içerisinde değerlendirilebilecek alanlar mevcuttur. Davada yer alan görüşler çerçevesinde bir örnek değerlendirme belirtelim. Öncelikle, yargıçların hepsinin bu ikiz bebekleri ayrı ayrı hak sahibi birey olarak kabul etmiş olduklarını söyleyebiliriz. Eğer buna sadık kalınırsa, Kant ahlakı çerçevesinde Mary ‘kendinden değerli’ sayılacaktır (Üye, 2013). Bunun sonucunda, Mary’nin fiziksel zayıflığı veya hayatta kalırsa yaşayacağı hayatın her alanında ‘faydasız’ olması onun yaşamı üzerindeki birey olarak sahip olduğu hak sahipliğine engel olmamalıdır. Burada görülen, bir eylemin ahlakiliğinin o eylemin sonuçlarıyla belirlenemeyeceği şeklinde olan Kant ahlakı ile uyumludur. Bir diğer bakış açısı ise, Jodie’nin yaşaması için Mary’nin feda edilmesi ile burada Mary araçsallaştırılmış olacağı ve Kant ahlakına göre bu ameliyatın yapılmasının ahlaki olmayacağıdır. Eğer buraya faydacı ahlak çerçevesinde bakarsak; ikisinin beraber yaşayacağı hayatın kısalığı karşısında tek olarak Jodie’nin yaşayacağı hayatın uzunluğu içerisindeki faydanın daha çok olacağı görüşü ortaya konularak faydacılık çerçevesinde bu ameliyatın yapılması kararı ahlaki olarak geçerli bir eylem olarak görülebilmektedir (Üye, 2013). Sonuç olarak, örnekte sunulmuş olan bu değerlendirme davanın süresince ileri atılan birtakım diğer görüşler ve yaklaşımlar için de yapılacaktır.
Bu çalışma içerisinde ilgili olay Kantçı ve faydacı ahlakın görüşleri çerçevesinde karşılaştırılacaktır. Bu iki farklı ahlaki görüşün seçilme nedeni; yararcılığın, ahlaki eylemin değerini belirleyen şeyin bu eylemin Kant’ın ödevine, ahlaki ilkeye veya yasaya uygunluğundan ziyade eylemin meydana getirdiği yararla ölçülmesi gerektiğini savunarak her somut olay üzerinden bir fayda zarar değerlendirmesi yaparken; Kantçılığın ise evrensel bir ahlak yasası olduğunu savunarak daha soyut ve genel bir ödev/görev ahlakı ortaya koymasıdır.
Bu çalışmanın ilk bölümünde Kant’ın ahlak felsefesi “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” kitabındaki görüşlerine getirilen yorumlar çerçevesinde temellendirilirken, ikinci bölümünde yer alan faydacılık; Jeremy Bentham’ın Ahlak ve Yasama İlkeleri temelinde bir anlatımla ele alınacaktır. Ek olarak ikinci bölüm, davanın incelenmesinde önemi büyük olan eylem faydacılığına ve John Stuart Mill’in görüşlerine de yer verecektir. Son bölümde ise “Yapışık ikizler” davası bu iki görüş çerçevesinde incelenecektir.
1. Kant’ın Ahlak Felsefesinde Yer Alan Temel Özellikler
Bu bölümde Yapışık İkizler davasını incelerken başvuralacak Kant’ın ödev ahlakının vurgulanması elzem olan temel özellikler üzerinde durulacaktır.
Kant ahlak çözümlemesinde; insanın doğasından gitmemiş, insanın yargıları ile ortak olan ahlak kavramlarını ele almıştır. Kant’ta iyi iki ayrı şekilde tanımlanmaktadır. İlk ‘iyi’nin tanımı; herhangi bir amaç uğruna araç olarak kullanılan, değerini bir başkasına yararlı olmadan almış olan şeklindedir. Diğer taraftan öteki ‘iyi’ kavramı ise değerini kendi içinde taşıyan bizatihi kendi başına değerli olan ‘kendinde iyi’ olarak tanımlanan ‘iyi niyet’dir. Hatta Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi kitabında birinci bölümde de Kant’ın şu şekilde belirttiği görülmektedir, “Dünyada, dünyanın dışında bile, iyi bir istemeden başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez” (Kant, 2009). Bu iyi niyet, kendinde iyi olarak tanımlanmaktadır. Yani, insanın doğal eğilimleri/güdülerinden kaynaklanan hiçbir eylemin onda ahlaki bir değeri yoktur (Ketenci ve Topuz, 2009). Yani, Kant’ta oldukça önemli bir kavram olan bu iyi niyet güçlü bir düşünce olmakla beraber, sonucu umursamaksızın ahlaki yönden iyi düşünüşte var olur (Demirel, 2010). Bu yazı içerisinde yer alan faydacı ahlaktan farklı olarak Kant’ta özellikle göze çarpan sonucun önemsizliği ise bu açıklamada saklıdır. Ahlaki eylemin geçerliliği veya değeri hiçbir zaman eylemin sonucu ile ilgili değil, arkasındaki düşünüş ile ilgilidir. Ahlaki eylemi oluşturacak olan ise iyi niyetteki düşünüş durumudur. İyi niyet ile bir şey başarılamıyor ise dahi o kendi başına iyi olmaya devam edecektir.
Kant’ın (2009) ahlak öğretisinde ödev kısaca “yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunluluğu” (s.15) ya da “bir eylemin yükümlülükten dolayı nesnel zorunluluğu” (s. 57) olarak tanımlanmaktadır. İnsanın bu yasaya saygısı sevgi olarak okunmamalıdır. Herhangi bir insani histen ötürü o eylemin yapılması Kant ahlakında ahlaki bir değer taşımayacaktır (Eser, 2017). Bir davranışı ödeve uygun eylemenin ne olduğuna Kant’ın kendi örneği üzerinden bakmak daha açıklayıcı olacaktır. Şöyle ki, bir bakkalın deneyimsiz bir müşteriyi fiyat üzerinden aldatmaması ödeve uygundur. Çok alışverişin olduğu bir yerde zeki bir tüccar bunu yapma girişiminde bulunmaz. Ancak tüccarın bu eylemi salt ödevden dolayı yaptığını söylemek yeterli olmayacaktır. Tüccar, kendi çıkarına hizmet etmesi veya çevresine dürüst görünerek müşterisini arttırmak için dürüst davranıyor da olabilir. Eğer böyle bir amaç için öyle davranıyor ve tüccarın bu eylemini ödev ahlakı değil de eğilimi belirlemiş ise bu eylem ödeve uygun olsa dahi ödev ahlakından dolayı yapılmadığı için etik bir değer taşımaz (Kant, 2009).
Kant’ın ahlak anlayışında, eylemlerin ahlaki değeri, tasarlanmış veya fiili olan sonuçlardan gelmez. Buradaki değer öznenin eylemine temel yaptığı maksim/ilkeden gelir. Kant maksimi ise, saf pratik akılda temellenen nesnel bir ahlak yasası olarak tanımlamaktadır (Metin, 2010). Daha açık bir tanımla maksim, Kant’ta davranışı gerçekleştirirken insanın ister istemez uyduğu ilke olarak tanımlanabilir. Bir insan bir eylemi gerçekleştirdiği benzer durumlarla tekrar karşılaşırsa yine benzer şekilde hareket etmektedir. İşte bunun arkasındaki şey maksim/ilkedir (Özaydın, 2012). Buna ek olarak, Kant sonrasında ise bu maksim dediğimiz davranış ilkelerini koşulsuz ve hipotetik (koşullu) buyruklar şeklinde ikiye ayıracaktır.
Koşullu buyruğun ifade ettiği davranış ilkesi, bizatihi kendisi için değil de istenilen sonuca ulaşma şeklinde kabul edilendir. Bir koşul altında geçerli olabilen bu buyrukta niyetlerin bir amacı vardır. Farklı bir deyişle, bir ahlak eylemi ancak başka şey için araç olarak iyi ise buradaki buyruk koşulludur, denilmektedir. Örnek olarak, yalan söylememe ilkesi verilebilir. Bu, esasında kendisi için değil de insanın mutluluğuna zarar verebileceğinden ötürü kabul edilirse buradaki buyruk koşullu kuraldır. Kant tam karşısına, ahlaksal iyi olarak nitelendirdiği koşulsuz/kategorik buyruğu getirmiştir. Bu buyruk, başka bir amacın aracı değildir. Bizzat kendisi için kabul edilip hayata geçirilen nesnel bir zorunluluk buyuran bir buyruktur (Metin, 2010; Demirel, 2006). Özetle, Kant bir amaca araç olan koşullu buyrukların istencin ilkeleri olabileceğini söylerken kendinde amaç olan ve başka bir şeyden türetilemeyen koşulsuz buyruk için ise bundan daha fazla bir şey olduğunu, tüm ahlâk ilkelerine temel oluşturan bir ahlâk yasası olduğunu belirtmiştir (Kant, 2009).
Bu koşulsuz buyruğu oluşturan üç farklı formülasyon ortaya koyar Kant. Bir eylemin değerlendirilmesinde bu üç formülasyon aranır. Bu formülasyonlardan ilki “Öyle bir maksime göre eyle ki, o aynı zamanda bir evrensel yasa olabilsin.” (Kant, 2009) şeklindedir. Kant’ın koşulsuz buyrukta bahsettiği maksim, bir genelleştirilmiş maksimdir. Bir kişinin öznel olarak yaşadığı bir olayda uyguladığı bir davranışı genelleştirerek diğer olaylara uygulaması değil tüm insanlar bu şekilde davranırdı şeklinde bir maksimdir (Özaydın, 2012). Yani, insan karar almadan önce kendine bu ilke herkesin uyacağı ve uygulayacağı evrensel bir ilke olabilir mi, diye sormalıdır. (Metin, 2010) Burada İkinci formülasyon “Öyle eyle ki, insanlık, ister senin ister başka birinin kişiliğinde, aynı zamanda bir amaç olsun, asla yalnızca bir araç olmasın.”dır (Kant, 2009). Akıl sahibi tüm varlıklara uygulanan bir evrensel yasa “kendi başına amaç olma”dır (Metin, 2010). İnsanın diğer insanları akıl sahibi bir varlık olarak kabul etmeleri, diğer insanları kendi davranışlarına araç değil, kendine amaç yapmaları vurgulanmaktadır. Üçüncü formülasyon ise, aklı ve iradesini kullanan insanın özgürlüğünü vurguladığı “ahlaklılığın ön koşulu olan irade özerkliğidir” (Yılmaz, 2010; Metin, 2010). Burada Kant, insanın dışarı bağımlılığını ortadan kaldırır. Bir nevi ödev ve eğilim; arzu ve korku ile insanın aklı ile yaptığı eylemlerin farkını ortaya koyar çünkü Kant’ta her daim ahlaki bir geçerliliğe sahip olan eylemler ödeve uygun ve ödevden kaynaklanmalıdır (Özaydın, 2012). Diğer bir yorum ise, rasyonel bir varlık olan insan, kendi yasasının da koruyucusudur ve irade özerkliği ile ödev sorumluluğunda kendi yasasına göre iyi niyet çerçevesinde elbet ahlaki olarak davranacaktır şeklinde olabilir.
Kant, toplumsal saygı elde etmek adına veya belli bir fayda için olan her türlü eyleme ek olarak içeriksel amaçlara yönelik rasyonel güdüleri de ahlaki alanın dışında değerlendirmiştir. Onda ahlakilik demek her türlü kişisel duygu, ilgi ve amaçların ötesine geçen davranışlara özgüdür. Bir ahlak-hukuk ilişkisi açısından Kant’ın burada ciddi bir ayrım tespit ettiği söylenebilir. Bir eylemin ahlaki olması için salt göreve/vazifeye uygun (pflichtmäßig) gerçekleşmesinin yanı sıra vazife bilincinden (aus Pflicht) ötürü de yerine getirilmesi gerekir (Duran, 2017). Yani, davranışların ahlaki ölçütlere uygun olmasıyla beraber dışsal şartları gözetmesi hukuki meşruiyet için yeterli olsa da, ahlaki meşruiyet için içsel şartların da yerine getirilmesi gereklidir.
Bir ahlaki eylemin cezai yaptırımında, toplumsal baskı korkusundan ve her türlü menfaat beklentilerinden sıyrılmış olunmalıdır. Bunun temellendiği yer, Kant’ta yukarıda belirtilmiş olan koşulsuz buyruğun üç temel formülasyonlarından üçüncüsündedir. Üçüncü formülasyona göre, insanın isteme eğilimleri (Neigungen) ve vazife bilinci arasında da bir ayrım yapıldığı söylenir. Kant’ta, insanın isteme eğilimleri ise direk hislerle bağımlı halde olarak görülmektedir. Kant için ek olarak burada eklenmesi gereken husus, onun ahlak öğretisinde ahlaki davranışları destekleyecek olumlu duyguların da ahlakiliğin karşısında konumlandırmış olmasıdır. Bu sebeple ki, bir insana yapılan yardım, merhamet duygusu veya insan sevgisinden hatta yardım etmenin verdiği hazdan kaynaklı ise eylem ahlaki değildir. Görev sadece görev olduğu için ve göreve olan saygıdan ötürü yerine getirilirse şayet salt bir iyilik olan niyet (guter Wille) ile birlikte ahlakilik gerçekleşir (Duran, 2017).
Yapışık ikizler davasında diğer bir incelenme alanı ise faydacılıktır. Faydacılık kendi içerisinde klasik ve çağdaş faydacılık olarak ayrılır. Burada aktarılacak olan bir ayrım gözetmeksizin genel bir faydacılık anlatımı olacaktır. Ek olarak belirtilmelidir ki, çoğu düşünür klasik faydacılık ve çağdaş faydacılığın çok da farklı olmadığını belirtmiştir (Hatiboğlu, 2011).
Bu davanın incelenmesinde bir karşılaştırma alanı olan faydacılığın ne olduğunu anlamak için klasik faydacılardan biri olan Bentham’a bakmak önemli olacaktır; çünkü sonuç odaklı faydacılık bu dava bakımından elzem olup temelini anlamak için Bentham önemli bir isimdir. Öncelikli olarak faydacı (utilitarianism) ahlakın temelini oluşturan önemli bir isim Bentham’ın görüşleri ile öğrencisi John Stuart Mill’in görüşlerine yer verilecek, daha sonrasında ise genel olarak faydacılığın incelemesi yapılacak olan “Yapışık ikizler” davası ile bağlantılı olan birtakım alt dallar ile ilgili bilgi paylaşımı yapılacaktır.
Alt dallar ile kastedilenler ise; modern faydacılık içerisinde ayrılan birtakım faydacılık türleridir. Bu türlerden ise ele alınacak olanlar; hazcı yararcılık, mutlulukçu yararcılık, kuralcı yararcılık ve eylem yararcılığı olacaktır.
2. Bentham ve Klasik Faydacılık
Bentham klasik faydacılığın kurucusudur. Ona göre, faydacılıkta ahlaki eylemler haz ve acı üzerine temellenir. Bentham eserine şöyle başlar: “Doğa insanoğlunu iki muktedir hükümdarın emrine vermiştir: Istırap ve haz” (Bentham, 2017). Faydacı olmak, bireye veya topluluğa haz ve mutluluk üretmek için çabalamak ve o eğilimde olmaktır. Yani en çoğa ulaşan haz veya acı üzerinden doğru yanlış değerlendirmesi yapılabilir (Diş, 2017). Doğrunun iyi olan yolda olduğunu belirten Bentham, bireyin mutluluğunun ön plana almış ve doğru olanın zaten herkese mutluluk getireceğini söylemiştir (Hatiboğlu, 2011). Yani insana haz veren şey onun faydasına olan durumdur. Diğer bir yandan toplumun faydasını, toplumu oluşturan bireylerin toplam mutluluğu olarak görmüştür çünkü toplum kurgusaldır ve birey olmadan kendi halinde varlığı söz konusu değildir. Aynı şekilde yaşanan durumlar da kendinde iyilik ya da kötülük taşımaz; sonucunda ortaya çıkan haz ve acı orantısından hangisi daha üstün ise ona göre doğruluğu, yanlışlığı söz konusu olabilir.
İlkelerin tartışılması da bu şekilde işler. Yani, eğer bir ilke fayda ilkesi ile uyumlu ise doğru; uyumsuz ise yanlıştır ve azledilir. Bu durum ise, Bentham’ın fayda ilkesini en temel ve kanıtlamanın kendisinden başlayan bir ilke olarak görmesinden kaynaklanmıştır (Aydın, 2017).
Bentham asıl olarak bir haz ölçümü değil, daha iyi ifade edilirse hazın karşılaştırmasını yapmıştır, ancak bazı kaynaklar bunu ölçüm olarak belirtmiştir. Ayrıca bu karşılaştırmanın gündelik hayatta sürekli yapıldığından ve hatta bir delinin dahi tabiatı gereği bunu yaptığını söyleyerek aslen yapıldığının farkında olmadığını söyler. (Aydın, 2017). Fakat bunu bütün ahlaksal problemlerin çözümü olarak görmüştür, ahlaksal bir sorun çözülürken yine haz ve acı karşılaştırılması yapılır. Gerçekleşecek olan eylemin hazları hesaplanarak bir sonuca varmak mümkündür fakat bu yapılırken niceliksel hesaplamalar da yapılmalıdır. Yapılan hesaplamaların sonucunda eylemler arası değer ölçümü de mümkün olacaktır. Hesap yapılırken eylemin etkisi olabilecek herkes eşit sayılmalıdır. Birey ne küçümsenerek az ne de birden fazla sayılması doğru olmayıp tarafsızlık bozulacaktır (Diş, 2017).
2.1. Faydacalık’ın Türleri
Bentham’ın hazcı yararcılığına ek olarak diğer yararcılık türleri mevcuttur. Bu kategoriler kabul edilen iyi açısına göre oluşturulmuştur. Bunlar; hazcı yararcılık, mutlulukçu yararcılık, kuralcı yararcılık ve eylem yararcılığı şeklindedir (Metin, 2010). Hazcı yararcılık dediğimiz, klasik faydacılığın temsilcisi olan Jeremy Bentham’ın öne sürdüğü bir kategoridir ki o yukarıda belirtilmiştir. Bu bölümün devamında diğer türler üzerinde durulacaktır.
Diğer bir faydacılık türü olan mutlulukçu faydacı ise klasik faydacılardan Bentham’ın öğrencisi olan Mill tarafından temeli atılmıştır. Eserlerinde hocasının faydacılık hesaplamaları konusundan kaçınmaya çalışmıştır. Yeniden yapılandırmak istediği faydacılığı birey hak ve özgürlükleri ile güçlendirmeye çalışmıştır. Faydacılıkta temellendirmek istediği düşünme şekli ise kimseye zarar vermeden bireyin istediğini yapmasının özgür hale getirilmesidir. Bu düşünce ile birey kendisi için olan iyi yaşam şekline ulaşıp kimseye de zarar vermeyecek şekilde davrandığı için bir üst güç tarafından da müdahaleye gerek olmayacaktır. Yani kişinin kendisi mutluluğunu herkesten daha iyi bilir.
Toplumun büyük bir çoğunluğunun aynı düşüncede olduğu bir durumda (dini inanç, siyasi görüş, yaşam tarzı vs.) az sayıda bireyin farklı görüşüne karşı çoğunluğun nefreti varsayılırsa burada çoğunluk olan kesim azınlık olan kesim için haklarının sınırlandırılmasından mutlu olacaktır. Mill’in mutluluk terazisine bu olayı koyduğumuzda çoğunluğun mutluluğu az sayıdaki kişinin acısına baskın geleceğinden çekilecek olan acı önemsiz sayılacaktır. Mill’e göre böyle kabul edilmesinin nedeni ise bireyin özgürlüğüne duyulan saygının zamanla daha büyük mutluluk yaratacağı düşüncesidir (Uygun, 2015).
Bentham ve Mill’den sonra gelen onların faydacılık anlayışını benimseyen yeni faydacı düşünürler, yeni faydacılık teorileri ortaya koymuşlarıdır. Davanın genelinin değerlendirilmesinde ele alınacak bir diğer tür ise kuralcı faydacılıktır. Kuralcı faydacılık Mill’in faydacılık düşüncesinin daha geniş perspektifli hali olarak yorumlanır. Bu faydacılık türünde esas alınan konu, oluşacak olan iyilik ya da mutluluğun ahlaki kurallara uyulması ile mümkün olduğu düşüncesidir; çünkü bu kuralların var olma amacı zaten herkese en yüksek iyiliği, yararı sağlayacak olmasındandır. Uyulması gereken bu yasaların oluşum süreci ise yararcılığın asıl kaynağı olan ortak deneyimle en üst iyiye ulaşma çabası ile mümkün olur. Bu kurallar her durumda ya da eylem için baştan kurulmazlar. Örneğin, öldürme eylemi için alınan kural “meşru müdafaa dışında öldürme yapılamaz” gibidir. Baştan yapılan kurallar uzun ve kısa süreli düşünülmüş meşru müdafaa dışı öldürme eyleminin kötü sonuçları olduğuna dayanarak bu kanıya varmışlardır. Zor durum olsa dahi bu kurallardan vazgeçilmemelidir. Vazgeçilmesi durumunda o kuralı ve diğer kurallar bütününü tehlikeye atacaktır.
Kuralcı faydacılığın daha ters durumu gibi görünen faydacılık kategorisi de ‘eylem faydacılığıdır.’ Bu faydacılık türü daha çok bir durum için kuralların aynı olmasının etkisinin nasıl olacağını düşünür. Bir diğer ifadeyle, belirli bir kalıbın olması ile genel bir iyilik yeterince sağlanabilir mi, sorusunun ortaya çıkarılmasına neden olmuştur. Önerilen durum ise her eylem ve her birey için yeniden durum incelemesi yapılmasıdır. Çünkü her durumun nedeni ve çıkan sonucu farklı olarak kabul edilir. Kuralcı faydacıya atıf yapılarak evrensel bir ahlaktan söz edilemez, mutlak kural da yoktur. Kuralcı faydacının yaptığı ahlak kuralları belirleyerek sadece insanlara rehberlik yapabileceği düşüncesindedir ama eylemci faydacılar, kuralcı faydacıların için yaptıklarının ahlak kuralları belirleyerek sadece insanlara rehberlik yapacaklarının düşüncesi hâkimdir ancak buna rağmen tümü ile reddetmemişler, ama yine eylemcilere göre bu kurallar fayda sağlamadığında bırakılmalıdır (Metin, 2010).
3. Yapışık İkizler Davasının Faydacı ve Kant Ahlak Öğretileri Çerçevesinde İncelenmesi
Öncelikle belirli noktaları incelenecek olan davanın kısa bir özetinin sunulması temel bir bilgilendirme için önemlidir. Şöyle ki, “8 Ağustos 2000 günü, Manchester’daki St. Mary’s hastanesinde dünyaya gelen ikiz kız bebekler birbirine yapışık olarak doğdu. Her birinin kendi beyni, kolları, bacakları ve diğer hayati organları vardı. Ancak yapışık ikizlerden biri (Jodie) biyolojik ve nörolojik bakımdan daha güçlüydü. Daha zayıf olanın (Mary) kalbi ve akciğerleri işlevsel değildi, onun bedeninin ihtiyaç duyduğu oksijenli kan daha güçlü olan diğeri tarafından sağlanıyordu. Eğer ikizleri ayırmak için cerrahi müdahale yapılmazsa, her iki bedene de kan sağlayan Jodie’nin kalbi bir süre sonra bu yükü kaldıramaz hale gelecek ve iflas edecekti; bu birkaç ay içinde bebeklerin ikisi de ölecekti. Eğer zayıf olan Mary bu süre içerisinde daha erken ölürse, Jodie’yi yaşatmak için acil bir ameliyat gerekecekti ancak bu durumda başarı şansı derhal yapılacak bir ameliyata kıyasla çok daha düşük olacaktı. Derhal ayırma ameliyatının yapılır ise Jodie yaşatılacaktı. Bir dizi başka ameliyata girmesi gerekecekse de normal sayılacak bir ömür sürdürmesi mümkündü. Ancak Mary bu ameliyattan canlı olarak çıkamayacaktı. Sonuç itibariyle bebeklerin ayrılması kararı verildi ve ameliyat yapıldı. Ameliyat sonrasında Mary öldü, Jodie ise hayatta kaldı” (Üye, 2013).
Dava öyle karmaşık bir süreç içerisine girmiştir ki dava sürecinde eleştiri getiren yargıçlar ahlaki boyuttan da yaklaşmak durumunda kalmışlardır. Ancak değerlendiren yargıçlardan birinin “Bu bir hukuk mahkemesidir, ahlak mahkemesi değil. Bizim görevimiz önümüzdeki olaya hukukun ilgili ilkelerini bulmak ve uygulamaktır” açıklaması ile nihai sonuca ulaşma da ahlaki boyutun etkisinin ne kadar etkili kaldığı şüphelidir (Üye, 2013).
Bu bölümde dava içerisinde yer alan belli tartışmalar ele alınarak faydacı ve Kantçı ahlak çerçevesinde karşılaştırılması sunulacaktır.
Öncelikle dava içerisinde yer alan noktalar çerçevesinde faydacı ahlak çerçevesinde değerlendirme sunulacaktır. İlgili davada iki yaşam kaybına karşılık bir yaşam kaybının tercih edilmesi üzerinde durulmuştur. Artık burada bir fayda zarar değerlendirmesi yapılabilecektir. Fayda ve zarara odaklanan bu salt faydacılıkta eğer sonuçta fayda zarara üstün geliyorsa eylemin yapılması ahlaki olacaktır. Dolayısıyla en yüksek faydaya ulaşılmak üzere bir bireyin feda edilmesi mümkün olacaktır. Bahsi geçen davada, Jodie’nin hayatının kurtarılması iki bebeğin de hayatının sona ermesine kıyasla daha fazla fayda üreteceği için, Mary’nin ölümüyle sonuçlanacak olsa da müdahale ahlaki olacaktır. Yargıçlar ilk olarak durumu iki olasılık arasında bir seçim olarak ele almış sonra her bir çocuğun haz ve acılarını hesaplamış ve iki kısa hayatın faydasına kıyasla bir uzun hayatın ve bir doğrudan ölümün faydasının üstün olduğunu saptamışlardır. Mary açısından faydacı ahlak ele alındığında yapılacak fayda zarar değerlendirmesinde müdahalenin yapılmayarak Mary’nin yaşamasının sağlanması durumunda karşılaşacağı psikolojik sorunlar ve sağlık sıkıntıları zarar, kısa süre de olsa yaşaması fayda kapsamına girecektir. Jodie açısından ise müdahale yapılmaz ise karşılaşacağı psikolojik sıkıntılar, sağlık problemleri ve yaşama süresinin azalması zarar kapsamına girecek, Jodie için bir fayda söz konusu olmayacaktır. Bu durumlar birlikte ele alındığında ise müdahalenin yapılması sonucu Mary’nin ölmesi ve Jodie’nin daha uzun ve sağlıklı yaşaması Mary ve Jodıe’nin kısa süre ve acı içinde yaşamasından daha yararlı görülmektedir. İkisinin de kısa ve sağlıksız bir hayatı olmasındansa birinin uzun ve sağlıklı yaşaması daha fazla fayda ile sonuçlanacaktır. Bu durumda yapılacak müdahale faydacı ahlak açısından ahlakidir değerlendirmesi yapılabilecektir
Dava süresinde üzerinde durulan bir başka nokta ise ailenin dini inanışları ile bebeklerin menfaatlerinin çatışması durumudur. Dini inanışları nedeniyle çocuklarının tanrı tarafından bu şekilde yaratıldığını ve müdahale edilmemesi gerektiğini savunan aile ile bebeklerin menfaatleri çatıştığında yapılacak fayda ve zarar değerlendirmesinde toplumda bu dine mensup bireylerin çoğunlukta olduğu varsayıldığında müdahalenin yapılması şüphesiz acıyı arttıracak ve böylece zarar ortaya çıkacaktır. Bu durumda da müdahale ahlaken doğru olmayacaktır. Ancak durumu Mill’in mutlulukçu faydacılığı açısından ele aldığımızda doğrudan bu sonuca varmak mümkün olmayacaktır. Faydayı zarar vermeme ilkesi üzerinden ele alan Mill, toplumun geneline doğrudan verilen bir zarar olmadığı takdirde yapılan eylemi ahlaken doğru kabul edebilmektedir. Bu durumda ameliyat yapılmaz ise bebeklerin vücut bütünlüğü ve yaşama haklarının ihlalinin söz konusu olacağını göz önüne aldığımızda anne babanın inanışı bu haklar karşısında feda edilebilir olacaktır. Böylece müdahalenin yapılması ahlaki olacaktır. Ancak Bentham’ın sosyal faydası ele alındığında anne babanın inancı toplumda çoğunluğa sahip ise bu durum dava açısından tam tersi bir sonuç yaratacaktır. Davada ahlak felsefesi bakımından ele alınabilecek bazı noktalar daha vardır. Örneğin bebeklerin ayrılması durumunda bunun bir örnek vaka teşkil ederek tıbbın gelişimine katkı sağlaması açısından durum ele alınabilecektir.
Şüphesiz tıbbın gelişimine katkı sağlayan bir durumun etki alanı çok geniştir. Eylem faydacılığı açısından bu durum birçok insan için fayda sağlayacağı için esasında sonucunda bebekler zarar görecek olsalar dahi bebekler toplum yararına feda edilebilir olacaktır. Ayırma ameliyatı iki bebeğin ölümü ile sonuçlansa dahi ortaya çıkan zarar müdahalenin tıbba ve böylece topluma sağladığı faydadan daha fazla olmayacaktır. Bu durumda yapılacak müdahale ahlaken doğru olacaktır. Buradan bu davayı bir toplum analojisi olarak okursak, genel topluma sağlanacak faydadan ötürü toplumun bir kesimi aç bırakabilecek veya ölüme terk edilebilecektir. Böylece bir azınlığın çoğunluk adına feda edilmesi ancak orada sağlanacak çoğunluğun faydası adına eylem faydacılığı açısında ahlaki olarak geçerli sayılacaktır.
Kural faydacılığı açısından ise yapılan her ameliyatın bir örnek vaka teşkil edebileceğini varsaydığımızda doğrudan bu müdahalenin ahlaken doğru olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Şayet bu durumda “tıbba katkı sağlama ihtimali taşıyan her müdahale yapılabilir’’ şeklinde bir kural ortaya koymak mümkün olmayacak, bunun kötü sonuçları doğabilecektir.
Ya da ikiz bebekler ayrıldığında Mary’nin öleceği kesinken Jodie’nin de yaşayacağının kesin olmayıp birçok ameliyata daha ihtiyaç duyması hatta ölüm riskinin çok yüksek olması ihtimalinde, ikiz bebekler ayrıldığında Mary’nin kesin olarak öleceği Jodie’nin ise ölme riskinin çok yüksek olacağı durumda müdahalenin yapılmayarak iki bebeğin de kısa bir süre de olsa yaşamasının sağlanması müdahalenin yapılması sonucu hemen ölmelerinden daha faydalı olacaktır. İki bebek de müdahalenin yapılmasından daha fazla zarar görecektir. Bu durumda müdahalenin yapılması faydacı etik açısından ahlaki geçerliliğe sahip olmayacaktır.
Yukarıda belirtilen faydacı görüşe göre değerlendirilen dava süreçlerine ek olarak farklı açılardan Kant ahlakı çerçevesinde bakıldığında; öncelikle hak sahipliğinin bağımsız bireylere özgü oluşu ve ancak iki bağımsız birey arasında bir hak eşitliğinden söz edildiği kabul edilmelidir. Bebekler birbirine yapışık olduklarından, davada iki bağımsız bireyden söz edilmesinin zor olduğu belirtilmiş ancak yine de tüm yargıçlar ikizlerin her birini bağımsız hak sahibi bir birey olarak kabul etmişlerdir. Bu durumda da Mary’nin faydasız ve kısa süreli bir hayatının olacak olması hak sahipliği olması gerçeğini değiştirmeyecektir. Bu durum ahlakilik değerlendirmesinde eylemin sonucuna göre bir değerlendirme yapmayan Kantçılık ile uyumludur. Mary hak sahibi bir birey olarak kabul edildiğinden kendine değerli sayılacaktır. Yapılacak müdahale Jodie’nin daha uzun ve sağlıklı yaşaması niyeti üzerine olacağından Mary araçsallaştırılmış olacaktır. Bu durum ise yapılacak müdahalenin Kantçı ahlak açısından ahlaki olmayacağı sonucunu doğuracaktır. Ancak ilgili davada Mary’nin Jodie’ye zarar verdiği ve bu nedenle Jodie için bir meşru müdafaa durumu olduğunun kabulü halinde Mary hak sahibi bir birey olsa dahi hakkını kullanmasını engelleyecek bir durum söz konusu olacak ve ayırma ameliyatı Kantçı ahlak açısından ahlaki olacaktır. Meşru müdafaa söz konusu olduğunda yaşama hakkına müdahale edilebilmesi evrensel bir ahlak yasası şeklinde ortaya koyulabildiğinden yapılacak müdahale Kant’ın ahlak yasasına uygun olacaktır.
İlgili dava sürerken hukuki meşruiyet ardına zorunluluk halini tartışılırken yargıçlardan biri olan Brooke şöyle bir açıklama yapmıştır: “zorunluluk hali, öldürülecek kişinin kim olacağının saptanması için ortada bir neden yoksa yani bu keyfi bir seçime işaret ediyorsa, öldürme eylemi hukuka uygunluk nedeni olamaz. Ancak burada Mary zaten ölecek olduğu için, keyfi olduğu ileri sürülemez; dolayısıyla zorunluluk hali burada kullanılmaya uygundur” (Üye, 2013). Yani, zorunluluk halinde zayıf olan Mary’nin yaşamının zaten sona ereceğinin kesinliği kabul edilirse, ayırma ameliyatının yapılmasının doğru olacağı düşünülüyordu. Buradaki keyfi olmaması Kant’ın ahlak öğretisinde elzemdir. Bu yaklaşıma Kant çerçevesinde bakarsak, Yargıç Brooke kararını verirken görev ahlakına uygun hareket ettiğini söyleyebiliriz çünkü kararı hukuki açıdan bir meşruiyet tanıyor. Buna ek olarak Yargıç Brooke’un bunu zorunluluk halinin içerdiği ‘keyfi bir seçime bağlı olmama’ kuralı çerçevesinde karar vermesi onun yargıç olarak ödevi/görevi çerçevesinde ve keyfilik olmadan sadece ödeve uygun yaptığı için bu Kant açısından ahlaki bir değer taşır denilebilmektedir. Burada hem karar vermek onun ödevi olduğundan davranmış hem de arkasında herhangi bir merhamet, doğruluk vs. gibi eğilimleri çerçevesindeki hisleri olmadan ödeve uygun davranarak da karar almıştır. Ama bu değerlendirme bu şekilde yapılacaksa; öncelikli koşul Mary’nin ayrılma ameliyatı olmadan da kesin öleceğinin kabul edilmesidir.
Bir diğer Kant değerlendirmesi, ameliyatın yapılmama kararı olduğu an ki duruma değerlendirme olabilir. Kant için insan kendinden değerlidir ve kendine dahi araç olarak davranamaz. Ameliyat yapılmadığı takdirde Jodie Mary’i yaşatmak için bir araç olarak kalacaktır. Bunun nedeni, Jodie’nin organları zayıf olan Mary’i yaşatmak için kapasitesini aşacak şekilde işlev görmeye devam etmesi ve bir süre sonra kendi vücut bütünlüğü korunamayacak olmasıdır. İki kardeş büyüdüklerinde, Jodie’nin kendisi ayırma ameliyatını sırf merhameti çerçevesinde Mary’i yaşatmak için reddetmeye devam ederse, bu kararı ahlaki değer taşımayacaktır. En başta bu kararı verenler ve ameliyatı yapmayanların Jodie’yi araçsallaştırarak davranmaları gibi Jodie’de kendi değerini görmemiş ve kendini araçsallaştırmaya devam etmiştir. Ahlakın olumlu kavramlarından biri olan merhamet gibi duygular da Kant tarafından kabul edilmemektedir. Bir ödevden kaynaklanıp verilmeyen Jodie’nin bu kararı ahlaki olmayacaktır.
Bu dava sonucunda yapışık ikizlerin ayrılmaması kararı alınmış olsun. Burada bu ayırmama kararı Kantçı ahlak çerçevesinde yargıçların herhangi bir dışarıdan gelecek koşul ile değil, içten bir iyi niyet ile kendilerinde gördükleri görev ahlakı çerçevesinde verilmiş olmalıdır. Daha sonrasında yetişkin olacak bu çocuklardan Jodie’nin kendi isteği ile yaşamından vazgeçmesi durumunda Kantçı ahlak burada ahlaki bir geçerlilik sunar mı? Eğer yaşamından vazgeçen Jodie, bunu kendine saygısı ile değil sadece ailesini mutlu etmek için veya Mary’e karşı duyduğu merhametten yaparsa Kantçı ahlak burada bir ahlakilik görmez. Jodie bu kararı her ikisi yaşamaya devam ederse oluşacak kısa ömür yerine kardeşinin uzun ömrünün daha fazla fayda sağlayacağına kanaat getirerek vermiş olabilir. Sonuç olarak en iyi fayda sağlayan senaryoya göre karar vermiş ve faydacı ahlak çerçevesinde bu eylem ahlaki geçerli olacaktır.
Sonuç
İlgili dava; yapışık ikizlerden zayıf olanın ölümü ile sonuçlanacak, daha güçlü olanın ise daha uzun ve sağlıklı yaşamasına sebep olacak ayırma ameliyatının yapılma kararının verilmesi üzerinedir. Dava sonucu ayırma ameliyatının yapılması kararı verilmiştir. Dava sürecinde ilgili durum çeşitli boyutlardan ahlaki değerlendirmeye sokulmuştur. Bu çalışmada ahlaki değerlendirmeler yapılırken Faydacı ve Kantçı ahlak öğretileri ele alınarak faydacı ahlak bakımından müdahalenin ahlakiliği saptanmaya çalışılmıştır. Faydacı ahlak bakımından eylemin sonucunda ortaya çıkan fayda zarar değerlendirmesi yapılırken Kantçı ahlak bakımından evrensel ahlak yasaları, ödev ahlakı ve araçsallaştırma kavramları üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Kant’ın ahlak öğretisi çerçevesinde ilgili dava değerlendirildiğinde olay oldukça karmaşık hale gelmiş, farklı açılardan ameliyatın yapılması hatta yapılmaması durumunda dahi ahlaki değer taşıyamayacağı şeklinde değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Kant’ın ahlak felsefesinde eylemlerin sonucuna bakarak bir ahlak değerlendirmesi yapılamadığından Kant’a göre olayların sadece en başındaki bilgilerle yargıçların sadece karar vermesi gerekir; yargıçların Mary veya Jodie’yi düşünerek karar vermesi durumunda bir ödevden ve ödeve uygun karar verip vermedikleri kesin değildir. Hukuksal bir meşruiyet bulunsa da yargıçların içsel olarak hangi niyetle karar verdikleri tam olarak bilinmemektedir. Bu da Kant açısından kesin bir ahlaki sonuca ulaşılmasını engellemiştir. Sonuç olarak ayırma ameliyatının yapılması, faydacı ahlakı geniş anlamda eylemin sonucuna göre ortaya çıkan fayda zarar değerlendirmesi olarak ele aldığımızda yapılan ayırma ameliyatının ortaya çıkardığı faydanın daha fazla olduğu ve ayırma ameliyatının ahlaki olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Ezgi GÜLER
Dilan MERCAN
Zülal Beyza AYDOĞDU
Siyasal Düşünceler Tarihi Staj Programı
Kaynakça
Aydın, M. (2019). Ahlak ve Yasama İlkeleri. Bilimname, (38), 869-879. DOI: 10.28949/bilimname.536887
Bentham, J. (2017). Ahlak ve Yasama İlkeleri. (Çev: Saruhanlıoğlu, Ö., Boyacı, U. K.). Litera Yayıncılık.
Demirel, S. (2006). Kant’ın Ahlak Felsefesi. (Master’s thesis, Kocaeli Universitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Diş, S. B. (2017). Bentham Ve Mill’in Klasik Faydacılığı Bağlamında Mutluluk Problemi. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (7), 80-100.
Duran, M. S. (2017). Kant’ın Ödev Ahlakı Üzerine. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (6), 57-84.
Eser, T. (2017). Kant’ın İnsan Hakları Düşüncesinin Çağımız İçin Önemi. (Master’s thesis, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Hatiboğlu, B. (2011). Sosyal Hizmet Etiğinde Radikal Yansımalar. Toplum ve Sosyal Hizmet, 22(1), 147-164
Kant, İ. (2009). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. (Çev: Kuçuradi, İ.) Türkiye Felsefe Kurumu.
Keçeli, H. A. (2010). Kant’ta Özgürlük ve Ödev Sorunu. ( Master’s thesis, Istanbul Universitesi, Sosyal Bilimler Enstitusu).
Ketenci, T., & Topuz, M. (2009). Kant Ve Nietzsche’de İsteme Kavramı. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (8), 1-16.
Kuçuradi, İ. (2019). Ahlak Etik ve Etikler. Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
Metin, S. (2010). Biyo Tıp Etiği ve Hukuk. BETİM Kitaplığı, 57-68.
Özaydın, Ö. (2012). İçimdeki Ahlâk Yasası: Kant’ın Ahlâk Kuramı Üzerine Eleştirel Bir İnceleme. Felsefe Arkivi, (34), 97-117.
Tosun, Ç. (2020). I. Kant’ın Ödev Ahlakı ve J. S. Mill’in Faydacılık Kuramı Bağlamında Basında Etik Kod Belirlemenin Gerekliliği ve Küreselleşmenin Etkisi, Turkish Studies – Social Sciences, 15(1), 699-714.
Uygun, O. (2015). Devlet teorisi. Levha Yayıncılık.
Üye, S. (2013). Hukukun ve Ahlakın Sınırlarında: Yapışık İkizler. Ankara Barosu Dergisi, (2).
Yılmaz, E. (2010). Teleolojik Etik ve Deontolojik Etik’in Karşılaştırması (J. S. Mill ve I. Kant ile Sınırlandırılmış Olarak) (Doctoral dissertation, Yüksek Lisans Tezi).