Neredeyse 2011’in son çeyreğinden bu yana devam eden Türkiye-Irak ilişkilerindeki gergin ortam, Irak hükümetinin açıklamalarıyla yeni bir boyut kazanmış görünüyor.
Irak Hükümeti Sözcüsü Ali Debbağ yaptığı açıklamada, bakanlar kurulunda, Türk savaş uçaklarının Irak hava sahasındaki ihlallerinin görüşüldüğünü belirterek, sınır ihlallerinin Irak ve halkının güvenliğini tehlikeye attığını ve bu ihlallerin radarlar tarafından da tespit edildiğini açıklamış ve “Irak’ın hava sahasına ve bağımsızlığına yapılan bu ihlalleri kınıyoruz” ifadesinden bulunmuştur. Irak’ın bağımsızlığını ve vatanı korumanın milli bir görev olduğunu ifade eden Debbağ, ”Irak, bağımsızlığına yönelik bu tür ihlalleri önlemek için gerekli icraatları yapma hakkına sahiptir. Bakanlar Kurulumuz, Dışişleri Bakanlığı’nı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden ihlalleri tespit etmesi ve kınama kararı çıkarması için görevlendirdi” açıklamasını yapmıştır. Irak Başbakanı Nuri El-Maliki de Bağdat’taki Polis Akademisi’nde düzenlenen mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada daha da ileri giderek, Türkiye’yi kasıtla, ”Ülke dış müdahalelere maruz kalıyor. Her gün komşu ülkelerin uçaklarının hava sahamızı ihlal ettiğini duyuyoruz. Ülkemizin ulusal egemenliği kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde çiğneniyor. Bunu kabul etmiyoruz ve bunun karşısında suskun kalamayız” açıklamasında bulunmuş ve Irak’ta kriz ve fitne çıkarmaya çalışanlara karşı gözlerin, aklın ve kalbin hep uyanık olması gerektiğini ifade etmiştir.(1) Maliki’nin bu ifadelerle Türkiye’yi Irak’ta istikrar bozucu bir ülke olarak değerlendirdiğini ifade etmek mümkündür. Maliki, Nisan ayında yaptığı açıklamada da Türkiye’nin düşman ülke gibi davrandığı suçlamasında bulunmuştur.(2)
Son dönemde yaşanan bu gelişmelere rağmen Türkiye-Irak arasında yaşanan gerginliğin temelini 2010’da Irak’ta yapılan seçimlerin öncesine götürmek gerektiği düşünülmektedir. Aslında temel meselenin Türkiye ve Irak arasında olmadığı da söylenebilir. Burada Türkiye ile problemli ilişkiler yürüten tarafın bizzat Maliki’nin kendisi olduğu görülmektedir. Zira Türkiye’nin Irak merkezi hükümetini oluşturan Şii, Sünni, Arap, Kürt ya da Türkmen diğer gruplarla bir sorunu bulunmazken, Maliki ve grubunun Türkiye’ye yönelik olumsuz söylem ve tavırları, Maliki’nin Türkiye’ye yönelik kişisel önyargıları bulunduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bundaki en büyük nedenlerden biri, Türkiye’nin 2010’da Irak’ta yapılan seçimlerde yakın ilişkiler kurduğu Irakiye listesinin Maliki’ye rakip çıkması ve hatta seçimlerde Maliki’nin kurduğu ittifak olan Kanun Devleti Koalisyonundan daha fazla oy alarak birinci parti olması olarak gösterilebilir. Bu nedenle iktidarını tehdit eden Türkiye’ye yakın bir grubun ortaya çıkması Maliki’yi tedirgin etmiş olabilir. Mart 2010’da yapılan seçimlerin ardından yaklaşık 9 ayda ancak kurulabilen hükümet, halen istikrarsız bir yapıdadır. Ancak burada Maliki ve grubu Türkiye’nin oynadığı olumlu rolü görmezden gelmektedir. Irak hükümeti kurulabildiyse bunda Türkiye’nin payının görmezden gelinmesi tek taraflı bir bakış açısının sonucu olarak ifade edilebilir. Zira Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hükümet kurma sürecinde kısa aralıklarla Irak’ı iki kez ziyaret etmiştir. Bu süreçte Türk karar alıcıları hükümetin kurulması konusunda Iraklıları desteklemiş ve iyi ilişkilerin olduğu grupların siyasi sürece katılımını sağlamaya çalışmıştır. Irakiye listesinin Maliki hükümetine katılımını bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Ancak Maliki, Türkiye’nin bu yaklaşımını tehdit olarak algılayarak, Türkiye’ye karşıt bir politika izlemiştir. Son dönemde Irak hükümetindeki istikrarsızlık ve Maliki’den güvenoyu çekilmesine yönelik girişimler de bu şekilde değerlendirilmektedir. Halbuki Irak içerisinde Maliki’ye karşıt olan ve güvenoyunu çekmek isteyen grupların, Maliki’nin politikalarından rahatsız olduğunu açıkça dile getirmektedir. Hatta Şii grupların bile Maliki’nin politikalarından rahatsız olduğu bilinmektedir. Irak Parlamentosunda 40 milletvekiline sahip Al-Ahrar (Sadr Grubu olarak da ifade edilmektedir) Bloğu lideri Mukteda El-Sadr, Maliki’yi diktatör olarak nitelendirmiş(3) ve istifaya davet etmiştir.(4) Bu anlamda Maliki’ye yönelik eleştirilerin yoğun olduğu görülmektedir. Özellikle Maliki’nin bütün otoriteyi elinde tutmaya çalıştığı yönünde bir algılama vardır. Nitekim Maliki, 2010’da hükümet kurulduğundan bu yana Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve İstihbarat Dairesi Başkanlıklarını vekaleten yürütmektedir. Maliki’nin bu kurumları kullanarak, şahsi politikalar yürüttüğüne yönelik eleştirileri sıkça duymak mümkündür. Bu açıdan elindeki iktidarı korumak isteyen Maliki’nin politik tavırları anlaşılabilmektedir. Ancak bu durumun Irak’ı istikrarsızlığa sürüklediği söylenebilir.
Buradan hareketle Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak merkezi hükümeti arasındaki krizin de Maliki’nin iktidarını koruma çabasıyla özdeşleştirmek mümkündür. Ancak Irak merkezi hükümetinin Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerinde gerginliğe yol açan önemli faktörlerden birisi de Bölgesel Kürt Yönetimi’nin “bağımsız bir devlet” gibi davranması olarak nitelendirilebilir. Zira Bölgesel Kürt Yönetimi, Irak merkezi hükümetinin görev sorumlulukları içerisine giren, devletlerle anlaşma imzalama, petrol anlaşmaları yapma gibi konularda yetkisiz davranmakta ve bu nedenle merkezi hükümet ile sorunlar yaşamaktadır. Öte yandan Bölgesel Kürt Yönetimi, sınırları ve kontrol alanlarının dışında müdahaleler yapmaktadır. Özellikle “ihtilaflı bölgeler” olarak anılan Musul, Diyala, Selahattin gibi vilayetlerin bazı bölgelerinde merkezi hükümet ve Bölgesel Kürt Yönetimi karşı karşıya gelmektedir. Bu noktada Türkiye’nin son dönemde Bölgesel Kürt Yönetimi ile geliştirdiği ilişkiler de Maliki’nin tepkisini çekmektedir. Ancak bu durumun Türkiye ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu mesele Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak merkezi hükümet arasındaki bir meseledir. Türkiye’nin buna müdahalesi söz konusu değildir. Irak merkezi hükümeti tarafından gündeme getirilen Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Türkiye’ye gönderdiği petrol konusunda Türkiye’nin bir ihlali bulunmamaktadır. Zaten Türkiye sınırlı miktarda (şimdilik günlük 5-10 tanker olarak ifade edilmektedir) giriş yapan petrolü rafine ederek, Bölgesel Kürt Yönetimine geri göndermektedir. Bu noktada Türkiye’nin bir çıkarı bulunmamakla birlikte, bu talebin Iraklılardan geldiği bilinmektedir. Ayrıca bu ticaret özel sektör eliyle yapılmakta, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğrudan bir müdahalesi bulunmamaktadır. Buradan hareketle Türkiye’nin içsel denkleme çekilmeye çalışıldığını söylemek mümkündür.
Nitekim bu kapsamda Suriye meselesi de dikkate alınmalıdır. Zira Türkiye, Suriye’de Beşşar Esad karşıtı bir tutum sergilemektedir. Ancak Irak hükümeti Beşşar Esad rejimini açıkça desteklemektedir. Bu tutumun İran’ın Suriye politikasıyla da ilgili olduğu düşünülmektedir. İran, Beşşar Esad’a açık desteğini vermekte ve yakın ilişki kurduğu devletleri ve devletler içerisinde siyasal grupları bu yönde teşvik etmektedir. Bu durum Irak özelinde ele alındığında Irak’ın Suriye politikasındaki değişim dikkat çekmektedir. 2009’un yaz aylarında Bağdat’ta 3 bakanlığa yönelik saldırıdan Suriye sorumlu tutulmuş ve bu konuda Beşşar Esad rejimi açıkça Irak’taki teröristleri desteklemekle suçlanırken, 2011’in Mart ayında Suriye’de başlayan olaylardan sonra Beşşar Esad rejimi desteklenmiştir. Irak’ın dış politikasında kısa sürede yaşanan bu çelişki dikkat çekmektedir. Ancak Suriye’nin Irak eski Büyükelçisi Navaf El-Faris tarafından bir röportajda Beşşar Esad rejiminin Irak’ta istikrarsızlık yaratmaya çalıştığı ve El-Kaide ile işbirliği yaptığının ifade etmesi(5) Maliki’yi köşeye sıkıştırmıştır. Zira Irak hükümetinin Irak’ı istikrarsızlaştırmaya ve daha da kötüsü halkına zarar vermeye çalışan bir rejimi desteklemeye devam edip etmeyeceği, Maliki’nin bağımsız politika izleyip izlemediğini gösterir nitelikte olacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye, her dönemde Irak’ın istikrarı, egemenliği ve siyasi bütünlüğü savunduğunu açıkça ifade etmiş ve uyguladığı politikalarla bunu kanıtlamıştır. Ancak Türkiye’nin Irak’taki istikrarsızlığın içerisine çekilmeye çalışılıyor gibi bir algılama ortaya çıkmaktadır. Ama Türkiye itidalli bir politikaya devam etmekte ve Irak’a ilişkin dış politika ilkelerini korumaktadır. Diğer taraftan son olaylar ve Maliki’nin son hamleleri de birlikte değerlendirildiğinde yanlış hesabın bu kez Bağdat’tan değil, Ankara’dan döneceğini gösterir niteliktedir.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Bilgay DUMAN
ORSAM Ortadoğu Uzmanı
(1) http://dunya.milliyet.com.tr/turkiye-ye-ihlal-uyarisi-/dunya/dunyadetay/17.07.2012/1568055/default.htm, Erişim: 18 Temmuz 2012
(2) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20390556.asp, Erişim: 18 Temmuz 2012.
(3) http://www.google.com/hostednews/afp/article/ALeqM5ikhplkk_L9ySzqt6oCwLccIYbAfA?docId=CNG.2ff270d6401d539b5e8cb3a161e0d59f.9f1, Erişim: 18 Temmuz 2012
(4) http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/06/05/sadr-maliki-istifa-etmeli, Erişim: 18 Temmuz 2012.
(5) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/07/120718_fares_iraq.shtml, Erişim: 18 Temmuz 2012.
Kaynak: ORSAM