Bu yazı 3 Ekim 2024 tarihinde New Lines Magazine’de Amira Howeidy imzası ile İngilizce olarak yayınlanmıştır.
Yahya Sinwar’s Novel Is a Tale of Palestine, and of His Own Past
Gazze Şeridi’nde Hamas’ın lideri ve siyasi bürosunun başkanı olan Yahya Sinwar’ın, 20 yıl önce yazdığı romanı çok sık düşündüğünü söylemek pek olası değil.
2004 yılında yayımlanan “Diken ve Karanfil” adlı roman, İsrail hapishanelerinde dört müebbet hapis cezasını çekerken bölümler halinde dışarıya kaçırılmıştı. Roman, kişisel bir umutsuzluk ve meydan okuma dönemini yansıtır ve şu an Filistinli karar alma süreçlerinin başında olduğu, bölgenin jeopolitiğini şekillendiren bir savaş sırasında üstlendiği rol ile tam bir tezat oluşturur.
Bugün bu romanı okumak, Yahya Sinwar’ın Gazze’deki devam eden savaşın arka planını anlatan bir sesi dinlemek gibidir. Kendisi hakkında yazdığı tek eser olan bu roman, Filistin anlatılarının bu savaş ve ötesiyle ilgili olarak gölgede kaldığı bir dönemde okunması gereken bir belge niteliğindedir. Aynı şekilde, Yahya Sinwar’ın romanı, Batı’da Hamas’ın önde gelen adamı hakkında yapılan kapsamlı analizlerde de göz ardı edilmiştir.
Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim 2023’te başlattığı El-Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana, Sinwar hakkında İsrail raporlarında büyük bir artış olmuştur. Hem İsrail hem de ABD istihbarat raporları, operasyonun doğrudan sorumluluğunu ona yüklemektedir. İlginç bir şekilde, bu raporlar son üç yılda hem Batı Şeria’da hem de Gazze’de Filistin direnişinin yücelttiği tek kamusal yüz olan Kassam Tugayları komutanı Muhammed Deif’i büyük ölçüde göz ardı etmiştir.
Yahya Sinwar’a yönelik takıntı, Hamas’ın 6 Ağustos’ta onu siyasi büro başkanı olarak atamasıyla yoğunlaştı. Bu karar, selefi İsmail Heniyye’nin Tahran’da suikaste uğramasından sadece beş gün sonra alındı. Batı medyasının biyografisine olan ilgisi arttı ve bu ilgi büyük ölçüde İsrail istihbarat kaynaklarına dayandı. Bu kaynaklar arasında, Yahya Sinwar’ı bir zamanlar tedavi eden ve daha sonra İsrail hapishane servisinde kıdemli bir istihbarat subayı olan Yuval Bitton’un anlatıları da bulunmaktadır. Batılı gazeteler, Yahya Sinwar’ı 62 yaşına gireceği Ekim ayının sonlarında, kurnaz, zeki, acımasız, şeytani, soğuk, dayanıklı ve rastgele öldürme kapasitesine sahip biri olarak tanıtan çelişkili portreler sunmaktadır.
İsrail tarafından dolaşıma giren geniş kapsamlı tanıklıklar, Yahya Sinwar’ın İsrail ile iş birliği yapmakla suçlanan Filistinlilere karşı uyguladığı iddia edilen işkence yöntemlerini detaylandırmaktadır. Bu tanıklıklardan birine göre, Sinwar’ın bir şüphelinin kardeşine zorla kum yedirmeye çalıştığı iddia edilmektedir. Bir diğer iddia, şüphelilerin başlarına kaynar yağ damlattığını ve İsrail istihbaratı için çalıştıklarını itiraf eden birçok kişiyi ya elleriyle boğarak ya da pala ile başlarını keserek infaz ettiğini öne sürmektedir. En yaygın hikayelerden biri ise, Sinwar’ın bir muhbiri canlı canlı gömdüğü iddiasıdır.
İsrail anlatısına bir selam niteliğindeki bu ifadeler, onlarca yıldır süren çatışmanın 7 Ekim 2023’te başladığını ima eden bir perspektifi taşırken, Batı’da Hamas’ın tarihine dair yaklaşımlar, çoğunlukla Yahya Sinwar’ın kişisel geçmişi ile iç içe geçmiştir.
Batı ve İsrail’deki birçok analist, Yahya Sinwar’ın konuşmalarındaki kelimeleri gizemli dini anlamlar arayarak incelemiş, bu durum ise Filistinli ve Arap liderlerin anlaşılmaz ve yabancı olarak görülmesine yol açan bir kültürel yanlış anlamayı yansıtmaktadır.
Bu analizlerin çoğunda Sinwar’ın hayat hikayesi, onun en geniş biyografik belgesi olan Diken ve Karanfil adlı romanında nadiren yer bulmaktadır. Oysa bu kitap, Arap-İsrail çatışmasının daha geniş bağlamında Sinwar’ın biyografisine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
Sinwar’ın kişiliğini anlamaya yönelik her girişim, İsrail işgali altındaki Gazze’de dört on yılı aşkın bir süre boyunca onu ve onun neslinden gelen Hamas liderlerini şekillendiren çevreyi derinlemesine ele alan bu kitabı incelemeden eksik kalacaktır.
Sinwar’ın edebiyat yazmaya başlaması muhtemelen kendi deneyimlerini belgeleme arzusundan kaynaklanıyordu, özellikle de 22 yıl boyunca tutuklu bulunduğu çeşitli İsrail hapishanelerinde Filistinli siyasi edebiyatın veya Filistin perspektifini temsil eden kitapların yokluğu göz önünde bulundurulduğunda.
1962 yılında Gazze’nin Han Yunus mülteci kampında doğan Sinwar, hayatını siyasi aktivizm ve direniş içerisinde geçirdi. 1987’de kurulan İslami Direniş Hareketi olan Hamas’a katıldı ve İsrail ile iş birliği yapanları takip eden ve ortadan kaldıran Majd adlı örgütün sorumluluğunu üstlendi. Hamas’a katılmadan önceki siyasi faaliyetleri hakkında pek bir bilgi yoktur; ancak Gazze İslam Üniversitesi’nde yoğun bir öğrenci aktivizmi içinde olduğu ve Arap Dili ve Edebiyatı üzerine lisans diploması aldığı bilinmektedir. Öğrenci aktivizmi ile Hamas’ın güvenlik aygıtının çekirdeği haline gelen Majd’ın kurulması arasında Yahya Sinwar’ın hayatında boşluklar vardır ve bu süre zarfında kendisini bu kritik role hazırlayan olaylar kayıtlarda eksik kalmıştır.
Sinwar, 1989 yılında İsrail kuvvetleri tarafından tutuklandığında 27 yaşındaydı ve İsrail’le iş birliği yapmakla suçlanan dört Filistinliyi öldürdüğü için dört kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 2006’da kardeşi Muhammed tarafından yönetilen bir operasyonla kaçırılan İsrail askeri Gilad Şalit’in rehine takası anlaşmasıyla serbest bırakıldığında 49 yaşındaydı.
Sinwar, hapishanede yeni bir sayfa açtı ve uzun süreli tecrit cezalarına rağmen İbraniceyi yeterince öğrenip kitapları Arapçaya çevirebildi. Ardından, 15 yıl boyunca hapishanede tamamladığı ilk romanını yazma zorluğuna girişti. Romanın önsözünde anlatıldığı gibi, tıpkı bir karınca kolonisi gibi organize olan onlarca mahkumun yardımıyla Sinwar, kitabı bölümler halinde hapishaneden kaçırmayı başardı ve gardiyanların dikkatinden kaçtı.
Bu başarı, hapishanelerdeki ağır güvenlik önlemleri ve sertliğin, Filistinli mahkumların mesajlarını iletme yolları bulmalarını engelleyemediğini gösterdi. Aynı zamanda, Sinwar’ın hem Filistinli mahkumlar topluluğu içinde hem de Hamas içerisinde, daha Gazze ve Batı Şeria’da tanınmadan çok önce merkezi bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Bu romanın ardından Sinwar’ın ikinci kitabı olan ve İsrail’in Genel Güvenlik Servisi Şin Bet’in operasyonlarını ve direniş liderlerine yönelik suikastları inceleyen Şan (Glory) adlı kitabı 2010 yılında yayımlandı.
Yahya Sinwar, 2011’de serbest bırakıldığında, hapsedilmeden önceki Gazze’den tamamen farklı bir Gazze ile karşılaştı. Hamas artık bu bölgeyi yönetiyor ve İsrail, toplu cezalandırma olarak sıkı bir abluka uyguluyordu. Sinwar, hareket içinde önemli roller üstlendi ve 2017’de Gazze şubesinin başına seçilerek Doha’ya taşınan İsmail Heniyye’nin yerine geçti.
Diken ve Karanfil, 1948 yılında köylerinden sürüldükten sonra Gazze’deki el-Şati mülteci kampında yaşayan bir Filistinli aileyi anlatır. Roman, ailenin en küçük torunu Ahmed’in anlatımıyla ilerler ve babaları ve amcalarının kaybolmasıyla şekillenen aile mücadelesini, mülteci kampının zorlu koşullarını ve 37 yıl boyunca gelişen siyasi olayları ele alır. Ailenin en büyük oğlu Fetih hareketine katılırken, diğer kardeşler İslami direniş ve intifadayla birlikte hareket eder. Roman, kişisel ve tarihi olayları birbirine bağlayarak 1967’den İkinci İntifada’nın ilk yıllarına kadar uzanan Filistin tarihinin önemli dönüm noktalarını belgeliyor.
Sinwar’ın hayatını Gazze Şeridi’nde yaşadığı koşulları detaylandıran bu roman, mevcut Gazze çatışmasına dair güçlü bir bakış açısı sunmaktadır. Romanda anlatılanların ve bugün devam eden savaşın paralellikleri, İsrail’in işgalin başladığı zamandan beri uyguladığı mekanizmaların ve politikaların sadece şiddetli bir tekrarı olduğunu göstermektedir. Bu politikalar — zorunlu toplu göç, toprak gaspı, katliamlar ve toplu tutuklamalar — 1948’den beri olduğu gibi bugün de Filistinlilerin eylemlerini şekillendirmeye devam etmektedir.
Ancak, bu kez fark yaratan unsur, Sinwar’ın en büyük sorumluluğu üstlendiği düşünülen 7 Ekim’deki Filistin operasyonunun büyüklüğüdür. Sinwar bu romanı yazarken, Hamas’ın bugün Gazze Şeridi’nde ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki silah gücü, deneyimi ve etkisi mevcut değildi. Roman, sahada değişen gelişmelere yanıt olarak meydana gelen siyasi ve entelektüel dönüşüm dönemini ele alırken, Filistin’in nesiller arası birikimlerini vurgulamaktadır.
Yine de roman bugüne derin bir şekilde bağlıdır. El-Aksa Tufanı Operasyonu, Filistin direniş hareketinde bir değişimi işaret ediyorsa, Diken ve Karanfil de Gazze’deki direnişin daha geniş stratejisindeki sürekliliği yansıtmaktadır. Roman, sonuç olarak, İsrail işgaliyle kesin bir yüzleşmeyi zorlamak için diğer yöntemler tükendiğinde tırmanışın gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Sinwar’ın romanda belirttiği gibi bu yaklaşım, “denklemi değiştirmeyi” amaçlamaktadır.
Yahya Sinwar, romanına baş kahramanının en erken hatıralarıyla başlar. Beş yaşındaki Ahmed, babasının evlerinin altına bir sığınak kazmasını izler. 1967 savaşı sırasında, yüzlerce Filistinli aile — Nakba’dan sağ kalanlar ve onların nesilleri — İsrail bombardımanından kaçacak başka bir yeri olmayan, derme çatma yeraltı hendeklerinde yaşamaktadır. Bu görüntüler, Hamas’ın İsrail işgali altındaki on yıllar boyunca genişlettiği yeraltı tünel ağını akla getirir. Aynı zamanda tünellerin savaşta kullanımının sadece Hamas’a özgü olmadığını, eski kökenlere ve Vietnam ile Kuzey Kore’deki modern paralellere sahip olduğunu hatırlatır.
Aile, el-Şati’deki bu karanlık çukurda günlerce kalır ve sığınak girişine yerleştirilen bir radyo aracılığıyla 1967 yenilgisiyle ilgili haberleri takip eder. 1948’de yerlerinden edildikleri evlerine geri dönmeyi umarken, bir askeri zafer beklerler. Yahya Sinwar
Romanın girişinde Sinwar, bunun belli bir kişinin hikayesi olmadığını ilan eder, “her ne kadar tüm olaylar gerçek olsa da.” Aynı zamanda, hikayeyi kendi hayatından tamamen ayırma çabasında da pek bulunmaz ve zaman zaman hayatından kesitler görünür. Anlatıcı, Sinwar ile aynı yaştadır ve 1967 savaşında, Khan Younis kampında evlerinin aşınmış zeminlerinin altındaki sığınaklara kaçan yüzlerce aile gibi o da benzer bir şekilde sığınak aramış olabilir.
Sinwar’ın ailesi, 1948’de İsrail tarafından fethedilen ve daha sonra yakınındaki eski liman şehri Aşkelon adıyla anılan el-Mecdel’den yerlerinden edildikten sonra Khan Younis’e yerleşti. Sinwar’ın babası İbrahim el-Sinwar hakkında pek bir bilgi yoktur; iki yıl önce vefat etmiştir. Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin ile aynı nesildendir, aynı bölgede doğmuş ve muhtemelen onu tanıyordu. Şeyh Yasin’in hikayesinden bazı izler, Sinwar’ın romanındaki anlatıcı Ahmed ile örtüşmektedir. Üç yaşında babasını kaybeden Şeyh Yasin gibi, anlatıcı da beş yaşında yetim kalır. İkisi de Gazze’deki el-Şati mülteci kampında büyümüştür. Yahya Sinwar
Romanda baba ve amcanın kaybolması, 1967 yenilgisi sonrasında şekillenen ve Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesiyle siyasi bilinci gelişen yeni bir Filistinli neslin ortaya çıkışını vurgular ki bu nesil Sinwar’ın da bir parçasıdır. Yahya Sinwar
O dönemde Filistin direnişi, Gazze’den hem siyasi hem de coğrafi olarak uzaktı. 1967 yazında, Mısır ordusunun el-Şati yakınındaki kampı terk ettiğini gören Gazze, bir sabah yenilgi haberlerinin ulaşmasından önce uyandı. Sinwar, kendisinin de tanık olmuş olabileceği sembolik bir sahneyi betimler: Üzerinde hâlâ Mısır bayrağı taşıyan askeri araçlar ve tanklara el koyan İsrail ordusu, yardım için onlara koşan Filistinlilere ateş açar. Yahya Sinwar
1967’de Mısır ordusunun Gazze’den çekilmesi, Gazze’nin 19 yıllık Mısır yönetiminin sonunu işaret eder. Bu dönem, Gazze’nin 1948 sonrası işgal edilen topraklardan yerinden edilen Filistinliler için devasa bir mülteci kampına dönüşmesiyle belirginleşmiştir. 1967’ye gelindiğinde, Gazze’nin nüfusunun yarısından fazlası — yaklaşık yarım milyon insan — İsrail tarafından yerinden edilmiş mültecilerdir.
Kamp hayatının o dönemdeki detayları, günümüzde Gazze’deki zorlu gerçeklerle de yankılanır. Uluslararası raporlarda sık sık “felaket” olarak tanımlanan bugünkü Gazze’nin zorluklarıyla benzerlik gösterir. Yahya Sinwar’ın büyüdüğü Gazze, romanda bir çorak arazi olarak tasvir edilir: Kamp evlerinin “kümes” gibi göründüğü, döşemeli çatıların şiddetli yağmurlardan zorla koruma sağladığı muhafazakar ve izole bir mülteci topluluğudur. Beslenme yetersizdir; diyet, esas olarak sebzeler ve Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) aylık gıda kartlarıyla sağlanan un, yemeklik yağ ve bazı baklagillerden oluşur. UNRWA tarafından kampın avlusuna kurulan tek musluktan su, günde sadece birkaç saat akar ve uzun kuyruklar oluşur. Çocukların iki yılda bir dağıtılan eski kıyafetlerden başka giyecekleri yoktur. Onların en sevdiği oyun “Araplar ve Yahudiler”dir; bir takım Filistinlileri (“Araplar”), diğer takım ise İsrailli işgal askerlerini (“Yahudiler”) oynar. Elektrik lüks bir şeydir ve yalnızca nispeten “varlıklı” olanların evlerinde bulunur. Yahya Sinwar
Ahmed’in annesinin, UNRWA okulundaki ilk gününde giymesi için ona aldığı “yeni ayakkabılar” ona büyük sevinç getirir, ancak bu ayakkabılar kaçınılmaz olarak eskidir ve okul çantası yırtık kumaştan yapılmıştır. Aile, yeni kıyafetlerin “dokunuşunu ve kokusunu” ancak en büyük oğulları üniversite eğitiminden Mısır’dan döndüğünde ve ilk kez onlara kıyafet aldığında yaşar. Yine de anlatıcı, mali durumlarının kamp sakinlerine kıyasla nispeten iyi olduğunu belirtir.
Yazarın, Gazze ile diğer Filistin toprakları arasındaki ekonomik eşitsizliği vurgulama niyeti açıktır, özellikle de yaklaşık 40 mil uzaklıktaki El Halil kenti ile yapılan karşılaştırmada. El Halil, İbrahim Camii’ne yapılan Yahudi dini turizmi sayesinde işgalden sonra ekonomik bir canlanma yaşamıştır. Bu ekonomik odak, o dönemde Filistinlileri üretime ve yaşam standartlarını iyileştirmeye yönlendirmiştir, bu da Fetih’in şehirde direnişi organize etme çabalarını engellemiştir. Filistinlilerin, özellikle Arap ordularının İsrail’e karşı hızla yenilmesinden sonra, direnişin uygulanabilirliği konusunda bölünmesi şaşırtıcı değildi. “Basit silahları ve sınırlı imkanları olan bir grup fedai ona nasıl karşı koyabilirdi?” Bu, Filistin umutlarının en düşük seviyede olduğu, El Halil’in 1980’lerden itibaren işgale karşı silahlanacak olan 1967 savaşının çocukları tarafından yönetilen bir direniş merkezi haline gelmesinden çok önce, şehrin kahvehanelerinde sıkça konuşulan bir konuydu.
1970’lerin başlarında, Filistinliler İsrail’e çalışmak için geçiş yapabiliyordu. O dönemde, hareket özgürlüğü vardı — ne kontrol noktaları, ne duvarlar ne de başka engeller. İsrail işletmeleri, Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki işgal altındaki topraklardan gelen Filistinlileri daha ucuz oldukları ve uzun saatler boyunca, herhangi bir sosyal hak olmaksızın çalıştırılabildikleri için işe alıyordu. Bu uygulama, aynı zamanda direnişi bastırmayı amaçlıyordu ve Filistinliler arasında büyük tartışmalara yol açtı. Roman, bu durumun yarattığı gerilimi yakalıyor ve işgal altındaki bir toplumun karşı karşıya kaldığı karmaşık gerçeklikleri ve zorlu seçimleri belgeliyor. Başlangıçta, 1948’de işgal edilen topraklarda çalışmayı ahlaki ve siyasi bir prensip olarak reddeden tavır, Gazze Şeridi’ndeki çoğu sakinin karşı karşıya kaldığı yıkıcı yoksulluk baskısı altında yavaş yavaş erozyona uğradı. Yahya Sinwar
Bu karmaşık durumu kapsayan bir sahnede, Ahmed, direniş savaşçılarının bir işçiden çalışma iznini almaya çalıştığı bir olayı anlatır. Adam, sekiz çocuğunun yiyecek hiçbir şeyi olmadığını ve yardım kuruluşunun sağladığı az miktarın onları aç bıraktığını açıklayarak onlara yalvarır. Direniş savaşçıları, ulusal ilkeleri ile hayatta kalma zorunluluğu arasındaki zorlu ikilemle karşı karşıya kalır. Adamın gerekçesini reddederler ve çalışma iznini yırtarlar, gözleri yaşla dolu — bu, hayatta kalmak için duyulan çaresiz ihtiyaç ile ulusal değerleri koruma zorunluluğu arasındaki iç çatışmanın duygusal bir yansımasıdır. Yahya Sinwar
Yahya Sinwar, bu süreçten faydalananların gördüğü mütevazı ama dönüştürücü ekonomik iyileşmeleri betimler. Bir komşu, daha önce açık olan evinin etrafına bir duvar örer; bir diğeri sağlam bir kapı takar; bir başkası ise evinin zeminini döşer. Ahmed’in ailesi ise İsrail’de çalışmayı reddetmelerine rağmen, kışın yağmur suyunun evlerine sızmasını önlemek için evin kiremitli çatısının üzerine büyük bir naylon örtü yerleştirmeyi karşılayabilecek duruma gelir. Bu “şaşırtıcı” gelişme, yıllar sonra ilk kez su sıçrama sesini duymadan uyuyabilecekleri anlamına gelir.
Aynı büyük sevinç, Ahmed’in yardım kuruluşunun ona günde bir kez beslenme merkezinde yemek yeme hakkı tanıyan bir kart vermesiyle yaşadığı heyecanla yansıtılır. Bir doktorun yetersiz beslenme yaşadığını doğrulamasının ardından verilen bu kart, Ahmed için büyük bir mutluluk kaynağı olur. Romanın anlattığı derin yoksulluk ve mahrumiyetin böylesine samimi detayları, yalnızca Sinwar’ın bizzat deneyimlemiş olabileceği gerçeklerdir. Ahmed’in sevinci o kadar büyüktür ki, kendini “başının tavana değdiğini” hisseder ve kalbinde en yakın olan kuzeni İbrahim’e bir parça köfte kaçırmayı planlamaya başlar, böylece bu nadir ayrıcalığı onunla paylaşabilecektir.
Ailenin en büyük kardeşi dışında hiçbir genç, 1970’lerde Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki çatışmanın ardından, bir süre Gazze’den Mısır üniversitelerine öğrenci kabul edilmesinin durdurulması nedeniyle üniversiteye devam edemez. Bu durum sonucunda, Gazze Şeridi’nde ilk kez bir üniversite kurulmasına karar verilir. Bu girişim, eğitime erişim hakkı için şiddetli bir mücadeleye dönüşür, çünkü İsrail bu hakkı tamamen reddeder. Başka seçenek kalmadığı için öğrenciler bu yeni üniversite projesine katılır ve Al-Azhar Dini Enstitüsü’nde akşam derslerine devam ederler, bütçe ve akademik kadro olmaksızın. Öğrenci sayısı arttıkça ve başka seçenek kalmadıkça, üniversite dersleri çadırlarda yapılmaya başlanır; zira İsrail otoriteleri, şeride inşaat malzemelerinin girişini engeller ve Gazze’ye getirilebilecek her şey üzerinde sıkı kısıtlamalar uygular — 2007’deki ablukanın başlamasından onlarca yıl önce.
Bağımsız bir üniversite binası ancak çok daha sonra inşa edilir. Bir üniversiteye gitmenin basit eylemi, epik bir mücadeleye dönüşerek onu barışçıl direnişin bir sembolü haline getirir; işgale karşı ulusal bir eylem olarak şekillenir. Anlatıcının dediği gibi, “Bize her konuda karşı çıkıyorlar, hatta eğitimde bile.”
Sinwar’ın kitabındaki üniversite hikayesi, günümüzdeki olaylarla paralellik taşır. Geçen yıl 8 Aralık’ta, İsrail ordusu İslami Üniversite binasını bombalayarak tamamen yıkmış ve bu yıkımı kayda almıştır. Sinwar’ın aktif bir öğrenci olarak yıllarını geçirdiği bu eğitim kurumundan geriye tek bir taş bile kalmamıştır. Hamas’ın birçok lideri, İsmail Heniyye ve Muhammed Deif de dahil olmak üzere, bu üniversiteden mezun olmuştur. İsrail ayrıca, Gazze’nin diğer üniversitelerinin çoğunu, Al-Azhar Üniversitesi de dahil olmak üzere, yıkmıştır.
Eğer Diken ve Karanfil Yahya İbrahim Hasan el-Sinwar’ın, çocukluğundaki evinin altındaki sığınaktan başlayıp 2000’deki İkinci İntifada’nın başına kadar olan süreçte yaşananlara dair bir tanıklığı olarak kabul edilirse, yazarın kendi hayatının unsurlarını romanın karakterlerine entegre ettiği, hatta bazılarına kendi adını verdiği düşünülebilir. Ahmed, romanın anlatıcısı ve ana karakteri olsa da, hikayenin gerçek kahramanı kuzeni İbrahim’dir — sabırlı, alçakgönüllü, çalışkan ve derin dindar bir gençtir. Ailesindeki ilk İslami hareket mensubu olarak, Sinwar’ın tasavvur ettiği Filistin direnişinin özünü temsil eder.
Romanda, İbrahim evlenmemeyi tercih eder çünkü kendini tamamen mücadeleye adamıştır ve kurtuluş mücadelesiyle tam bir özdeşleşme içindedir. Zekası ve yetenekleri, onu muhbirlerin izini sürme ve kullandıkları şifreleri çözme konusunda yetkin kılar. Yıllarca sabır gösterdikten sonra, İsrail güvenlik servislerine yardım etmekle suçlanan kötü şöhretli kardeşini öldürmekte tereddüt etmez. Ailesinin ısrarına boyun eğip evlendiğinde bile, onlara direnişle olan görevlerini terk etmeyeceğini, bu uğurda hayatını, özgürlüğünü ve çocuklarının yetim kalmasını göze alacağını söyler.
Romanın ilk bölümlerinden itibaren Filistinli muhbirler sıkça referans gösterilir; özellikle bu faaliyetlerin 1990’ların başında yoğunlaştığı dönemde, İsrailliler tarafından sık sık zorla muhbir yapılmışlardır. Ancak Yahya Sinwar, kurucusu olduğu Hamas istihbarat birimi Majd’daki kendi deneyimlerine derinlemesine girmemektedir. Tıpkı karakteri İbrahim gibi, Yahya Sinwar da Gazze’nin muhafazakâr standartlarına göre geç evlenmiş ve serbest bırakıldıktan kısa süre sonra İbrahim adında bir oğlu olmuştur.
İsrail makamlarının Sinwar’a verdiği kod adı “Khan Younis Kasabı”dır, bu isim Majd’ı kurma rolüne ve 1988’de İsrail makamlarıyla iş birliği yapmakla suçlanan dört Filistinliyi öldürdüğünü itiraf etmesine dayanmaktadır. İsrail güvenlik kaynakları, Sinwar’ın bu acımasızlığının başka infazlara ve birçok Filistinli muhbirin tasfiyesine kadar uzandığını da iddia etmektedir.
İsrail ordusunun yakın zamanda Khan Younis’ten çekilmeden önce bir tünelde belgeler bulduğunu iddia etmesi, Sinwar’ın imajını daha da pekiştirdi. Bu belgelerde, eski İzzeddin el-Kassam Tugayları lideri Mahmud Ştevi’nin ailesine yazdığı mektuplar bulunmaktaydı. Ştevi, bu mektuplarda Sinwar’ı işkence yapmakla suçluyor ve onu “canavar” olarak tanımlıyordu. El-Kassam, Ştevi’nin Şubat 2016’da belirsiz davranışsal ve ahlaki suçlar itiraf ettikten sonra idam edildiğini öne sürerken, İsrail kaynakları, özellikle Haaretz, Ştevi’nin eşcinsel olduğuna inanıldığını ve İsrail güvenlik servisleriyle iş birliği yaptığı iddiasıyla cezalandırıldığını savunuyor. Bu iş birliğinin 2014 yılında Kassam’ın askeri komutanı Muhammed Deif’in evinin bombalanmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.
Yahya Sinwar, İsrail için çalışan istihbarat ajanlarının konusunu ele alırken temkinli bir üslup benimser. Gazze’de 1990’ların başlarında yaygın olan bu ajanlar hakkında romanında, çeşitli Filistinli grupların bu kişilere karşı şiddetli tepkiler verdiğini anlatır; bu tepkiler arasında öldürme, kırbaçlama ve hatta kamuya açık infazlar yer alır. Romanın ana karakteri, kontrolsüz şiddetin devam etmesini “büyük bir hata” olarak tanımlar ve muhbirler sorununa yasal çözümlerle yanıt verilmemesini eleştirir. Yahya Sinwar, “en az öldürmeyle” ve “tiksindirici ve çirkin görüntülerin” önüne geçerek bu sorunun daha uygun bir şekilde ele alınabileceğini savunur.
Bu arka plan, Gazze’de bu hassas ve patlayıcı sorunun ele alınmasında hissedilen baskıyı vurgular. Bir yandan İsrail ajanları toplamaya ve tuzağa düşürmeye devam ederken, diğer yandan Filistinli grupların kaotik ve şiddetli tepkileri bu olguyu etkin bir şekilde caydırmayı başaramamıştır.
İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem’in raporuna göre, sadece 1987 yılında İsrail için çalışmakla suçlanan 942 Filistinli öldürüldü ve bunların %40’ı İsrail Savunma Bakanlığı’na bağlıydı.
Roman, ajanların artışıyla başa çıkmak için tamamen adanmış bir güvenlik aygıtı oluşturmanın gerekliliğinin nasıl ortaya çıktığını gözler önüne serer. Bu gelişmeler, 1967 sonrası Gazze yargı sisteminin İsrail yargı sistemiyle bağlantılı olması nedeniyle resmi bir yasal çerçevenin yokluğunda geliştirilmiş standartlarla yapılmıştır. Sinwar’ın 1988’de, tutuklanmadan kısa bir süre önce, Majd’ı bu bağlamda kurduğu anlaşılmaktadır.
Romanın anlatıcısının siyasi olarak bölünmüş aile üyeleri arasındaki tartışmalar — İsrail ile müzakere ederek bir Filistin devleti kurmanın mümkün olduğunu savunanlar ile bu tür müzakereleri anlamsız veya başarısız olarak görenler arasındaki çatışmalar — Gazze’deki büyük yıkımın ardından El-Aksa Tufanı Operasyonu’nun Filistin’e getirdiği kazanımlar konusundaki güncel tartışmalarla yakından ilişkilidir.
Romanın baş karakteri olan ve Sinwar’ın alter egosu olan İbrahim, bu meseleyi “Filistin halkının bir devlet kurma sürecinde ödeyeceği bedel” olarak özetler ve “işgali geri çekilmeye zorlamaktan başka bir alternatif olmadığını” vurgular. İbrahim, 1993 Oslo Anlaşmaları olmasaydı, Birinci İntifada sırasında direnişin baskısıyla İsrail güçlerinin Gazze ve Batı Şeria’dan geri çekileceğini ve Filistinlilere vaat edilen devletin sonuçta İsrailli yerleşimcilere bırakılmayacağını savunur.
Roman, Hamas’ın o dönemde anlamsız bulduğu müzakere sürecine bir eleştiri de içerir. Sinwar’ın romanı, Oslo Anlaşmalarını, İsrail’e Birinci İntifada sırasında direnişin tehdit ettiği zor durumdan “inmek için” bir “merdiven” sağlayan “stratejik bir hedef” olarak temsil eder. Yahya Sinwar, 1993 yılına kadar İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’den “kaçmaya” hazır olduğuna inanıyor gibi görünmektedir. İbrahim, açık sözlülüğüyle, Hamas’ın “oyunun kurallarını dayatabileceği” bir durumda İsrail ile bir güvenlik anlaşmasına neden ihtiyaç olduğunu sorgular.
Oslo müzakerelerinin İsrail ile FKÖ lideri Yasser Arafat arasında tıkanmasının ardından, Eylül 2000’de İkinci İntifada patlak verdi ve beş yıl sürdü. Bu süre zarfında, İsrail ordusu 3.000’den fazla Filistinliyi öldürdü ve daha fazlasını yaraladı. Barışçıl Filistin gösterileri, İsrail’in gerçek mermilerle yanıt vermesiyle silahlı bir isyana dönüştü ve sonuç olarak İsrail’in iç bölgelerinde gerçekleştirilen ve yaklaşık bin İsraillinin ölümüne yol açan bir dizi “şehadet operasyonu” (intihar saldırısı) gerçekleşti. Bu yoğun tırmanışa yanıt olarak, İsrail ordusu Filistin bölgelerini bombaladı, on binlerce evi yıktı, tank ve helikopterlerle operasyonlar düzenledi ve direniş saflarındaki birçok kişiyi suikastlarla hedef aldı.
Yahya Sinwar’ın İsrail hapishanelerinden yakından takip ettiği İkinci İntifada olayları, romanının son kısmında büyük bir yer kaplar ve başlıktaki “karanfiller”i sembolize ediyor olabilir. Bu olaylar, onun yıllar önce başlattığı eseri tamamlama motivasyonunu artırmış olabilir, direniş savaşçılarını ve yeşil, sarı ve siyah fraksiyonların bayraklarını yükselttiği sahneleri hayal ettiği hapishane hücresinde bu çatışmayı kendi algısına göre belgelemiştir.
Romanındaki olaylar ile Gazze’deki son gelişmeler arasındaki bağlantıyı göz ardı etmek zor. Özellikle Ağustos ayında Sinwar’ın Hamas liderliğini tamamen ele geçirmesinin ardından bu durum daha belirgin hale gelmiştir. Bu durum, 19 Ağustos’ta Tel Aviv’de genç bir Filistinlinin kendini patlatmasıyla sonuçlanan saldırıda kendini göstermiştir. Hamas ve İslami Cihad hareketlerinin üstlendiği bu saldırıda, yapılan ortak açıklamada İsrail’deki intihar operasyonlarının devam edeceği uyarısında bulunulmuştur.
Bu taktik, İkinci İntifada sırasında İslami direniş (ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Fetih gibi gruplar) tarafından kullanılan stratejinin tekrarıdır. 2000’lerin başlarında İsrail, Batı Şeria ve Gazze’de 120’den fazla intihar saldırısı düzenlenmiştir. Roman, bu tür operasyonları ayrıntılı bir şekilde ele alır ve İbrahim, bunları İsrail’e karşı Filistinlilerin öldürülmesine misilleme olarak baskı uygulamada etkili oldukları için savunur.
“İntifada’dan günler önce ‘sakinler’ olarak adlandırılıyorduk,” der. “İki ay sonra ‘Filistinli sakinler,’ sonra ‘Filistinliler’ olduk — ve ardından terörist bir grup olarak gördükleri FKÖ ile oturmak zorunda kaldılar.”
Roman, bu olaylar zemininde İbrahim ile genç bir direniş savaşçısı arasındaki bir konuşmada, Hamas’ın İsrail’e ilk kez Kassam füzeleriyle yanıt verdiği zamana değinir ve İsrail’in tepkisi hakkında endişeleri dile getirir. Bu bölüm, Sinwar’ın sesini güçlü bir şekilde hatırlatır; 7 Ekim’den bu yana duyulmayan bir sesle, son aylarda Gazze’deki diğer hareket liderlerine yöneltilen, İsrail’in gücü ve Filistinlilerin bu savaşta ödediği bedeller hakkındaki soruları reddeder.
İbrahim, memnuniyetsizliğini ifade ederek, “Onlar [İsrailliler] daha ne yapabilir ki, yapmadıkları ne kaldı?” diye sorar. Ayrıca, Filistin halkının yorgun olduğunu iddia edenlerin “küçük bir çıkar grubu” olduğunu belirtir. “Halka gelince, onlar onurları, haysiyetleri ve kutsallıkları için her şeyi feda etmeye hazır.”
Yahya Sinwar ve Gazze’deki hareket liderlerinin hesaplamalarının bu mantıktan çok daha karmaşık olduğu kesindir, özellikle de son 11 ayda, modern Filistin tarihinde benzeri görülmemiş düzeyde şiddet ve yıkım yaşanmışken: 40.000’den fazla ölü, 100.000’e yakın yaralı ve İsrail tarafından defalarca yerinden edilen 1,9 milyondan fazla insan. Yine de, Sinwar’ın hikayesinde sürekli tekrarlanan “çatışmada yeni bir denklem yaratma” fikrinin, tam olarak bugün tanık olduğumuz şey olduğu açıktır.