Arap Baharıyla yeni paradigmaların oluştuğu bugünler de İran gündemi, Amerika için hayati önem taşıyor. Aynı anda dünyanın farklı devletlerine ve bölgelerine ilişkin yüzlerce rapor ve analizin üretildiği Washington’da ülkenin ulusal çıkarları söz konusu olduğunda her şey aniden bırakılıp güvenlik perspektifli politikalar ülkenin gündemine yerleşebiliyor.
Washington’un İran ile savaşı, 1979 devriminden itibaren Carter’dan Obama’ya farklı siyasi aktörün zamanla ortak bir İran politikası konusunda birleştiklerini gösteriyor. Bu ortak tavır Amerika’nın dış politika gündeminde hep üst sıralarda tutulmak istenilmektedir. İran bölgede nükleer güç, ekonomik ve askeri alanda güçlü olma istediğinden vazgeçmemesi nedeniyle Amerika tarafından çevreleme ve izolasyonist politikaların hedefi haline gelmiştir. ABD İran’da çoğu yer altında olduğu düşünülen nükleer tesislerini bombalamak adına başka herhangi bir politikanın olmadığı düşüncesindeyken, İran ise Amerika’yı emperyal devlet gözüyle nitelendirdiğinden iki devlet arasındaki bu çatışma devam ediyor. Diğer yandan Arap Baharı’nın kilidi olarak nitelendirilen Suriye’deki olaylarda rejimin olası yıkılması neticesinde İran’ın, ABD’nin “Şer Ekseni”ne girmesi kaçınılmazdır. Hamaset diplomasisini iyi bilen İranlılar için ulusal güvenlikleri söz konusu olduğunda kendi sınırlarının ötesindeki Şii kuşağında çatışma alanı yaratıp, aktörü kendi merkezinden çıkartma taktiği beliren örneklerden. Olayların tam bir iç çatışma durumu aldığı ve nereye gidildiğine yönelik belirsizlik İran Devrimi’nin Arap Baharı karşısında kaybettiğine dâhil birçok yazı ve makaleyi beraberinde getirdi. Bunlardan en çarpıcısı Rami Khouri’nin Lebanese Daily Star’da yayınladığı İran Arap Baharında Kaybediyor! (Iran is losing from the Arab Uprising) başlıklı yazısıydı. Ama tüm bunlar bir kenara İran henüz kaybetmedi sorusu kafalarda tartışılan bir diğer soru olma özelliği taşımaktadır. Tahran son günlerde hem konumu güçlendirmek hem de oyunun bir parçası olmamak adına giriştiği birçok faktörün olduğu söylenebilir. Bunları 5 ana başlık halinde toplamak gerekirse:
1. Suriye gibi azınlıkların iktidarda olduğu yerde mikro ayrışmaların henüz başlamaması ve Esed rejiminin direnmesi nedeniyle kaybettiğini söylemeyiz.
2. Suriye politikasında İran’ın taktiğinin son zamanlarda yumuşak ve faklı strateji kanallarıyla gittiğini görmek mümkündür. Bu bağlamda en iyi senaryo olası müdahale öncesinde muhalefet ile iletişim kurmak, en kötü senaryo ise rejimi korumaktır.
3. İran’a olası müdahale öncesinde yukarıda da bahsi geçen ve şuan da dondurulmuş olan Lübnan, (kısmi) Yemen ve Bahreyn’deki çatışmaları başlatmak olacaktır.
4. İran jeopolitiği ve stratejik müttefiklerin kaybedilmesi korkusuyla, şerrin bertaraf edilmesi için bölgede Filistin üzerinden oluşturulabilecek Yeni Arap-İsrail çatışmasıdır.
5. Son haftalarda İran topraklarından düşürülen ve adeta Ahmedinejad’ın bir medya şovu haline getirdiği insansız uçaklar konusudur. Bu insansız uçaklar sayesinde İran meşru müdafaa hakkını saklı tutmaktadır.
Geçtiğimiz haftalarda sınırlarını ihlal eden bir ABD casus uçağını düşürdüğünü açıklayan İran, uçağın bu görüntülerini yayınlayarak hava sahasının ihlalinden doğan haklarının hiçe sayıldığı gerekçesiyle ABD’yi tehdit etmişti. İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politikasından sorumlu Başkanı Muhammed Kevseri’nin ortaya attığı “ABD savaş uçaklarıyla hava sahamızı ihlal etmiş olsaydı, Amerika’nın bölgedeki tüm üslerini vururduk” açıklaması Türkiye dâhil olmak üzere birçok müttefikin kamuoyunda deprem etkisi yaratmıştı. Eylemin tekrarlanması konusunda Washington yönetimini uyaran Kevseri, uluslararası kamuoyunun bu olay karşısında sessiz kaldığını ve BM’de konunun konuşulmasını istemişti. ABD, bu casus uçağının daha önce Afganistan’da görev yaptığını, sınırda ise İran’ın nükleer faaliyetlerini gözetlediğini resmi kanallarla bizzat açıklamış ve casus uçağın ABD’ye teslim edilmesini talep etmişti. Esasen RQ-170 tipli uçaklar ISAF altındaki Afganistan üzerinden bugünkü İran-Pakistan sınırındaki Belucaristan’dan hattında içeride ve dışarıda İran-Pakistan hareketliliğini incelediğini bilmekteyiz. Çünkü bu tip araçlar her ne kadar Afganistan’da görev aldıkları söylense de Taliban gibi teknolojik savaş kapasitesi olmayan topluluklar için bunları düşürmesi çok düşük ihtimaller arasında yer alıyor. 12-15 kilometre irtifada uçabilen bu araçlar İran’da bulunması kuşkusuz İran’a büyük fayda sağlayacaktır. RQ-170 tipli insansız uçaklar Amerika’nın 2007 yılında üslerinde görüntülenmiş, sonrasında ise Amerikan Hava Kuvvetleri 2010 başında varlığını kabul etmişti.
İran ile Sessiz Savaş
Casus uçak vakası öncesinde cereyan eden, İran yönetiminin Washington’daki Suudi Arabistan büyükelçiliğine suikast planı yaptığı iddiası Amerika’da geniş yer bulurken Beyaz Saray bu gelişme sonrasında istihbarat camiasına yoğun örtülü savaş talimatı veren izni yayınlamıştı. Bu örtülü operasyona yasal hak tanıyan kararın Amerikan ulusal yasalarınca sadece Başkan tarafından verilebileceği biliniyor. Aynı şekilde Bush döneminde bu kararın benzeri niteliğinde olan bir başka yetkinin, İran Devrim Muhafızlarının İran’ın sorunlu sınır bölgelerinde (Pakistan’ın Belucistan, Irak sınırı ile Kürt bölgesi ve Arapların yoğun yaşadığı Huzistan eyaleti gibi) uygulamaya konulduğunu görmüştük. Bu kararlar Amerika için yasal mevzuatta herhangi bir sıkıntı oluşturmazken uluslararası hukuk ihlallerinden doğan haklar nedeniyle ülkeler arasında gerginliğe neden olabiliyor. Amerikan özel birlikleri SEALs tarafından Pakistan ordusunun merkez üssü sayılan Rawalpindi’ye çok yakın kasaba da yakalanan Usame Bin Ladin, bu benzeri karar çerçevesinde öldürülmüştü. Diğer yandan bu operasyonlarda İran kilit rol taşımaktadır. Bu ülke içerisindeki muhaliflerin farklı bölgelerdeki vücutsal etkinliğini güçlendirmek ve birleştirmek adına desteklenebileceğini gösteriyor. İran’ın kuzeybatısında yaşayan Azeri nüfusu, doğuda bulunan ve kültürel anlamda Pakistanlı hisseden İranlılar, Batı’da Iraklı Araplar ve Kürtler, İran rejimi içerisindeki gizli kalan iktidar odaklı etnik yapılanmalardır. Özellikle %20 gibi büyük bir Azeri nüfusu içinde barındıran İran’da Azerilerin durumu rejim içerisinde asimile edilmiştir. İran Azerileri konusunda unutulmaması gereken bir diğer unsur Ali Hamaney’in Azeri kökenli bir lider olmasıdır. Bu sebeple diğer etnik unsurlar üzerinden yapılabilecek operasyonlar İran’da çatışmayı destekler niteliktedir. Obama’nın bu örtülü operasyon kararı, Amerikan güçlerinin bunu uygulayamadığı otoriter boşluğunda ise asparagas haberlerle “İsrail, İran’ı vuracak!” zamanlamasıyla bir paralellik gösterdiği şüphesi uyandırıyor. Öte yandan Amerika, İran’ı neden vuramaz? soruları haklı olarak cevaplanması beklenenler arasında yer alıyor. Askeri müdahale bakımından, İran’la yükselen bu tansiyon düşük seviyede tutulacağı gibi 2012 Amerikan Başkanlık seçimi öncesinde İran konusu dış politika da önemli bir noktada hayati değerini koruyacaktır. Petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ve hali hazırda kendini toparlayamayan Amerikan ekonomisi bölgede bu gerilimin şimdilik bu şekilde süreceğinin kanıtı niteliğindedir. Zira olası savaşta İran’ın Petrol ticaretinde etkili kozu Hürmüz boğazının kapatılması ABD için yeni Vietnam senaryosunun yazılması anlamı taşıyor. 1991 Körfez Harbi, 2003 Irak Savaşı’ndan enkaz olarak çıkan ABD, Afganistan ile birlikte yeni Vietnamlar dosyasını kapatmak istemektedir. Diğer yandan Amerikan iç siyasetindeki yumuşak demokratlar İran konusunda yaklaşan seçimler için tepkimli yaklaşıyor. Her ne kadar Neocon takımını kursaklarda bırakacak düşünceler yer alsa da Amerika’nın İran konusunda endişeye iten sebeplerden bir tanesi “Amerika’nın saldırısıyla Arap dünyasının ayrılıkları ortadan kaldırarak anti-Amerikan rejimler doğurmasıdır”. Bu ise seçim havasına giren ABD’de mümkün gözükmüyor.
Emrah USTA
Kocaeli Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü