Wag the Dog: Kötü bir durumda dikkatleri dağıtmak için konuyu değiştirmek.[1]
Amerika’da başkanlık seçimlerine iki hafta kala başkanla ilgili bir skandal ortaya çıkmak üzeredir. Bir cinsel taciz iddiası üzerine; seçim kampanyası ekibi, başkanın basın danışmanları ve bir reklamcılık uzmanı seçimlerin bu krizden etkilenmemesi için bir acil durum toplantısı yaparlar ve olaylar o andan itibaren bambaşka bir yöne doğru seyreder.
Senaryosunu Hilary Henkin’in yazdığı yönetmeliğini Barry Levinson’ın yaptığı ve Larry Beinhart’ın “American Hero” kitabından esinlenerek çekilen 1997 yapımı Wag the Dog, bize politikanın iç yüzünü, medyanın kamuoyunu nasıl manipüle ettiğini ve her şeyden önce “gerçeklerin”, görmemiz istenilen illüzyonlar olduğu fikrini ortaya koyuyor. Filmde başrolleri paylaşan Robert De Niro bir halka ilişkiler ve reklamcılık uzmanını ve Dustin Hoffman Hollywoodlu bir film yapımcısını canlandırıyor. Başkanın cinsel taciz skandalını örtmek için toplanan kriz ekibi, Conrad Brean’ın (Robert De Niro) planını uygulamaya koyuyor. Plana göre, Arnavutluk ile savaşa girilmesine karar veriliyor. Fakat bu sadece “Büyük Kurt” lakaplı başkanın yeniden seçilmesi için uygulanacak bir stratejiden ibaret. Arnavutluk hükümetinin ABD’ye karşı hareket eden terör örgütleriyle ilişki içinde olduğu ve ülke sınırlarında bu örgütlerin kamp kurmasına izin verildiği iddiası ortaya atılıyor ve hayali bir 303 numaralı askeri ekip kurularak Arnavutluk’a savaş açıldığı halka duyuruluyor. Conrad’ın teoride sorunsuz işleyen planını pratiğe dökmesinde ünlü Hollywood yapımcısı Stanley Motss (Dustin Hoffman) yardım ediyor ve savaş için yazılacak şarkıdan, Arnavutluk’ta yaşanan olaylardan yavru kedisiyle beraber kaçan bir kızın videosuna kadar adeta bir film prodüksiyonu kuruluyor. Ana haberlerde yayınlanan “kaçan kız” videosunun çekimleri sırasında film ekibi videoya istedikleri gibi siren sesleri, çığlıklar ve dumanı tüten evler ekleyebiliyorlar.
Filmde medyanın nasıl politikayla kol kola yürüdüğünü, basın toplantısına yerleştirilmiş ve soracağı sorular dahi önceden hazırlanmış gazetecilerden anlıyoruz. Başkanlık seçimindeki diğer adayın iktidar partisinin planlarını bozmak için nasıl çabaladığını film boyunca görüyoruz. Filmin başında, cinsel taciz skandalının ortaya çıkmasıyla ilgili konuşan ve başkanlık makamının hak ettiği saygınlığa kavuşabilmesi için mevcut başkanın gitmesi gerektiğini söyleyen muhalefet adayını ilerleyen sahnelerde Arnavutluk ile olan savaşın bittiğini açıklarken izliyoruz. Savaşın bittiğini duyurarak Conrad ve Stanley’nin işini zorlaştırmayı amaçlayan aday onlara hiç ummadıkları bir fırsat sunuyor. “Her savaşın bir kahramanı vardır” düşüncesinden yola çıkarak planlarının ikinci aşamasını ya da Stanley’nin deyimiyle “ikinci sahnesini” oluşturuyorlar. Özel askeri programa kayıtlı bir askeri seçerek onu bu hayali savaşın hayali kahramanı olarak tanıtıyorlar: William Schumann ya da “Old Shoe.” Seçtikleri asker, geçmişi ve güncel durumu sebebiyle bir kahraman olmaktan çok uzaktadır. Ancak bu yine de ekibi durduramıyor ve “Old Shoe” için ülkesi adına savaşan hatta daha sonra Arnavutlukta esir düşmüş ve kendi ülkesi tarafından kurtarılmış birisi imajı çiziliyor.
Film hayali gerçeklikler yaratmanın yanı sıra halkın milliyetçi hislerinin nasıl yönetildiğini ve toplumsal hafızanın ömrünün nasıl belirlendiğini de bizlere gösteriyor. Filmde bu duruma örnek olarak, 1990’ların başında kamuoyunda oldukça yer kaplayan Körfez Savaşı’na ve 1963’te faili meçhul bir suikasta kurban giden John F. Kennedy’e de referans veriliyor.
Filmin en çarpıcı noktalarından birinin, yeniden seçilmesi için uğraşılan başkanın hiç görünmemesi olduğunu söyleyebiliriz. Çin’e gerçekleştirdiği seyahatten ne zaman döneceğinden, söylediği her kelimeye kadar bütün hareketleri krizi yönetmek için çalışan ekip tarafından belirleniyor. Film ismini tam da bu durumdan alıyor. Sistem aslında kuyruğunu sallayan bir köpek değil, kuyruk tarafından sallanan bir köpekten oluşuyor.
Filmi izlerken, dünya siyasi tarihi boyunca sık sık kullanılmış “günah keçisi bulma” ve bir ortak düşman yaratma stratejisini de görüyoruz. Savaşların, gündemi değiştirmek ve kimi zaman hayali bir düşman yaratarak halkı ortak bir çatı altında toplamak için kullanılan bir araç olduğunu görüyoruz. Psychology Today’den Steve Rathje’nin (2018) “Do We Need A Common Enemy?” [2] başlıklı yazısına göre, ortak düşmanlar, insanları birleştiren ve yaşanan kötü durumların sebebi olarak bir suçlu yaratmak amacıyla kullanılıyor. Filmde De Niro’nun “Arnavutluk hakkında ne biliyorsun? Bize bir şey yapmamış olabilirler ama bizim için bir şey yapmış da değiller.” cümlesi, uzaktan kompleks ve çok katmanlı gözüken “ittifak” ve “düşman” kavramlarının temel motivasyonlara dayandığını anlatıyor.
Wag the Dog, sistemin devamı için uğraşan ve görünmeyen aktörlerin hikâyesini bize dinamik bir senaryoyla, hızını hiç düşürmeyen bir tempoda anlatıyor. Politik psikoloji, kamuoyu ve medya-siyaset ilişkisi ile ilgilenen ve güzel bir kara mizah filmi izlemek isteyen herkes bu filmi izlemelidir.
Ayşe Deniz ÖZTÜRK
Sivil Toplum Okumaları Staj Programı
Kaynakça:
[1] The Idioms: Wag the Dog https://www.theidioms.com/wag-the-dog/
[2] Makalenin tamamı için: https://www.psychologytoday.com/us/blog/words-matter/201812/do-we-need-common-enemy