AB’nin, Türkiye’ye vize uygulamasını en çok 3,5 sene içerisinde kaldıracağına ilişkin haberler medyada geniş yankı buldu ve büyük bir başarı olarak sunuldu. Ne var ki, antlaşmanın içeriği fazlaca irdelenmedi. Halbuki üzerinde anlaşılan yol haritası, Türkiye açısından oldukça problemli bir sürece işaret ediyor. Türkiye, vize muafiyetini beraberinde getireceğine inanılan sürecin, AB üyeliği yolunda geri dönülemez bir adım olduğunu göstermeye çalışıyor olsa da, AB’nin benzer anlaşmaları AB üyesi olmayan birçok Doğu Avrupa ve Balkan ülkesi ile de imzalamış olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Üstelik varılan uzlaşı, Türkiye’nin daha önce kabul etmediği bir uygulamanın da hayata geçirilmesine bağlı bir görünüm arz etmektedir. Bu uygulama ise, AB’ye yasadışı yollarla giren kişilerin iadesini öngören “Geri Kabul Antlaşmasıdır”.
Vize muafiyetini beraberinde getirmesi planlanan sürecin ilk aşaması, Türkiye’nin, uzunca bir süredir imzalamayı reddettiği “geri kabul antlaşmasını” imzalaması ile başlatılacak. Bu antlaşmanın imzalanmasının ardından ise, AB tarafından, Türkiye’ye yönelik olarak uygulanan vize rejimini yumuşatmaya yönelik hamleler gelecek. Vize başvuru ücretinin düşürülmesi, başvuru esnasında istenen belgelerin azaltılması ve belli meslek gruplarına çoklu giriş-çıkışı beraberinde getirecek bir izin mekanizmasının uygulanması, AB tarafından Türkiye’ye yönelik olarak izlenebilecek vize liberalizasyonu politikasının en önemli adımları olarak görülebilir. Ne var ki, Türkiye tarafından imzalanacak olan geri kabul antlaşması oldukça maliyetli ve Türkiye’nin çok büyük bir mülteci akını ile karşı karşıya kalmasına yol açabilecek denli önemli bir uygulama. Bu maliyetin ve antlaşmanın beraberinde getireceği sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal sorunların ayırdında olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, antlaşma bağlamında Türkiye’nin uğrayabileceği mülteci/göçmen akınına karşı çekincesini ortaya koyduğunu ve AB’nin de sağlayacağı fonlar aracılığıya, işin maliyetine ortak olacağını kaydetmektedir. Vize muafiyet antlaşması, en çok 3,5 senelik bir geçiş süreci sonunda, AB’nin, Türkiye’ye uyguladığı vizeyi kaldıracağını kaydetmektedir. Türkiye’nin geri kabul antlaşmasını imzalaması ile başlatılacak olan süreç, AB’nin aşamalı olarak atacağı adımlar ile ilerleyecek ve en sonunda Türkiye’nin geri kabul antlaşmasının şartlarına uyması ve AB’nin vize rejimine uyum sağlaması ile sonuçlanacaktır. Ancak bu noktada dahi, Türkiye’ye vize uygulamasının tamamıyla kaldırılması kararı, AB içerisinde tartışılarak, karara bağlanacaktır. Yani sürecin olumlu bir şekilde ilerlemesi ve sonuçlanması halinde dahi, tam bir vize muafiyetinin sağlanması kesin değildir. 3,5 yıllık geçiş süreci içerisinde tarafların yapılan antlaşmayı feshetme hakları da bulunmaktadır. AB, vize liberalizasyonu noktasında yeterli çabayı göstermezse, Türkiye, geri kabul antlaşmasını feshedebilecektir. AB ise, geçiş sürecinin sonunda, Türkiye’nin beklenen başarıyı yakalayamadığını kaydederek, vize muafiyeti uygulamasını devreye sokmayı reddedebilir. Görüldüğü üzere, sürecin kontrolü AB’nin elindedir. Türkiye’nin, AB vize rejimine eklemlenme yolunda attığı adımlar ve geri kabul antlaşması bağlamında üstlendiği maliyet, geçiş süreci sonunda AB’nin vereceği olumsuz bir karar ile çöpe atılmış olabilecektir. AB ile imzalanan bu tarz, ucu açık antlaşmaların ya da uygulamaların, Türkiye açısından, pek de olumlu sonuçlar doğurmadığı göz önünde bulundurulduğunda, vize muafiyeti getireceği söylenen bu süreç konusunda da fazlaca ümitli olmamak gerekir.
Vize muafiyeti antlaşması çerçevesinde imzalanan geri kabul antlaşması çok ciddi sıkıntıları/çekinceleri beraberinde getirmektedir. Nitekim geri kabul antlaşmalarının esas mantığı, yasadışı yollarla AB ülkelerine gelen kişilerin, geldikleri ülkelere iade edilmesidir. Türkiye, geri kabul antlaşmasını imzalaması halinde, hem Türkiye’den AB’ye yasadışı yollarla giden Türk vatandaşlarını hem de Türkiye’yi transit bir şekilde geçerek AB topraklarına ulaşan yabancı ülke vatandaşlarını geri kabul etmek zorunda kalacaktır. Yani Türkiye, büyük çaplı bir göçmen dalgası ile karşı karşıya kalacak ve AB’nin doğudaki tampon bölgesi konumuna indirgenebilecektir. Türkiye’nin, AB tarafından kendisine iade edilen kişilerin geldikleri ülkelerle “geri kabul antlaşması” olmaması halinde, bu kişileri ülkelerine iade edememe ve topraklarında tutmak zorunda kalma gibi bir durumla karşılaşması olasıdır. Bunun yanı sıra, yasadışı göç hareketliliğinin hangi güzergahı izleyerek gerçekleştirildiğinin tespiti oldukça güç olduğu için, AB, kendi topraklarında yakaladığı kişileri, Türkiye güzergahı üzerinden geldiklerini iddia ederek Türkiye’ye iade edebilecektir. Bu durum, Türkiye’nin yasadışı göç anlamında bir transit ülke olma talihsizliği ile birleştiği noktada anlamlanmakta ve AB’nin işini kolaylaştırmaktadır. Türkiye tarafından ülkelerine geri gönderilen, ancak ülkelerindeki iç savaş ve ekonomik sıkıntılar gibi nedenlerle yeniden kanunsuz bir şekilde yurtdışına çıkış yapmayı planlayan kişiler, Türkiye’yi hedef ülke konumuna getirebilir. Geri kabul antlaşmalarına ilişkin en önemli hususlardan biri de, yalnızca yasadışı yollardan AB topraklarına giren kişileri değil, aynı zamanda AB’ye yaptıkları sığınma talebi kabul edilmeyen kişilerin de bu antlaşma bağlamında değerlendirilebilmesidir. Bu yolla, AB, Türkiye’yi kendisine sığınmak isteyen kişilerin yerleştirilebileceği güvenli bir kamp haline sokabilir. Türkiye’nin, Suriye’deki iç savaş nedeniyle 600-700 bin Suriyeli’yi topraklarında barındırmak zorunda kaldığı ve bu durumun toplumsal/siyasal anlamda büyük bir hoşnutsuzluğa neden olduğu dikkate alındığında, AB’nin, Türkiye’yi bir mülteci kampı haline dönüştürme ihtimali oldukça rahatsız edici bir husus olacaktır.
Vize muafiyetini ilgilendiren antlaşma, Güney Kıbrıs tarafından veto edilen adalet ve içişleri müzakere başlığına dahil bir konuya işaret etmektedir. Yani her şey yolunda gitse ve AB, Türkiye’ye vize muafiyeti vermeye yanaşsa dahi, Güney Kıbrıs’ın koyduğu vetonun kalkması gerekecektir. Vize konusu, bu yönüyle de Kıbrıs Meselesi gibi çetrefilli bir problem ile bağlantılandırılabilir. Bunun yanı sıra, Türkiye, 1961 yılında kabul ettiği “mültecilerin hukuki durumuna dair sözleşme”ye bir çekince koymuştur. Buna göre, Türkiye, yalnızca Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin vatandaşlarını mülteci olarak kabul etmektedir. Bu husus, geri kabul antlaşmasının uygulanması noktasında ciddi sorunlar doğurabilecektir. Zira AB tarafından Türkiye’ye iade edilecek mültecilerin/göçmenlerin çok büyük bir bölümü Ortadoğu ve Asya ülkeleri orijinli olacaktır. Bu bağlamda, geri kabul antlaşmasını imzalayan Türkiye’nin hem bu çekinceyi kaldırması hem de Ortadoğu ve Asya’da yer alan ülkeler ile kendi arasında geri kabul müessesesini işler hale sokması gerekmektedir. Kısacası, Türkiye ile AB arasında vize muafiyetini beraberinde getireceği belirtilen antlaşmanın uygulaması ve geleceği noktasında çok ciddi soru işaretleri bulunmaktadır. Hiç şüphesiz, bu antlaşma Türkiye’yi siyasal, ekonomik ve toplumsal anlamda oldukça yoracaktır. Bu nedenle, atılacak adımların ardından Türkiye’ye koşulsuz-şartsız vize muafiyeti sağlanacağına ilişkin hukuksal bir belgeye imza atılmalı ve ucu açık bir süreçten kaçınılmalıdır. Türklerin, Avrupa Adalet Divanı kararlarına binaen, vize konusunda kazanılmış olan haklarına dahi riayet edilmediği dikkate alındığında, AB’nin, Türkiye’ye vize muafiyeti sağlayacağına ilişkin söylemlerinin etraflıca ele alınması gerekmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü