Versay Antlaşması: Almanya’nın Sınırları ve Avrupa İçin Siyasi Hükümler

Versay Antlaşması – Almanya’nın Sınırları ve Avrupa İçin Siyasi Hükümler Çerçevesi Altında Bir İnceleme

Birinci Dünya Savaşı’nın Almanya ve tüm Avrupa için önemli kırılmalar oluşturan sonuçlarından biri de müttefik devletlerin mağlup devletler ile imzaladığı antlaşmalardır. Bunlardan bir tanesi Avrupa’daki dengeyi değiştiren Versay Antlaşmasıdır. Bilindiği gibi bu antlaşmanın getirdiği yükümlülükler özellikle Almanya için çok ağır olmakla birlikte, yürürlüğe girdiği an itibariyle İkinci Dünya Savaşı’na neden olan olaylar silsilesi yaratmıştır. Bu incelemede Almanya’nın savaş öncesi durumu, savaş sırasındaki tutumları ve savaş sonrası durumu ele alınacaktır.

Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı Öncesi Durumu

Alman Birliği kurulmadan önce bu birliğin oluşmasına etki eden olaylardan biri de Fransız İhtilalidir. Önce Fransa’da başlayıp sonra tüm Avrupa’ya yayılan bu milliyetçilik akımı, sanılanın aksine diğer devletler tarafından önemsenmiş bir hareket değildir. Fransa’nın kendi iç meseleleriyle ilgilenip dış politikaya yeterince eğilmemesi diğer devletler için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir.  Ancak Fransız İhtilali’nden yankılanan eşitlik, cumhuriyet, adalet gibi söylemler bu durumun değişmesine neden olmuştur.

İlk etapta İngiltere, Prusya ve Avusturya, monarşiye dayalı yönetimin devam etmesi için Fransa’ya saldırmışlardır. 1793-1815 arası dönem Napolyon Savaşları olarak adlandırılmıştır. Napolyon’un Waterloo’da aldığı yenilgi ve sonrasında Nisan 1815’te St. Helen Adası’na sürgün edilmesi ile Fransa’nın saldırgan tutumu son bulmuştur. Sonrasında Viyana Kongresi çalışmalarına başlanılmıştır. Bu kongrenin en önemli sonucu Avrupa siyasi tarihinde bir kırılma meydana getirmiş olmasıdır. Örneğin, Avrupalı güçlerin kendilerini Avrupa’nın düzenleyicisi ve koruyucusu olarak görmeleri ve bunu kabullenerek hareket etmeye başlamalarıdır. Bunu dışında artık dini otoriteler yerine devletlerin tamamen kendi egemenlik ilişkilerinden kaynaklanan bir güç hiyerarşisi oluşmuştur. Artık safi diplomasiden söz etmek mümkündür. Kongrede alınan kararların yaptırımı ise özellikle Batı Avrupa’yı kapsayacak şekilde oluşturulmasından ileri gelen belki de şimdiye kadar siyasi tarihte Avrupa Birliği kararları gibi kapsayıcı bir şemsiye içine alması da önemli sonuçlardan biridir. Kongre ile birlikte egemenler ve egemenlerin alanları yani Birinci Dünya Savaşı’na kadar süregelecek  sınırlar da belirlenmiştir.

Viyana Kongresi sonrası Avrupa haritası
Viyana Kongresi sonrası Avrupa Haritası [1]

Kongrenin amacı Fransa’yı cezalandırmak değil, Avrupa’daki sistem içinde güç unsuru olarak kalmasını sağlamaktır. Bu nedenle de Fransa’nın tekrar hareketlenip saldırılarda bulunmasını önlemek için çember altına alınması ve tampon bölgeler oluşturulması gerekmektedir. Aslında buradaki durum, daha sonra görüleceği gibi Versay Antlaşması sonrası Almanya’sını yaralamak ve sinirlendirmek üzerine kurulmuş bir kongre değildir. Görece daha rehabilite edici bir düzen oluşturmak amacı vardır. Örneğin, haritada da görülebileceği gibi Prusya’ya Ren’in batısından topraklar verilmiştir ve böylece Ren Bölgesinde güçlü bir Prusya oluşturulmuştur. İsviçre ise en başarılı tampon bölge olmuştur. İsviçre’ye eyaletler eklenip tarafız bölge olarak kıtada yerini almıştır.

Kongre’de dikkat çeken önemli bir nokta ise herkesin eşit egemen olduğu kabul edilirken Avrupa’da büyük güçler olarak kabul edilen İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya ve Avusturya’nın nihai karar verebilmeleridir. Kongreye davet edilen görece küçük güçler ise daha çok eşitliğin olduğunu göstermek içindir. Bu “Viyana Düzeni” içindeki küçük güçlerin sistemde başat olmalarının önüne geçilmiştir.

Viyana Kongresi’ne dair yapılacak çıkarımlardan bir tanesi uluslararası ilişkilerde oldukça sık kullanılan bir kavram olarak güç dengesi ile açıklanabilir. Bu kavramın pek çok tanımı ve alt başlıkları olmakla birlikte temelde güç hiyerarşisi içinde devletlerin birbirini dengelemeye çalışmasıdır. Bunu kendinden güçsüz gördüğü devlet ya da devletlerle ittifak halinde yapabilir ya da çok kutuplu sistem içinde birlik oluşturarak da yapabilir. Güç dengesi sistemi 18. ve 19. Yüzyıllarda Avrupa’da yaşanan klasik güç dengesi sisteminden esinlenilmiş bir sistemdir.[2] “Güç dengesi” kavramının yerine 1985 yılında Stephen M. Walt’ın ortaya çıkardığı “tehdit dengesi” kavramı getirilmiştir.[3]

Teoriye göre devletlerin davranışları, diğer devletlerden algılanan tehditlere göre değerlendirilir. Bu teori güç ve tehdit arasındaki farka dikkat çekmektedir.[4]Walt’a göre devletler iki nedenden dolayı dengeleme politikası izler: tehdit oluşturan potansiyel hegemonun çok güçlenmeden durdurulması ve tehdide karşı yardım gereksinimi duyan zayıf tarafa katılarak etkinlik alanının artırılmasıdır. Yani güvenlik sorununun merkezinde güç değil tehdit yatmaktadır.[5] Bu teori, devletlerin dengeli davranmaya eğilimli olduğunu savunmaktadır. Dengeleme sadece kapasiteye yani güce karşı değil, başka devletlerden gelen tehditleri de değerlendirmede dikkate alınan dört değişken vardır. Bunlar;

  • Devletlerin toplam gücü(askeri, ekonomik, teknik kapasiteleri)
  • Coğrafi yakınlık (yakındaki devletin uzaktakine göre daha fazla tehlike arz etmesi)
  • Saldırı yeteneği (devletin başka bir devletin egemenliğini tehdit etmesiyle ilişkili olan saldırı-savunma hesabı)
  • Algılanan niyet (saldırgan, revizyonist niyetleri olan devletin iyi niyetli olandan daha tehlikeli olması)

şeklinde sıralanabilir. [6]

Fransız İhtilali’nin oluşturduğu hareketlilik Viyana Düzeninden sonra Avrupa’da çeşitli yankılar oluşturmuştur. İhtilalden sonra dalgalanan liberalizm, nasyonalism, sanayi devrimi gibi devinimler, kilise,monarşi gibi eski otoriter başatlıklarla çatışma

haline girmiştir. Bunların gözle görülür etkilerinin oluşması ise 1830 ve 1848 ihtilallerine rastlamaktadır. Ancak konumuz ile bağlantılı olarak, 1871-1914 yılları arasında İtalyan ve Alman Birliklerinin kurulması ve özellikle Alman İmparatorluğu’nun bir kuvvet olarak sivrilmesi başlıca bir role sahiptir.[7]

Alman Birliğinin oluşturulduğu 1871 tarihine kadar sınırları içinde pek çok prenslik ve şehir devletleri mevcuttur. Bu düzen içinde ise Avusturya(1918’den önce Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olarak adlandırılıyordu) ve Prusya sivrilen iki güç olarak görülmektedir. Ancak Almanya da düşmanı olarak gördüğü Fransa’daki ihtilalden nasibini almıştır. İstenilen ve ele geçen şeyler arasında ne yazık ki büyük bir uçurum vardır. Sadece Almanya’nın güneyinde birkaç prens anayasal düzeni kabul etmek zorunda kalmıştır.[8]Bunun dışında birliğin kurulduğu tarihe gelene kadarki süreç içinde Almanya sanayi devriminin etkisiyle ekonomik ve teknolojik olarak oldukça büyük bir ilerleme kaydetmiştir.

Öyle ki Alman Gümrük Birliği (Zollverein) kurulmuş ve içinde pek çok Alman prensliğini de içine almıştır. Prenslikler ve şehir devletleri arasında gümrük olmayışı Prusya’nın etkili olmasına neden olmuştur. Alman Birliğinin sağlanmasındaki en önemli adım ise 1. Wilhelm’in Şansölye(Başbakan) olarak Bismark’ı getirmesidir. Almanya içinde en çok Prusya’yı güçlü gören ve birlik sağlanacaksa bunun Prusya liderliğinde olması gerektiğini düşündüğü için göreve geldikten kısa bir süre sonra silahlanmaya ve orduyu kuvvetlendirme çalışmalarına başlamışır.

Avusturya’nın rakip güç olarak ortaya çıkması ve sonrasında Avusturya tehlikesinin ortadan kaldırılması ile birlik önündeki önemli bir engel ortadan kalkmıştır. Şimdi tek sorun Almanya’nın güneydeki kısmının da birlik içine dahil olması için yapılması gerekenlerdir. Bu sorunun da Fransa ile aralarındaki olan yakın ilişkiyi kesmesiyle üstü çizilmiştir. İspanya’da patlak veren taht meselesi ile Fransa (3. Napoléon) ve Prusya (1. Wilhelm) Temmuz 1870’te savaşmaya başlamışlardır. Sédan muharebesinde Fransa’nın yenilgisi ile birlikte Prusya Alsas-Loren’i kendi topraklarına katmıştır. Fransa mağlup iken Prusya ise galip devlet olarak 10 Ocak 1871’de Versay Sarayı’nda 1. Wilhelm Kayzer olduğunu ilan etmiştir. Henüz Fransa ile anlaşma imzalanmadan böyle bir şeye girişmiştir. Aralarındaki anlaşma ise Mayıs ayında imzalanacak olmakla birlikte savaş yükü Fransa’ya devredilmiştir – üç yıl içinde 5 milyar Frank ödemeleri, Alsas-Loren’in Almanya’ya bırakılması ve savaş tazminatı ödenene kadar Almanya Fransa’nın kuzey sınırlarını işgal altında tutabilecektir.[9]

Ancak Bismarck Fransa’nın hem yenilgiye hem de havzanın kaybından beslenen öfke ile Prusya’ya saldıracağının farkındadır. Bismarck bu duruma hazırlıksız yakalanmamak için ise müttefik arayışları içinde olup Fransa’yı böylesi bir durumda yalnız bırakmak istemektedir. Bundaki temel amacı “Bismarck’ın korkusu/kabusu” olarak adlandırılan iki cepheye bölünmemek kaygısı vardır. Buna neden olacak durum ise Fransa’nın Rusya ile müttefik olmasından ileri gelmektedir.

Kayzer 1. Wilhelm’in vefatı ve Bismarck’ın istifasından sonra Almanya içinde hareketlenen taşlar gediğine henüz yerleşemeden 2. Wilhelm’in Kayzer oluşu hem iç hem de dış politikayı etkilemiştir. Örneğin 1.Wilhelm Almanya İmparatorluğu’nun hiçbir yen toprak talebi olmayacağını, bundan sonraki güçlerini içerideki kalkınmaya vereceklerini belirterek; “Yeni Almanya … Avrupa barışının güvenilir bir elemanıdır. Çünkü geniş topraklarda kendi düzenini kurması için fırsat yaratması gerektiğinin bilincinde ve kudretindedir.”[10]

1. Wilhelm döneminde Bismarck’ın Fransa’yı müttefiksiz bırakma politikası ilk olarak Avusturya ile başlamıştı. 1872 yılında Almanya, Rusya ve Avusturya arasında 1. Üç İmparatorlar Antlaşması yapılmıştır. 1873 yılında ise Almanya’nın Fransa’dan çekilmesi ile de Fransa’nın güçlenmeye başlaması yeni bir Almanya-Fransa savaşını doğuracaktır.  Almanya ise Fransa’nın militarist olarak güçlendiğinin farkındadır ve buna “önleyici savaş doktrini” ile hazırlanmaktadır. Önce kamuoyu tepkisini arkasına almak istemekte ve yayınladığı haberlerle Fransa’nın tepkisini ölçmektedir.

Fransa ise bunlara geri adım atmamıştır. Bunun üzerine de Bosna-Hersek’te ortaya çıkan kriz, Rusya ile ilişkilerin bozulması ile belki de 1. Dünya Savaşı’nın temellerinin atıldığı dönemece girilmiştir. Daha sonra yine aynı devletler arasında imzalanan  2. Üç İmparatorlar Antlaşması sonrasında yerini Üçlü İttifak’a bırakmıştır. Bismarck’ın temel amacı hala Fransa’yı izole ederek onu kendi köşesinde bırakmaktır.

2. Wilhelm ile Almanya’nın politikası daha saldırgan ve revizyonisttir. Oluşturulan sömürge politikaları, Afrika ve Pasifik pastalarından pay alma isteği ve bunlar için yapılan mücadeleler politikaları oluşturmaktadır. Bu politika içinde ise donanma önemli bir yere sahiptir. Ancak bu güçler içindeki sömürgelere dayalı çekişmeler ve Alman politikası Almanya’yı beklemediği bir duruma sokmaktadır.

Öncelikle İtalya ile Avusturya arasındaki sorunlar ve sonrasında İtalya’nın ittifaktan ayrılması; yıllarca sömürgeler için çeşitli tartışma ve çatışma içinde olan İngiltere-Fransa ilişkisinin görece normalleşmeye başlaması dengelerin Almanya aleyhine dönmesine neden olmuştur.

1.Dünya Savaşı öncesinde ise Almanya’nın donanma yarışması, Rusya ile Avusturya arasındaki Balkan çatışmaları, aşırı derecede silahlanma durumu ve savaşın başlangıç noktasını oluşturacak Sırp hareketi savaş atmosferini yaratan temel dönüm noktalarıdır.

I.Dünya Savaşı (1914-1918)

Savaş, 28 Haziran 1914’te Avusturya- Macaristan veliahtı Franz Ferdiand ve eşi Sophie’ye düzenlenmiş olan suikast ile başlamıştır. İtilaf devletleri ve İttifak devletleri arasında pek çok cephede 4 yıl süren bir savaştır. Savaşın beklenilenden uzun ve maliyetli olması savaşı çıkmaza sokarken, cephelerin genişlemesiyle içinden çıkılamaz düzeye gelmesine neden olmuştur. Muharebeler karada, denizde ve ilk defa havada gerçekleşmiştir. Nisan 1917’de ABD’nin savaşa girmesi durumu İtilaf devletleri lehine çevirmiştir.

Savaş yorgunu olmayan askeri birlikler ve daha atak olan askeri teçhizat bu yönde bir evrilmeye neden olmuştur. Bu durum çok uzun süremedi, çünkü Ekim 1917’de Rusya’da patlak veren ayaklanma ve bir süre sonra Bolşevikler ve Lenin ile Çarlık Rusya’sında Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulması ile dikkatler Rus coğrafyasına kaymaya başlamıştır. 1918 yılına bakıldığında ise Almanya Bolşevik Rusyasında başarı elde ederken yaz aylarında da Paris’e girmiştir. Ancak Lenin’in Rusya’daki iç karışıklık ve sonrasında Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ve İtilaf devletlerinin Almanya’daki taarruzu bastırmasıyla Kasım 1918’de Almanya ile yapılan ateşkes itibariyle savaş son bulmuştur.

I.Dünya Savaşı Sonrası Almanya’nın Durumu

Almanya İmparatorluğunun 1914 sınırlarıAlmanya İmparatorluğunun 1914 sınırları [11]

Ateşkesin ilanından sonra 2. Wilhelm Kayzerlikten ayrılmıştır. Yerine 11 Şubat 1919’a kadar Friedrich Ebert geçici hükümeti kurulmuştur. Aslında kendisi Şansölye’dir ancak o sıfatla anlatılan bir dönem olmamıştır. Sonrasında ise devletin başkanı sıfatı ile Weimar Cumhuriyeti Dönemi olarak adlandırılan Şubat 1925’e kadarki kırılgan dönemin başkanı olmuştur. Yeni sistemin Almanya içinde yarattığı gerginlik ve oturmamışlık durumu, Versay Antlaşması’nın iyiden iyiye kendisini ülke içinde hissetmesi, artan işsizlik ve otoriteye olan özlem neticesinde milliyetçi sağa doğru meyillenen halk ve bu durumdan faydalanan Nazi ve Adolf Hitler ve onların ihtirasının bizi 2. Dünya Savaşına kadar götürecek olan yolda temel dinamikler olduğunu göz önüne almamız gerekmektedir.

Paris Barış Konferansı’nda bütün temel kararları alan “4 Büyükler” (soldan sağa, David Lloyd George, Vittorio Emanuele Orlando, Georges Clemenceau, Woodrow Wilson)
Paris Barış Konferansı’nda bütün temel kararları alan “4 Büyükler” (soldan sağa, David Lloyd George, Vittorio Emanuele Orlando, Georges Clemenceau, Woodrow Wilson) [12]

Yukarıda da bahsedildiği gibi ateşkesten sonra savaş bitmiş ve Barış Antlaşmaları için çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu süreci oluşturan ilk adım Paris Barış Konferansı’dır. Bu konferans 32 devletin temsilcisinin katıldığı ve 18 Ocak 1919’da başlayan bir konferanstır. Konferansın nihai karar vericileri Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dır.[13] Bu devletlerin de içinde olduğu “Onlar Konseyi” ise İngiltere ve Fransa konseyin baskı unsuru ve karar-vericisi durumundadır.

1918’de ABD Başkanı W. Wilson ise yayımladığı 14 madde ile birlikte savaş sonrası kararların alınması, uygulanması gibi barışa giden aşamalarında oluşturulacak olan bir Milletler Cemiyeti tüzüğüne bağlı kalınmasını istemektedir. Milletler Cemiyeti’nin önemi sadece Avrupa’nın değil, dünyadaki diğer kıtalardaki devletlerin de içinde olduğu ve barış zamanında kurulan ilk uluslararası örgüt olmasından ileri gelmektedir. Ancak cemiyetin ömrü çok uzun olmamakla birlikte 1939 yılında 2. Dünya Savaşı başlamak üzereyken kimse cemiyete haber vermemiştir ve savaş sonrası da oluşturulan Bileşmiş Millet’e yetki devrini yapıp miadını tamamlamıştır.

Uluslararası ilişkileri kürsüye taşıyan ve liberalizmin kurucu olarak addedilen ve ABD’nin tek akademik temeli olan başkanı Wilson’ın oluşturduğu prensipler, Amerikan dış politikasının bir yansıması olmakla birlikte 14 maddeye ilişkin olarak dünya barışını sağlayacak bir Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına ilişkindir. Ancak 1919’da galip devletler tarafından kurulan bu kuruluş uluslararası eşitliğin ve barışın gözetilmediği, Doğu toplumlarına karşı ise diplomatik baskı ve müdahalenin örgütlendiği bir merkeze dönüşmüştür. [14]

Wilson’ın Milletler Cemiyeti’ni oluşturmaya çalıştığı zaman diliminde Versay toplantılarında Avrupalı devlet başkanlarına göre daha pasif konumda olduğu bir gerçektir. Hatta toplantılara iştirak eden Çek lider Thomas Masaryk bile Wilson’un kurtlar sofrasında olduğunu ve Avrupalı liderlere dikkat etmesi gerektiğini söylemiştir.[15] Böyle bir durumda iken Wilson’ın çok önem verdiği Milletler Cemiyeti’nin etkili olmaması ve kendi dış politikasını dikte etmeye çalışması Wilson’ın başarısızlığı olarak görülmektedir. Kaldı ki, Wilson Amerika’ya döndükten sonra cemiyet içinde özellikle Fransız etkisinin hissedilmesi ise uluslararası eşitliği savunan bir organizasyonda iplerin herkese eşit oranda düşmediğini ve egemen devletlerin birkaç ufak manevra ve etkileyicilikle cemiyeti kendi politikalarına alet edebildikleri görülmektedir.

Milletler Cemiyetinin oluşumuna beklenmeyen bir destek ise Almanya’dan gelmiştir. Alman halkı da tıpkı hükümetleri gibi barış ve daha iyi yaşam şartları oluşturmak inancıyla, hür ve eşit milletlerin savaş sonrası adil bir barış için birleşmeleri fikrini kuvvetle desteklemiş ve Milletler Cemiyeti’ne katılmak için büyük bir çaba sarf etmiştir.[16] Ancak bu durum Avrupalı devletleri mutlu etmekten ziyade aksine rahatsız etmiştir.

Wilson’ın Amerika’ya dönmesinden sonra hem Senato içinde hem de kamuoyunda Milletler Cemiyeti ve genel olarak ABD politikasına dair olumsuzları gidermek için çalışmalara başlamıştır. Ancak Senatodan Milletler Cemiyeti sözleşmesi geçememiştir. Bunun nedeni ise Senato’daki tartışmalarda Milletler Cemiyeti kuruluş nizamnamesinin onuncu maddesi en fazla gündemi işgal eden konu olmuştur.[17] Neden olarak da Amerika hiçbir ülkenin toprak bütünlüğünü ve politik bağımsızlığını korumak ve kollamak için yükümlülük altına girmek istememektedir. Böylece Monroe Doktrini’ninden biraz kafasını çıkarmış bir ABD, her zamanki yerinde kalmayı tercih etmiştir. İlginçtir ki günümüzde hamiliğe soyunan bu devletin ve Birleşmiş Milletlerde aktif olup onu en çok kullanan devletlerden biri olarak, o dönemde Milletler Cemiyeti gibi kuruluş amacı sağlıklı olan bir sözleşmenin senatodan geçmemesi nasıl anlaşılmalıdır?

         Versay Antlaşması

Almanya’nın Versay Antlaşması sonucu iade ettiği yerler
Almanya’nın Versay Antlaşması sonucu iade ettiği yerler [18]
  1. Alsace-Lorreine: Fransa’ya verilmiştir.
  2. Saar Bölgesi: Fransa ve Almanya arasında yapılacak olan plebisitten sonra bölgenin kime ait olacağına karar verilecek ve bölgenin hakimiyeti 15 yıl süre için Milletler Cemiyeti’ne verilecek.  Bu süre boyunca bölgeden çıkarılan kömür Fransa’ya gönderilecektir.
  3. Eupen/Malmedy: Belçika’ya verilmiştir.
  4. Ruhr Bölgesi: Alman askerlerinin olmadığı alan. Ruhr’un batısı müttefik kuvvetler askerleri tarafından 15 yıl işgal altında kalacağı ve havzanın 50 mil doğu şeridinde Alman askeri birliklerinin ve kalelerinin konuşlanamayacağı bölge.
  5. Schleswig: Danimarka’ya iade etmiştir.
  6. Batı Prusya: Şimdiki adı Poznan olan Prusya vilayetlerinin çoğu ve Prusya,Polonya’nın bölüştürülmesinde(1772–1795)ilhak ettiği yerleri geri teslim etmiştir.
  7. Danzig: Baltık Denizindeki Vistula Nehri deltasında stratejik açıdan önemli olan Danzig Limanı FreieStadtDanzig olarak Almanya’dan ayrılmıştır.
  8. Doğu Prusya:  Doğu Prusya’nın kuzeydeki kısmı daha sonra Litvanya tarafından ilhak edildi.
  9. Silezya: Yukarı Silezya’nınHultschin bölgesi bir plebisit olmadan Çekoslovakya’ya devredildi.
  10. Avusturya’nın Almanya ile birleşmesi yasaklanmıştı.
  11. Almanya tüm kolonilerini kaybetti. [19]

Almanya, savaş sonrası mağlup olmuş bir güç olarak bu antlaşmayı imzalamaktan başka seçenek bırakmayan müttefik devletlerin baskısı ile antlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Antlaşmanın maddeleri Almanya’nın kendisine olan güvenini, kolonilerini kaybetmesine; ekonomik krize girmelerine, onarım bedelini ödeyecek maddi durumunun olmamasına ve ekonomisini yeniden inşa edememesine neden oldu.

Böyle bir durum içinde ise Hitler’in açtığı ya da politik durumun Hitler’e açtığı yol, ekonomik kriz, hiperenflasyon, her yerde artan işsizlik, toprak hırsı, self determinasyonun vermiş olduğu bölünmüş milliyetçiliğin birleşmesi arzusu gibi 2. Dünya Savaşı’nı patlak vermesine neden olan düzensizliğin tohumlarının ekildiği bir dönemin sonucudur. Almanya üzerine bu kadar çok gidilmesi, Almanya’nın mağlup bir devlet olsa da rehabilite edilmesi gerekilirken onu yaralama ve intikam alma amacı sadece Almanya’yı değil tüm dünyayı etkileyen neden olaylar silsilesine ve en önemlisi yeniden topyekûn bir “Dünya” savaşına girilmesine neden olmuştur.

Fransız asker ve savaş teorisyeni olan Mareşal Ferdinand Foch, Almanya üzerindeki yaptırımları çok hoşgörülü bulduğunu söylemektedir: “ Bu barış değildir. 20 yıllık bir ateşkestir.” sözüyle düşüncesini deklare etmiştir. [20] Versay Antlaşması süresince Amerika, İngiltere ve Fransa’nın istekleri birbiriyle uymuyordu. Amerika daha yeni bir uluslararası düzen vizyonundayken İngiltere eskisi gibi denizlerde hâkim olan bir emperyal düzen ile devam etmek istiyor; Fransa ise Almanya’yı kendisinden aşağıda tutmayı hedefliyordu. Mağlup devletlere ve özellikle Almanya’ya karşı olan bakış açıları ise topraklarını genişletmek üzerinden olmuştur.

Barışın kısa süreli olmasına neden olan önemli bir kırılma etkeni ise self-determinasyon ilkesi ve etnik azınlıkların varlığıdır. Self-determinasyon ilkesi Fransız devrimin getirmiş olduğu bir ideoloji olması nedeniyle yeni olan bir durum değildir ancak Versay Antlaşması içinde Almanya’nın sınırları söz konusu olduğunda pek çok Alman milliyetinden olan kimseler yeni sınırlara sahip olan Almanya dışında kalmıştır.

Antlaşma maddelerinden en bilindik olan 321. Madde, Almanya’nın savaştan sorumlu tutulduğuna dair maddedir. Almanya ve Avusturya ağırlıklı olmak üzere dar diplomatik anlayış içinde açık bir şekilde Almanya Rusya’nın kapısını tıklattığı için, Avusturya ise Sırbistan’ın kapısını tıklattığı suçlanmışlardır. 235. Madde ise onarım ile ilgili olan maddedir. Almanya’nın ödemesi gereken tutar 132 milyon mark olarak belirlenmiştir. [21]Bunun dışında savaş süresince sivillerin ve askeri kayıpların bedelini de mal veya hizmetler karşılığında ödenmesi beklenmektedir.[22]Savaş mağlubiyeti, toprak kayıpları, ticaretinin yok edilmesi, halkının bir kısmının sınır dışında kalması, ödenmesi imkânsız onarım bedeli ve dayanılmaz baskı devamında pek çok sancılı süreci ortaya çıkarmıştır.

Almanya üzerine yapılan baskı iç politikada siyaset yapabilmek için önemli bir koz haline gelmiştir. Savaş yorgunu insanlar için Almanya’nın ödeyeceği onarım bedelinin herkesi refaha ulaştıracağı, savaş yaralarını daha kolay dinlendireceği üzerinden yapılan popülist siyaset öyle ya da böyle, Almanya’dan intikam almak isteyen Fransa ve İngiltere’de kamuoyunu da arkaya alması ve iç siyasetlerinde başarı anlamına gelmektedir. Bu yüzden de Almanya üzerinde baskıya devam etmişlerdir.

Savaş sonrasında ekonomik sıkıntı yaşayan tek ülke Almanya değildir. Galip devletlerin ticaret yapmaktan çekinmesi ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiştir. Almanya ise sürekli para basma yoluna gidiyordu. 1923 yılına gelindiğinde ise Reicshbank’ın döviz kurları gibi şeyleri takip etmeyip sadece bankanın para likidite etmesi gerektiği yönündeki yaptırımları da enflasyonun hiperenflasyona dönme sebebini oluşturmaktadır. Bunun dışında İngiltere ve İngiltere’nin baskısıyla Fransa, uluslararası bir komitenin Almanya’nın tazminatları ödeme kapasitesini saptamasını ve savaş tazminatının buna göre yeniden düzenlenmesini kabul etmek zorunda kalmıştır. İlk olarak Dawes Ödeme Planı (1924) Almanya’ya 4 yıllık bir ödeme planıyken sonrasında işlevli olmamıştır. Daha sonrasında ise Young Planı oluşturuluyor ancak 1929 Buhranı yüzünden bu da işleyememiştir. 1932 yılında ise ABD Başkanı Hoover’ın Moratoryumu da fayda etmiyor. En sonunda ise Almanya’nın toplamda 750 milyon dolar ödemesi ile tüm borçlarının kapanacağı söylenmiştir. Yıllarca eziyet içinde bulunan durum böylelikle sona ermiş olmaktadır.

1925 yılında ise Almanya – Fransa ilişkilerini görece normal seviyeye ulaştıran Locarno Antlaşmaları imzalanmıştır. Bu antlaşmaların temeli Fransa’nın güvenliğini sağlama çabalarından ileri gelmektedir.

Locarno’da soldan sağa, Gustav Stresemann, Sir Austen Chamberlain, Aristide Briand
Locarno’da soldan sağa, Gustav Stresemann, Sir Austen Chamberlain, Aristide Briand [23]

Takvimler 1933 yılına geldiğinde ise barışın son kırıntılarının da ortadan kaybolacağı Hitler’in Başbakan seçilmesi ile Avrupa dengesi yine değişime uğrayacaktır.  Hitler’in revizyonist politikaları ise ona halk nezdinde özlemi duyulan bir otorite boşluğunun Hitler ile doldurulmasına ve sağ kanat milliyetçiliğinin artmasına neden olmuştur. Üstelik Hitler’in 1933-39 yılları arasında ekonomik olarak yaptığı atılımlar 1939 yılında mucizevi bir şekilde işsizliğin olabildiğince azalmış olmasına neden olmuştur.

Aylin ERDOĞAN

KAYNAKÇA:

  1. Serhat R. Saru, Viyana Düzeninin Kurulması: Tarihsel Olarak Uluslararası Sistemin Evrimi, Yüksek Lisans Siyasi Tarih Vize Projesi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003, s.12
  2.  Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Bursa, MKM Yayıncılık, 2011, s.155
  3. Ainur Nogayeva, “Orta Asya’da ABD, Rusya ve Çin: Stratejik Denge Arayışları”, USAK Yayınları, Orta Asya ve Kafkasya Serisi, Sayı:7, s.39
  4. Thomas Gangale, “Alliance Theory: Balancing, Bandwagoning, and Détente”, http://ops-alaska.com/publications/2003/2003_AllianceTheory.pdf (Er Tarihi: 20.05.16)
  5. Ainur Nogayeva, “Orta Asya’da ABD, Rusya ve Çin: Stratejik Denge Arayışları”, s.39
  6. Stephen M. Walt, “Testing of AllienceFormation: The Case of SouthwestAsia”, International Organization, Cilt: 42, Sayı:2, 1988, s.282
  7. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Genişletilmiş 11. Baskı, s.19
  8. Yunus Kobal, “Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Almanya”, Ankara, Gece Kitaplığı, 2000, s. 32
  9. Uluslararası İlişkiler Tarihi (Diplomasi Tarihi), Çeviren: Atilla Tokatlı, Evrensel Basın-Yayın,2000, Cilt:1
  10. Yunus Kobal, Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Almanya, s.32
  11. http://www.nzhistory.net.nz/files/documents/waw-maps/German_Empire_final.pdf (Er.Tarihi: 22.05.2016)
  12.  https://en.wikipedia.org/wiki/Paris_Peace_Conference,_1919 (Erişim Tarihi: 21.08.2016)
  13. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s.80
  14. Ufuk Özcan, “Wilson Prensipleri Üzerine”, http://tjs.istanbul.edu.tr/wp-content/uploads/2016/01/13326-29946-1-SM.pdf   Er. Tarihi: 19.06.2016)
  15. Vedat Gürbüz, “Bir İdeal, Bir Amerikan Başkanı ve Onun Başarısızlığı: Başkan WiIson ve Milletler Cemiyeti”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Mayıs-Kasım 2002, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/816/10349.pdf (Er. Tarihi:19.06.2016), s.93
  16. A.g.e  s.93
  17. A.g.e  s.94
  18. Paris Peace Conference 1919-1920: Results, http://www.ssag.sk/files/Paris-Peace-Conference.pdf (Er. Tarihi: 20.05.2016)
  19. A.g.e  s. 2-3
  20. A.g.e., s.3
  21. Vladimir Moss, “Versailles Treaty”, https://www.academia.edu/19284187/THE_VERSAILLES_TREATY (Er. Tarihi: 20.05.2016)  s.11
  22. Ken Oziah, “TheTreaty of Versailles and the Road the Hitler” https://www.academia.edu/1830319/Treaty_of_Versailles_The_Road_to_Hitler (Er. Tarihi:20.05.2016)  s.5
  23. https://global.britannica.com/event/Pact-of-Locarno  (Erişim Tarihi: 21.08.2016)
  24. Ainur Nogayeva, “Orta Asya’da ABD, Rusya ve Çin: Stratejik Denge Arayışları”, USAK Yayınları, Orta Asya ve Kafkasya Serisi, Sayı:7
  25. Fahir Armaoğlu, Yüzyıl Siyasi Tarihi, Genişletilmiş 11. Baskı
  26. Ken Oziah, “TheTreaty of Versailles and the Road the Hitler” https://www.academia.edu/1830319/Treaty_of_Versailles_The_Road_to_Hitler (Er. Tarihi:20.05.2016)
  27. Paris Peace Conference 1919-1920: Results, http://www.ssag.sk/files/Paris-Peace-Conference.pdf(Er. Tarihi: 20.05.2016)
  28. Stephen M. Walt, “Testing of AllienceFormation: The Case of SouthwestAsia”, International Organization, Cilt: 42, Sayı:2, 198
  29. Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Bursa, MKM Yayıncılık, 2011

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...