Yapım Adı: Vergine Giurata
Yapım: 2015 / Uluslararası
Yönetmen: Laura Bispuri
Tür: Dram
Yeminli Bakire, Elvira Donas’in Vergine Giurata adlı romanından uyarlanan ve Laura Bispuri yönetmenliğinde çekilen 2015 tarihli dram türünde bir film olarak karşımıza çıkmaktadır. Filmin gösterimi 65. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin yarışma bölümünde gerçekleşmiştir.
Film genelinde Arnavutluk’ta yıllardır süregelen yeminli bakire geleneği üzerinden toplumsal cinsiyet konusu ele alınmaktadır. Bu doğrultuda Arnavutluk özelinde ele alınan ataerkil yapı, erkek hegemonyası, kadının eril iktidar tarafından tahakküm altına alınması ve kadın-erkek arasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği gözler önüne serilmektedir. Üzerinde durulması ve tartışılması gereken husus, yeminli bakireliğe geçiş ritüelinin temelinde yatan toplumsal ve cinsiyetler arasındaki eşitsizliktir. Filmde Hana’nın üzerinden anlatılmak istenen kadınlıktan erkekliğe geçiş süreci 15. yüzyıldan beri kuzey Arnavutluk’ta yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu noktada kadın kimliğinden vazgeçerek erkek kimliği kazanma sürecinde, yani “yeminli bakire” olmanın temelinde kişinin cinsel bir yönelim ya da cinsel kimliğini kendi rızasıyla değiştirmek istemesinden ziyade erkek hegemonyasına karşı bir varoluş savaşı yatmaktadır. Öyle ki, eril egemenliğin olduğu ve kadınların ikincil görüldüğü toplumlarda kadının özgürlüğü erkek iradesine bağımlıdır. Kadının düşünme ve eyleme konusunda yapabilecekleri erkek tarafından belirlenmiştir. Kadına bu noktada söz düşmez; aynı zamanda ondan erkek boyunduruğu altında kısıtlanmış bir yaşam sürdürmesi beklenir. Kadın bedeni, kadının yaşamı tamamen eril iktidar tarafından tahakküm altına alınmıştır. Bu doğrultuda bir bakış açısından hareketle ‘’yeminli bakire’’ olmanın erkek egemenliğini pekiştirici ritüeller bütünü olarak karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Erkek egemenliğinin meydana getirmiş olduğu cinsiyetler arası eşitsizlik ve kadınların ikincilleştirilmesi durumu, yine erkek egemenliğince oluşturulan sözde bir çıkış yoluyla yinelenmektedir. Kadının kadın olarak özgürleşmesi ve kendi iradesiyle hareket edebilir duruma gelmesi mümkün değildir, bunlara ulaşmak için kadın kimliğinden ve cinselliğinden vazgeçerek bir yemin sonucunda ‘’erkek’’ olması gerekmektedir. Dolayısıyla bu uygulama kısa sürede bir özgürleşme sağlıyor gibi görünse de aslında kadın bedeninin tamamen erkek iradesi tarafından tahakkümünü ortaya koymaktadır.
Filmin ana karakteri olan Hana’nın Mark olmaya doğru yolculuğu küçük yaşta ailesini kaybedip amcasının ailesiyle yaşamaya başlamasıyla kendini gösterir. Filmde Hana’nın hayatı çift zamanla ele alınmıştır. Hana ve Hana’nın erkek kimliğine büründüğü Mark haliyle. Açıklamaları yaparken yer yer Hana, yer yer de Mark ismini kullanacağım. Hana, yaşadığı kasabadaki kadın erkek eşitsizliğini küçük yaşlarda fark etmeye başlar. Örneğin, ata binmek ister fakat erkek çocuğu olmadığı için binemez. Ava gitmek ve tüfek kullanmak ister fakat erkek olmadığı için bu istekleri hoş karşılanmaz. Kasaba içinde ataerkil bir düzen mevcuttur; eril egemenlik tarafından erkek ve kadın rolleri önceden belirlenmiştir. Ava giden, ata binen ve birçok özgürlüğe sahip olan erkeklerdir. Kadınlar çocuk büyütmek ve yemek yapmak gibi görevlerle sınırlandırılmıştır. Bunun yanında kadınların erkeklere karşı çıkması da süregelen alışılmış kalıplarla ve sözlerle engellenmiştir. Kadınların genelinde de bu eril tahakkümü kabul etme ve kendi çocuklarına aktarma görülmektedir. Fakat Hana ve Lila başkaldıran karakterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Lila, kendisine dayatılan normları yıkar. Görücü usulü sevmediği bir erkekle zorla evlenmek yerine, sevdiği erkekle olma cesaretini gösterir. Onunla birlikte kasabayı terk eder. Böylece Arnavut kadınlarına atfedilen ikincilleştirilmiş rollerden ve kısıtlamalardan kaçmayı başarır. Diğer yandan bütün bu kısıtlamaların dışına çıkmak isteyen Hana ise, amcasından tüfek kullanmayı ve avlanmayı öğrenir. Yine de süregelen gelenekleri alt etmek kolay olmayacaktır. Hana, bir av sırasında kasabanın erkekleri tarafından aşağılayıcı ve kadının av yapamayacağına dair birtakım söylemlerle karşılaşır. Dahası Hana’ya tecavüz girişiminde bulunurlar. Amcasının gelmesiyle birlikte olayın üstü kapatılır. Süreç içerisinde kasabadaki bir yeminli bakireyi gören Hana bu gelenek konusunda bilgi edinir ve özgürleşmesi yolundaki çıkış yolunun ‘’erkek’’ olmak olduğunu fark eder. Kasabadaki yeminli bakire erkek gibi giyinmiş, saçları kısa kesilmiş ve erkeklerin yaşam standartlarına ulaşmış bir bireydir. Hana, regl olup kız çocukluğundan kadınlığa eriştikten sonra kasabalılar tarafından gerçekleştirilen yeminli bakirelik ritüeliyle özgürlük sandığı erkekliğe erişir. Bu gelenekte erkekliğin getirilerine ulaşmak için cinsellikten ödün vermek dışında olumsuz bir yön yok gibi görülmektedir, bunun yanında erkek olmanın getirdiği birçok özgürlük erkek gibi olmak ve davranmak şartıyla kişiye sunulmaktadır. Günümüzde dahi Hana gibi onlarca kadın bu geleneği kuzey Arnavutluk’ta devam ettirmektedir. Buradaki temel motivasyon erkek bedenine sahip olmak, kadın gibi hissetmemek ya da erkek olmak istemek değildir, erkeklerin sosyal gücüne ve özgürlüğüne sahip olmak istemektir. Kadınlığın var olunan toplum içerisindeki dezavantajlarından kurtulmak ve erkekliğin avantajlarından yararlanmak istenilmektedir. Kısacası yeminli bakirelik toplum içinde bir varoluş çabasıdır. Burada şöyle bir tartışma konusu belirmektedir. Yeminli bakireleri, bulundukları kasabadan alıp bambaşka bir büyük şehre götürecek olsak bu geleneği sürdürürler mi?
Hana, Mark olarak yaşamını sürdürmekteyken ve erişkin bir erkek olarak yaşarken göğsünü sardığı bandajlar ona özgürlüğünü sorgulatan prangalara dönüşmüştür. Kuzeninin arkasından İtalya’ya gidişi ve şehir hayatına adapte olma süreci ona bağlı olduğu geleneği sorgulatmıştır. Mark, burada ilk kez cinselliğini fark etmiş ve cinsel bir birliktelik deneyimlemiştir. Erkeklere karşı yöneliminin olduğunu ve kadınlığını keşfetmiştir. Büyük şehir hayatındaki kadınlara sunulan haklar, özgürlükler ve kadının bedenine dair yeni keşifleriyle Mark, içindeki Hana’nın uyanmasına ve kadın kimliğinin varlığına dair yeni yolculuğuna başlamıştır. Alışveriş mağazasında gördüğü kadın iç çamaşırları, kendi giydiği ve ona acı veren bandajlar… Burada var olmak ve özgür olmak için “erkek” olmasına gerek var mıdır? Göğüslerini bandajla sıkıp gizlemesine gerek var mıdır?
Bütün bu yaşam serüveninin sonunda Mark’ın içindeki Hana’yı uyandırdığını, bandaj kullanmayı bırakıp sütyen giymeye başladığını, küpe takmaya başladığını ve makyaj malzemelerini keşfetmeye başladığını görmekteyiz. Bu doğrultuda bazı geleneklerin içinde bulunulan bağlamla şekillendiğini, bağlam dışında ise devamlılığının değişebildiğini söyleyebiliriz. Hana’nın ve diğer yüzlerce kadının bu gelenekteki mücadelesi bir özgürlük mücadelesiydi, eril egemenliğe karşı kendi içinde bulunduğu bağlamda var olabilme çabasıydı.
Ece Oral
Sosyoloji Çalışmaları Stajyeri