Amerika, kendi içerisinde yeni bir döneme girerken, dünya da bu farklılaşmaya alışmaya çalışmak için yapılandırmalara devam etmektedir. Öncelikle, Amerika Başkanı Obama’nın ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapması ve ardından Türkiye’nin AB müzakere sürecine destek verdiğini açıklaması, AB ülkelerinden Fransa ve Almanya’nın tepkisine yol açtığı gibi, Amerika’nın bu tutumundan rahatsız olduklarını belirtmek için de Başkan Obama’nın açıklamasından yalnızca birkaç saat sonra, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin ‘’Obama ile el ele çalışıyoruz ama ben Türkiye’nin AB üyeliğine karşıyım’’ açıklaması, ülkemizde sert tepkilere yol açmıştı.
Bu açıklamaların arkasında ki en büyük gerçek, Sarkozy ve Merkel’in ele ele verip, AB yapısında ki kural ve kararları hiçe sayıp, ‘’dini, siyasete alet ederek’’ Avrupa içerisinde bir Hıristiyan birliği oluşturmaya çalışmak ve bu yapıya uzak olan ülkeleri de kendi yapıları içerisinde istemedikleridir. Siyasi ve sosyal yapıların önemini her fırsatta vurgulayan bu iki ülkenin, geçmiş tarihlerine yer alan ‘’demokrasinin beşiği’ kalıbının da birlik içerisindeki kararlarda ne derece var olduğunu sorgulamakta fayda vardır. Türkiye’ye AB yolunda, ellerinden geldiğince sıkıntı çıkarmaları ve bunu engellemeye çalışmalarıda bundandır.
Müzakere sürecine evet diyen bu iki ülke liderlerinin, kararın hemen sonrasında Türkiye’ye sürekli tam üyeliğin imkansızlığını vurgulayan mesajlar göndermeleri, ülkemizde AB reformlarını yapanlarda dahil olmak üzere, halkımızın üyeliğe inancını da azaltarak, süreci sekteye uğratmalarında ki mantığa aykırı sebepte budur.
Kendilerince, birlikte dini siyasete karıştırarak; üyelik kriterlerinde olmadığı halde, din ve kültürü bu zorunluluklar içerisine olmaya zorlayan Sarkozy ve Merkel’in düşüncesi, Avrupa Birliğine uluslar arası platformda bir ‘’Hıristiyan Klübü’’ imajı vererek, bunu tüm dünyaya kabul ettirmekten ibarettir.
Yine bu iki ismin her fırsatta belirttikleri ‘’Türkiye Avrupa kültürü ile uzlaşmacı bir takım oyunu oynamıyor’’ demesi de yine aynı sebeplerden ileri gelmiştir. Ama belirtilmelidir ki; Yunanistan’ın 1980 yılları başında birliğe üye olmalarının hemen ardından, uzun yıllar AB’nin Türkiye ile ilgili olumlu kararlarını bloke etmesi uzlaşmacı kültürün hangi parçası olabilir?
Yine Kıbrıslı Rumlar, AB ve Birleşmiş Milletlerin ortaklaşa hazırladıkları Annan planını reddedip, milyonların yaşadığı koskoca AB’nin, Türkiye kararlarını engelleyip, onlarca başlığı bloke etmesi, süreci neredeyse durduracak hale getirmeleri uzlaşmacı AB kültürünün hangi özelliğini gerçekten vurgulamakta ve yansıtmaktadır?
Bu keyfi vetolara karşı, Sarkozy ve Merkel neden hala olmayan uzlaşmacı bir yapının varlığından bahsedip, aslında kendilerince bile başaramadıkları bu yapının Türkiye’de olmadığını ama olması gerektiğini vurgulayıp duruyorlar? Hatta bir demecinde Sarkozy’nin belirttiği ‘’ Türkiye Avrupalı değildir, bu yüzden onlara Avrupa’da yer yok’’ demesi, uzlaşmacı AB kültürünün acaba hangi genellemesine uygundur? Tabi söz konusu kendi ülkelerinde ki seçimler olduğunda el üstünde tutulan Türk göçmenlere ülkemiz ile ilgili sözler verip, ‘’Müslümanlık bizim bir parçamızdır’’ derken, gerçekten parçası olduğumuz Avrupa kültürüne sadece Müslüman kimliğimizden dolayı vetolar koyan bir anlayışın uzlaşmacı yapısı nerededir?
AB içerisinde ki bu Türkiye karşıtı cephe daha ne kadar zaman durumu zorlaştırıp, halkımızın gün geçtikçe ‘’AB’ye girmesek de olur’’ diye düşünmelerine sebep olacaklardır?
Almanya, Fransa, Yunanistan, Kıbrıslı Rumlar, Avusturya, Danimarka, Hollanda ve Lüksemburg’dan oluşan bu karşıt cephe daha neleri bahane edeceklerdir bilinmez.
Elbette başka bir açıdan bakıldığında, iyi olumlu şeylerde yaşanmıyor değil, öyle ki, Temmuz 2009’dan başlayarak 6 ay süre için dönem başkanlığı yapacak olan İsveç’in ülkemiz üyeliğine desteği bilinen olumlu bir adımdır.
Türkiye’nin, Birlikte ki en önemli savunucularından olan İsveç dışişleri bakanı Carl Bildt’in ‘’Fransa ve Almanya’nın son dönemde ki Türkiye karşıtı söylemlerini Avrupa’nın ‘’geleceği’’ açısından tehlikeli buluyorum’’ demesi, pek az akla gelen bir ayrıntının; her fırsatta yok sayılmaya çalışıldığının bir kanıtıdır, öyle ki, sadece AB destekçisi ülkelerin gördükleri en gerçek olgunun, karşıt görüşlüler tarafından hep yok sayılmasıdır bu ‘’gelecek’’ kaygısı.
Almanya ve Fransa’nın Türkiye karşıtı son çıkışını değerlendiren Bakan Carl Bildt;
‘’Geçmişte, AB’nin gerçekleştirdiği genişleme sürecine baktığımızda, birlik içerisinde, hep sürece karşı çıkanlar olduğunu görüyoruz. Bu tabi, Fransızların İngilizlere karşı koymasıyla başlar. 1960’lardan itibaren Fransızlar İngilizlerin uzunca bir dönem üyeliklerini engellediler. İsveç’in üyeliğini müzakere ederken, birlik içerisinde yine İsveç’e karşı çıkan sesler çıkıyordu. İşte bu nedenle üyelik sürecinde, bazılarını desteklerken, diğerlerinin karşı çıkması artık ‘’haber ‘’ olmaktan çıkmıştır. Ama , AB ülkelerinin ve Avrupa parlamenterlerinin büyük bir bölümünün Türkiye’nin üyelik sürecini desteklediğini anlamak lazım. Biz bu sürecin sonuna geldiğimizde, tabiî ki, bambaşka dünya da bambaşka bir Avrupa ve bambaşka bir Türkiye olacak karşımızda. O zaman bu tartışmaların gidişatı değişebilir ’’ demekte ve İsveç’in Türkiye’nin üyeliğine neden sıcak baktığını da şu sözlerle açıklamaktadır;
‘’Türkiye önemli. Çünkü biz ‘’açık’’ ve ‘’kabul eden’’ bir Avrupa istiyoruz. Eğer ülkeler AB’ye girmek isterlerse, kriterleri yerine getirdikleri takdir de birliğe girebilmelilerdir. Türkiye’nin modernleşmesi de AB’nin çıkarınadır. Modern, başarılı, dinamik bir Türkiye herkese yarar sağlar. Bu aynı zamanda AB’nin de dinamikliğini arttıracaktır.’’
Tahmin edildiği gibi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ‘’Avrupa’nın sınırları belli olmalıdır’’ derken ülkemize gönderdiği mesajdan, İsveç dış işleri bakanı Carl Bildt’in ‘’sınırları çizmek tehlikelidir’’ mesajı akla daha yatkın ve uygundur. Çünkü dışlama politikasının aksine uyumlaştırma politikası daha yarar sağlayıcı bir niteliktedir.
Türkiye Cumhuriyeti; sahip oldukları ile tam bir Avrupalı olmakla beraber, AB’nin eksik kalan güvenlik ve dini ittifak konusu da dahil olmak üzere; birliğin demokratik bir düzen içerisine ‘’tam anlamıyla’’ uyması için; din, dil, ırk ve medeniyet kıstasları artık Türkiye’nin gölgesinden kaldırılmalı, ve gerçekten var olan uzlaşmacı bir Avrupa kültürünün en güzel örneği olarak tarihe geçmelidir.
Bu inançla, reform yapıcılarımız, uygulayıcılarımız ve halkımız; bu sürecin hızlanması için var güçleriyle çalışmalı ve en azından yaşam standartlarımızı yükseltme adına üzerine düşeni yapmalıdır.
Kaynaklar:
www.euractiv.com
www.abhaber.com
www.abgs.gov.tr
Pınar Bayram
Bahçehir Üniversitesi
Avrupa Birliği İlişkileri