Özet:
Ütopya [antik Yunanca’da “ou” (gerçek olmayan) ve “topos” (yer, şehir) kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıkmıştır] kelimesini literatüre kazandıran Thomas More’un aynı adlı eserinin kökenlerinin incelenmesi okuyucuyu Platon’un Devlet’ine götürmektedir. Platon’un bu ünlü eseri Thomas More’u etkilediği gibi, aynı zamanda kendisinden sonraki ideal ve erdemli devleti arayan tüm düşünürleri de derinden etkilemiştir. İki eserin birbirine benzerlikleri ve yaratmış oldukları hem edebi hem de siyasi kavramlar, günümüzde birden fazla akademik alanda yeniliklere neden olmuştur. Yeni bir “yer” düşüncesi ile çıkan bu idealist iki eserde de aynı başlangıç noktasından, bir adalet sorusundan yola çıkılarak tarihin hayal dünyası ve yansımaları gösterilmektedir. İdeal bir toplum ve devlet anlayışı ile günümüzde ve geçmişte sahip olunamayan şeylerin bir betimlemesini yapılmaktadır. Bunların ışığında gerçekleştirilecek araştırma da bu metinlerin özelliklerini ortaya dökme hedefi içindedir. Bu iki önemli metnin düşünsel, yapısal ortak ve ayrışan noktalarını bulmak, kapsamlı bir metin analizi çıkarmak da makalenin görevi olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Platon, Devlet, Thomas More, Ütopya, Analiz, Karşılaştırma.
Abstract:
Examining the roots of Thomas More’s, who coined the term Utopia [emerging from the combination of ancient Greek words “ou” (non-real) and “topos” (place, city)], a book with the same name, this process guides the reader to Plato’s Republic. This famous work of Plato influenced Thomas More, as well as all the thinkers who were looking for the ideal and virtuous state after him. The similarities in both works and the literary, and political concepts they have created led us to make innovations in many academic fields today. In these two idealist works that emerged with the idea of a “new place”, the imagination and reflections of history are shown, starting from the question of justice. They make a description of what we could not have today and in the past with an understanding of an ideal society and state. The research we will carry out in light of these is within the aim of revealing the characteristics of these texts. It will be the task of this article to find the points of these two important texts in intellectual, structural, common, and divergent terms and to make a comprehensive text analysis.
Key Words: Plato, Republic, Thomas More, Utopia, Analysis, Comparison.
Giriş
Platon ve More çağlarının siyasi yapılanmasından, adalet anlayışlarından, yöneticilerinden duydukları rahatsızlığı varsayımsal ütopyalar meydana getirerek dile getirmişlerdir. Bu makalede ise mevzubahisteki yazarların yarattıkları ütopyaların alt başlıkları incelenecek, aralarındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya koyulacaktır. İlk ortak nokta olan adalet sorusuna düşünürlerin hayat verdiği muhtelif karakterler cevap vermeye çalışmışlardır. Bu cevaplama arzusu Platon’da diyalektik formunu almışken, Ütopya’da betimleme şeklindedir. Ütopya kelimesinin etimolojik kökenlerine inilerek More’un Antik Yunan felsefesini el üstünde tuttuğu ortaya çıkarılmıştır. Daha sonra Devlet’in ve Ütopya’nın şehir yapılanmaları analiz edilmiştir. Devlet’te şehir ihtiyaçtan doğup idealliğe zorlu bir süreç sonrasında ulaşabilmişken Ütopya’da var olan bir şehir Raphael karakteri tarafından betimlenmiştir. Devlet’in hiyerarşik ve esnemez sınıflı yapısına karşın More’un sınıfsız yapıyı ideal olarak gördüğü açıklanmıştır. Bu farklılıklara rağmen iki toplumun da hayatta kalmasının vatandaşların çalışma ve sorumluluk bilincine bağlı olduğu görülmüştür. Daha sonra, bu iki ütopyanın yönetim şekli ve askerlik anlayışı incelenmiş ve yine birbirinden ayrıldıkları noktalar ortaya çıkmıştır. Platon yönetme ayrıcalığını tek bir sınıfa bahşetmişken More’un yöneticileri aileler arasında yapılan seçimlerle belirlenmiştir. Dahası, Devlet’te askerlik görevi yine tek bir sınıfa verilmişken Ütopya’nın mensuplarının insan öldürmeyi dolayısıyla askerliği aşağılık bir eylem olarak gördüğü anlaşılmıştır. Bu sebeple Ütopya vatandaşlarının paralı askerleri tercih ettiği görülmüştür. İki şehrin de eğitime verdikleri önem açısından benzer olduğu açıklanmıştır. Platon, yönetici sınıfına kapsamlı bir eğitim vermeyi planlamışken More’un Ütopya’sında eğitim tüm vatandaşlara zorunludur. Son olarak, toplumsal yaşam incelenmiş ve Platon’un sadece yönetici sınıfına şart koştuğu komünsel yaşam tarzını tüm Ütopya’lıların tecrübe ettiği görülmüştür. Ancak bütün bunların derinlemesine işlenmesi için önce bu iki düşünürün birbirine hayli benzeyen adalet anlayışları araştırılmalıdır.
Kavramlar: (1) Adalet, (2) Şehir, (3) Yönetim ve Askerlik, (4) Eğitim, (5) Toplumsal Yaşam.
1. Adalet
Aristokrat bir aileden gelen Platon’dan, o zamanın şartları dâhilinde, siyasete atılması beklenmiştir. Ancak genç yaşlarında Sokrates’le tanışan ve onun en sadık öğrencilerinden biri olan Platon, hayatının o noktasından sonra felsefeye büyük önem vermeye başlamıştır. Öğretmeni Sokrates’in ahlaksızlıkla, gençliği yoldan çıkarmakla suçlanması ve daha sonrasında idam edilmesi Platon’un Atina siyasetine olan tutumunu derinden değiştirmiştir. Bu durum belki de onu ütopik literatürün başlıca eserlerinden biri olan Devlet’i yazmaya itmiştir. Platon’un siyaset felsefesinin temellerinin atıldığı bu eserde adalet konusu araştırılmış ve bu adalet arayışı varsayımsal bir ütopya oluşturulmasına yol açmıştır. Öyle ki orijinal dilinde Politeia adında olan bu eser, devlet veya rejim anlamına gelmesinin yanı sıra “yeni bir hayat tarzı” olarak da tercüme edilebilmektedir (Strauss, 1957). Devlet, özünde politik bir eser olsa da Platon’un tezlerinin genellikle birbirine bağlı olduğu felsefe anlayışı nedeniyle aynı zamanda ahlaki bir eser olarak da ele alınmalıdır. Çünkü Platon adalet anlayışını günümüzdeki gibi salt hukuksal bir temelde değil, bireyi baz alarak oluşturmuştur (Arslan, 2006).
Eserlerini büyük çoğunlukla öğretmeni Sokrates’in ağzından yazan Platon’un Devlet’inde de başkarakter Sokrates’tir. Ayrıca kitapta adalet arayışı Sokrates’in diğer Atinalılarla ve öğrencileriyle diyaloglarında başlamaktadır. Cephalus ve Thrasymachos gibi diğer karakterlerin adaletin ne olduğuna dair verdikleri cevaplarla tatmin olmayan Glaucon ve Adeimantos, II. kitabın başında insanın sevdiği 3 şey olduğunu söylemişler ve adaleti bu kategorilerden birine yerleştirmeyi hedeflemişlerdir. Bunlar; sırf kendisi için sevilen şeyler, kendisi ve getirdiği olumlu sonuçlar için sevilen şeyler ve yapılmasından haz alınmasa da insana yarar sağlayan şeylerdir (Platon, 2005). Aslında üçü de adaletin ilk kategoride olması gerektiğine inanmaktadırlar ancak toplumun geneline bakıldığında çoğu insanın sırf sonuçları için adil olmaya çabaladıklarını görmüşlerdir. Bu çabalarıyla adalet konusunda yine tatmin edici bir sonuca ulaşamayan Glaucon ve Adeimantos’a Sokrates şöyle bir öneri sunmuştur: “adaleti insanda değil devlette aramak”. Çünkü Sokrates’e göre adalet hem bireylerin hem de devletin meselesidir. Devlet birçok insanın bir araya gelmesinden oluştuğu için adalet devlette daha büyük olmalıdır ve böylelikle daha kolay görülebilir. Ancak Sokrates ve öğrencileri var olan bir devleti incelemek yerine doğuşundan itibaren kuramsal bir devlet oluşturup adaleti orada aramaya karar vermişlerdir. Platon’un ütopyası da bu noktada doğmuştur.
Sokrates’in adaleti devlette arama önerisinin temelinde insandaki adalet ile devletteki adaletin aynı olduğu varsayımı yatmaktadır (Brown, 2017). Bu da Platon’un doğalcılığını gözler önüne sermektedir. Platon’a göre kozmos, insanın gerek bireysel gerek politik evreni için bir şablon niteliğindedir. İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır ve insanların oluşturduğu polis de bu sebeple doğal bir oluşum olarak görülmektedir (Arslan, 2006). Platon Devlet’inde de bu görüşü sergilemektedir. Toplum doğal bir organizma olarak görülmüş ve insanlar veya insanların oluşturduğu toplumsal sınıflar, bu organizmanın parçalarını oluşturmuştur. Bu görüşle paralel olarak Sokrates de adalet arayışının sonucunda adaleti insanın kendi işiyle ilgilenmesinde bulmuştur. Aynı insan vücudunun uzuvlarının sadece kendi işlevlerini yerine getirdiği gibi, her sınıf kendi işiyle ilgilenmeli ve sınıfının dışına çıkmamalıdır (Kayalı, 2019). Plato, hiyerarşik bir organizma olarak gördüğü devleti oluşturan parçalar arasında belirlenmiş ve değişmez ilişkiler olması gerektiğinde inanmıştır (Kayalı, 2019). Nitekim, diğer kısımda daha detaylıca bahsedilecek olan Platon’un bu ideal şehrinde yaşanabilecek en büyük adaletsizlik bu parçaların belirlenmiş çizgilerinin dışına çıkması, yani bir sınıfın başka bir sınıfın işlerine karışmasıdır.
Devlet’in genel yapısı olarak karşımıza çıkan bu özelliklerin, Thomas More’un kendi eserinde de ortaya çıkmış olmasına şaşmamak gerekir. Yapısal olarak eserin başlangıcının Devlet’i andırması da bunun bir örneğidir. İki kitaptan oluşan bu eserin genel özelliklerine girişmeden, More’un Devlet ile kazanmış olduğu düşünceyi ve Antik Yunan’a olan bağlılığını eserin isminin derinine inerek görmek mümkündür.
“Utopia, olumsuzluk bildiren ou ile “o yer” anlamına gelen “topos’un” More tarafından birleştirilmesinden oluşan, “olmayan ya da bulunmayan yer” anlamına gelen “outopia” kelimesinin utopia olan telaffuzundan gelmiş gibi görünmektedir. Bununla birlikte, ‘iyi’ anlamına gelen eu ile “o yer” anlamına gelen “topos’un” birleştirilmesinden oluşup ‘iyi yer’ anlamına gelen “eutopia” kelimesine de bir göndermede bulunulmaktadır” (Omay, 2009).
İsmi ile ilk bakışta kendini gösteren metin, kendisinden sonra birçoğunu da esinlendirmiş ve ütopik edebi akımın da başlangıcını yapmıştır. Fakat söylemler burada bitmemiş ve daha da ileriye gitmiştir. Metnin başlangıcı ile adalet söyleminin, zamanın şartlarının ve More’un kendi döneminin felsefi değerlerinin de işin içine katıldığı gözlemlenmektedir. Aynı Platon ve öğrencileri gibi More da yanında bulunan Raphael ve benzeri kimselerle bir diyalektik yaratmıştır. More, kendi döneminin sosyal yapısını ve ülkesi olan İngiltere’yi eleştirel bir düzlemde ele almıştır. Raphael kişiliği bu diyalektikte eleştiri yapan ve yeni düşünceleri öne süren biri olarak görülmektedir. More’un kendisini bu tartışmadan ayırmasının belki de en büyük amacı tartışmanın ve bu “olmayan yerin” tarifini anlatmak için bir alan yaratmaktır. Birinci kitabın argümanı içerisinde hissedilen yapı da aslında bu alanın ve eleştirinin ilk elden iletilmesine Platonik bir yorum getirmeye çalışılmasıdır.
İngiltere’nin hırsızlara karşı uyguladığı ölüm cezasının düşünülenin aksine bu durumu engellemediğini, daha fazla yoksul ve hırsız yarattığı ile başlayan konunun aslında ülkenin sahip olduğu yasal sistemin yanlışlarını gözler önüne sermek için tasarlanmış bir uğraşı olduğu anlaşılmaktadır. Adaletin bir kişinin değil, devletin düzenlediği yapının kontrol etmesi düşüncesi ön plana çıkmaktadır. More, devletin yoksul halkın üstünde etkisi olmasını, adaletsizliklerin önüne geçilmesini ve insanların yükseltilmesini istemektedir. Bunun üzerine de Polylerit’lerin adalet sisteminden bahsetmiştir (More, 2018). Yorumlarının tümünün de zamanın koşulları ile paralel olduğu açıktır. “More’un Ütopyayı yazdığı dönemde Londra’da 70 bin civarında dilenci var olduğu görülmektedir. Kentlerdeki yozlaşma ve adi suçlar o denli artmıştır ki, XVI. yüzyıl İngiltere’sinde hırsızlığın cezası idam olmuştur” (Atakan, 2016). Bu gerçeklerin karşısında hümanist ve Platonik ekole bağlı olan More, birinci kitabında Raphael ile ideal siyasal düzenini ileri sürmüştür. Dönemine yenilikçi bir bakış açısı sağlamak için uğraşılar gösteren bu düşünürün aslında farkında olarak Platon’a yüzünü dönmüş olması Devlet’in Ütopya için ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Birinci kitabın arkasından gelen ikinci kitap, tam bu noktada Devlet ile hem birleşip hem de ayrımını gerçekleştirmektedir. İkinci kitabın bütün özelliği, birinci kitabın adalet söyleminden farklı olarak ortada olan diyalogdan ayrılıp anlatıma, betimlemeye geçmesidir. “2. kitap tematik olarak ana amacı ile ilişkilidir, çünkü More, Platon tarafından, özellikle de Yasalarda, gururun zararlı maddi etkilerini etkili bir şekilde etkisiz hale getiren çeşitli belirli kurumları tanımlar” (White, 1982). More, Raphael sayesinde ikinci kitapta tasarısını önümüze sürmüştür. İlk başlangıcını da Devlet’in kurulur haldeki şekline benzeyen bir düzenden almaktadır. Platonik söylemin etkisini başlangıç noktasının Devlet’in ilk zamanlarını anımsatmasında görülmektedir fakat süreç bakımından ayrışmıştır.
2. Şehir
Sokrates, Glaucon ve Adeimantos oluşturmaya başladıkları bu ilk şehrin temel ihtiyaçlardan doğacağını öne sürmüştür. Çünkü Platon’un felsefesinde her insan farklı bir iş için yaratılmıştır ve sadece o işe yoğunlaşmalıdır. Ancak insan vücudunun birden fazla temel ihtiyacı vardır. Bu tezlerden yola çıkarak, bir insanın diğer ihtiyaçlarının karşılanması için diğer insanlara ihtiyaç duyacağı söylenebilir. İlk şehir de böyle oluşmuştur. Platon’un ideal devletinin kilit noktası olan ihtisaslaşma prensibi de daha ilk şehirde kendini göstermektedir. Bu şehir göreceli olarak az kişiden oluşmakta, herkes tek bir temel ihtiyacı karşılamak için çalışmakta ve diğerlerinin ürünlerine karşılık kendi işinin ürünlerini diğer vatandaşlara sağlamaktadır. Bu şehirde henüz ne siyaset ne de yasalar bulunmaktadır, çünkü şehrin üyeleri arasında çatışma veya zıtlık olmadığı için bunlara ihtiyaç duyulmamaktadır. Doğanın imkânları mevcut vatandaşlara yetmekte, temel gereklilikler karşılanmakta ve insanlar barış içinde yaşamaktadır. İdiyosinkratik özellikler gösteren bu şehir, Platon tarafından has ve sağlıklı şehir olarak görülmektedir (Rosen, 2005). Ancak bu noktada Glaucon yaratış sürecine müdahale etme zorunluluğu hissetmiştir. Çünkü ona göre ilk şehirdeki vatandaşların yaşamı domuzların yaşantısına benzerdir. Glaucon’un bu benzetmesinden dolayı bu şehir çoğu kaynakta ‘domuzlar şehri’ olarak da anılmaktadır. Glaucon’a göre insan, doğası gereği, bu şartlarda yaşamayı kabul etmeyecektir; masalarda yemek yemek isteyecek, diyetlerinin daha çeşitli besinlerden oluşmasını talep edecektir (Platon, 2005). Glaucon’a göre, bu şehirde insanların barış içinde yaşayabilmeleri için insanlıklarından vazgeçmeleri istenmektedir (Rosen, 2005). Arzular yüzünden sağlıklı şehrin ölçülülüğü bozulmuştur. Sokrates öğrencisinin lüks talebine kulak vermiştir ve belki de adaletin Glaucon’un öne sürdüğü gösterişli şehirde bulunabileceğini düşünmüştür. Platonun ütopikliğinin bir diğer özelliği de bu noktada göze çarpmaktadır. Kelimenin etimolojisinden yola çıkarak ütopyaya ulaşılamayacak veya gerçek olmayan bir şehir denmektedir. Ancak Platon bu ütopikliğini insanların kusurlarını çevreleyecek şekilde sergilemiştir. Yani Platon ideal devletini oluştururken bunu insanları olduğu halleriyle kabul etme şartıyla yapmıştır (Arslan, 2006).
Yukarıda bahsedilen ihtisaslaşma prensibine göre bu lüks şehirde bulunacak mobilya ustalarının, aşçıların da sadece mobilyacılık ve aşçılık yapması gerekmektedir. Bu yüzden şehir gittikçe kalabalıklaşacaktır. Hatta doğanın imkânları yetmeyecek ve şehrin üzerinde kurulduğu toprak bu yeni vatandaşlar için dar gelecektir. Sokrates ve öğrencileri bu durumun çözüm yolunu komşu şehirlerle savaşa girmekte görmüştür. Ancak şehirde sadece üreticiler ve satıcılar bulunmaktadır. Yine ihtisaslaşma prensibinden dolayı bu şehirde Sparta’daki gibi bir halk ordusu oluşturulması mümkün olmayacaktır çünkü Platon askerliği de duvar işçiliği gibi ayrı bir sanat olarak görmektedir. Bu yüzden, sadece profesyonellerden ve bu iş için doğmuş olan bireylerden oluşan bir ordu oluşturulması gerekmektedir. Bu iş için cesaret gibi doğuştan belli başlı özelliklere sahip olmaları gerekmesinin yanı sıra Platon bu sınıfın eğitiminin de öneminin altını çizmiştir. Askerler toplumun hem içinde düzeni sağlamakla hem de dışarıdan gelecek tehditlere karşı siteyi korumakla yükümlüdürler. Ancak düzenin, yani anayasanın, korunması için askerlerin yanı sıra yöneticilere de ihtiyaç duyulacaktır (Platon, 2005). Bu ihtiyaç sonucu Platon’un devletinin üçüncü sınıfı da ortaya çıkmıştır. Aynı asker sınıfı gibi yöneticilerin de hem doğuştan birtakım özelliklere sahip olması beklenmiş hem de kapsamlı bir eğitim görmeleri planlanmıştır. Bu özellikleriyle ve aldıkları eğitimle beraber yönetici olmaya layık olanlar filozoflar olacaktır. Adaletin bir erdem olduğunu ve erdemin de bilginin ürünü olduğunu söyleyen Platon, ideal şehrinde yönetici sınıfın filozoflardan oluşmasını bu yüzden savunmuştur (Rosen, 2005). Çünkü sıradan insana kıyasla filozof olanlar ideanın bilgisine sahiplerdir ve bu yüzden adil olacaklardır. Bu üç sınıflı toplum Platon’un ruhun üç farklı yetisi olduğunu söyleyen teziyle bağdaşmaktadır. Bu yetiler: (1) yemeyi, içmeyi ve çiftleşmeyi sağlayan yeti, (2) öfkelenen, heyecanlanan yeti, (3) bilgi edinmeyi sağlayan yeti (Arslan, 2006). Ruhun farklı kısımlarının Devlet’in sınıflarına karşılık geldiği aşikârdır. Üretici sınıf isteyen ruha, asker sınıfı cesur ruha, filozof yöneticiler de akıllı ruha karşılık gelir.
Şehrin nüfusuna gelince, Plato bu ideal şehrin vatandaşlar arasındaki birlik duygusunu zedeleyecek kadar büyümesini istememiştir (Ree, 2015). Ütopyasının yaşadığı zamandan alışkın olduğu Yunan şehir devletlerine benzemesini planlamıştır. Platon’u etkileyen çağının bir başka örneği de bir dönem Pythagorasçılar tarafından yönetilen Tarentum şehridir. Kendisi de Pythagorasçı geleneğe mensup olan Platon’un filozofların yönetici olmasını öne sürmesinin bir etkeninin Tarentum şehri olması olasıdır. Daha sonra görüşleri değişse de Platon Devlet kitabında filozof yöneticileri şüphe götürmez bir şekilde savunmuştur. Hatta insan mutluluğunu buna bağlamıştır: “Filozoflar iktidara gelmeden ya da devletlerin iktidar sahipleri filozofa dönüşmeden insan soyunun mutsuzluğu son bulmayacaktır” (Platon, 2005).
Devlet’in genel özellikleri bakımından oluşan bu ayrımların ve Platon’un düşünmüş olduğu bu şehrin yapısı More’un Ütopya’sında da bulunmaktadır fakat düzen olarak birbirinden görülür şekilde ayrışmaktadır. İkinci kitabın başlangıcı ile betimleme şekline geçen eser, Ütopya halkının yaşadığı alanları detaylı bir şekilde anlatmaktadır. More’un kendi sözleri ile “Ütopya adasının 54 büyük ve güzel şehri vardır. Hepsinde aynı dil konuşulur. Aynı töreler, aynı kurumlar, aynı yasalarla yürütülmektedir. Elli dört şehrin hepsi aynı plan gereğince kurulmuş ve hepside bölge özelliklerine göre biçimlenen aynı devlet yapısı vardır” (More, 2018). İlk bakışta kurulu şehirlerin yapısının birbirine benzerlik göstermesi, eşitlikçi bir yapının hâkim olduğuna dikkat çekmektedir. Baskın bir devlet anlayışının olması da birinci kitapta bahsedilen halkın içinde oluşan ve devlet tarafından uygulanan adalet yapısını da temsil etmektedir. Aynı şekilde özel mülk anlayışının olmadığı da fark edilmektedir. Bütün şehirlerde yaşayan kimselerin sahip olduğu bir arazi yoktur, her şey devlete aittir, işçiler çalışan olarak tarlaya veya benzeri iş alanlarına yollanır. Burada dikkat çeken nokta, Ütopya’nın aynı Devlet’in içinde geçen ‘domuzlar şehrine’ benzer özellikler taşımasıdır. Vatandaşlar toplumun ve şehirlerde yaşayanların yararına, ihtiyaçlarına bağlı üretim yapmaktadır. İnsanlar ihtiyaçlarını diğer insanlarla birlikte üreterek gidermektelerdir. Fakat bir noktada Devlet’ten de ayrılmaktadır. Bu ayrılmanın başlıca sebebi de toplumun eşitlikçi bir şekilde yönetime ve üretime dâhil olmasına tanık olunmasıdır ama Devlet içinde böyle bir eşitlikçi yapı görünmemektedir. Sınıfların olmadığı ve kararların insanlar arasından seçilen liderle oluştuğu görülmektedir. Dahası, yönetim ile halk arasında pek bir fark yoktur. Yine de antik Yunan okumalarından esinlenilmiş durumlar göze çarpmaktadır. Şehirler genel kararlar alınacağı zaman Ütopya’nın başkenti “Amaurote” de buluşmaktadır ve ülkenin büyük kararları burada verilmektedir. En göze çarpan nokta da Amaurote şehrinin adada bulunduğu konumdur. “Amaurote adanın başkentidir. Çünkü orta yerdedir ve herkesin kolayca toplanmasına elverişlidir” (More, 2018). Buradaki “orta yer” kavramı birden fazla şeye yorulabilir. Örneğin, antik Yunan askeri meclislerini ve sonralarda demokratik meclislerin genel yapısı olan “orta yer” (es meson) kavramına benzerlik göstermektedir. Bu “Es meson ifadesi başka düzlemlerde de aynı anlama sahiptir fakat bu anlam daima aynı toplumsal bağlamda belirmektedir… Söz almadan önce birinin ortaya doğru hareket etmesi ve asayı eline alması gerekir. Meclise hitap etmek için mesonda pozisyon almak gibi katı bir kural vardır” (Detienne, 2012). Aynı şekilde bu benzerlik, eserin ismi olan Ütopya’ya da bir atıf olabilir. Yer kavramının önemli bir yer kapladığını kitap boyunca da hissetmek mümkündür. Çünkü yapısal olarak yerin insanlar ve devlet için ne kadar önemli olduğu dile getirilmektedir. Bu yorumlarla birlikte aslında çıkarımda bulunulabilecek nokta da Platonik düşüncenin zamanın ruhuna göre More tarafından yorumlanmasıdır. “Ütopya adasının, Platon kentiyle olan ilişkisine işaret etmektedir; bu bağlanmanın kalitesi açıkça tanımlanmıştır: hem Platon hem de More toplumu organize etmek için farklı yollara yönelmiştir” (Vieira, 2010). Fakat bağlam olarak başka yerlere ilerlediklerini görmek mümkündür. Belki de bu sapmaların incelenmesinin en güzel örneği yönetici sınıf ile asker sınıfının incelenmesi olur. Devlet’in kendi içinde oluşturduğu düzen, Ütopya’da geçerli değildir. Bir eserde sınıfsızlık (ya da tek sınıf) hâkimken diğerinde bölünmeler görünmektedir. Ütopya’da kişinin kendisine atfedilen bir çalışma alanı içerisinde gösterdiği ilgi ve beceri ile ölçülürken Devlet içinde önceden belirlenmiş ve ayrışmıştır.
3. Yönetim ve Askerlik
Platon’un ütopyasında askerlerin halk içinden seçilmediğinden bahsedilmişti. Bunun sebebi ihtisaslaşma prensibine yani herkesin kendi işiyle ilgilenmesine verilen önemdir. Hatta adalet arayışı bu prensipte bulunmuştur. Platon, savaşı ve askerliği tamamen ayrı bir sanat olarak gördüğü için asker sınıfını halkın geri kalanından ayırmıştır. Askerler hem doğuştan belirli özelliklere sahip olmalı hem de pratik ve eğitimle kendilerini geliştirmelilerdir. Platon felsefesinin temellerinden biri olan ruhun ölümsüzlüğü ve bedenden önceliği burada da devreye girmiştir. Savaş sanatı bedeni korumanın en öncül yollarındandır ve beden ruh olmadan var olamayacağı için bu sanat aynı zamanda ruhun da baş koruyucusudur (Rosen, 2005). Ruha ve bu sebeple savaşa verilen önem Platon’un ideal devletinde askerlerin eğitimi ve özelliklerine de büyük ehemmiyet gösterilmesine yol açmıştır.
Sokrates, öğrencileriyle olan diyalogunda devletin asker sınıfına geldiklerinde, askerlerin özelliklerini açıklamak için askerin filozofik bir bekçi köpeği gibi olması gerektiğini savunmuştur. Sokrates’in bundan kastı bir bekçi köpeğinin düşmanın nerede olduğunu keşfedecek kadar uyanık, onu yakalayacak kadar çevik ve düşmanla dövüşecek kadar güçlü ve cesur olması gerektiğidir (Platon, 2005). Ayrıca Sokrates’e göre devletin askeri de tam olarak bu özelliklere sahip olmalıdır. Askerlerin sahip olması gereken bedensel özellikler arasında güçlü, korkusuz ve hiddetli olması vardır, ancak bu özelliklerini kendi halkları üzerinde kullanmalarını engelleyen şey nedir? Köpeğin ‘filozofik’ olması gerektiği iddiası da burada devreye girer. Sokrates’in filozof olmayı bilgide temellendirdiği aşikardır. Yani askerlerin dostunu düşmanından ayırabilecek bilgiye sahip olması gerekmektedir. Bunun yanı sıra yönetici sınıfın emirlerine uyabilecek kadar da akıllı olmalılardır. Askerlerin saptamaları gereken düşman yalnızca bir insan veya bir devlet değildir. Bu düşmanlar, ütopyaya zarar verebilecek zararlı düşünceleri de içermektedir (Rosen, 2005). Ünlü filozof Karl Popper’ın Platon’un devletini totaliter olarak adlandırmasının sebeplerinden biri de budur. Çünkü yöneticiler devletin sağlığı adına kendi düşünceleriyle zıtlaşan düşüncelere izin vermemelilerdir. Ancak Foster’a göre Platon’un adalet anlayışı temelinde doğaya uygunluktur, devletin çıkarlarına değil (Foster, 1951). Platon’un ruhun önceliği anlayışına paralel olarak; ruh yönetmek, beden ise emirlere uymak için yaratılmıştır (Kayalı, 2019). Bu üç yetiden cesur ruh askerlere, akıllı ruh ise yöneticilere karşılık gelir. Yani asker sınıfın yöneticilerin emirlere uyması doğaya uygunluktan gelir.
Platon’un yöneticileri de aslında asker sınıfının içinden çıkar. Hatta çoğu kaynakta Platon’un devletinin üç değil iki sınıflı olduğu geçmektedir: yöneticiler ve yönetilenler. Bu yönetici sınıfın içinden filozofik eğilimler gösterenler askerlik değil yöneticilik için yetiştirilmek üzere ayrılır. Sokrates, her insanın doğruyu yanlıştan ayırması için kendi içine dönmesi gerektiğini, kendi tecrübelerinden yola çıkmaları gerektiğine inanmıştır (Cornford, 2003). Bu yüzdendir ki yöneticilerin yaşlı, yönetilenlerin genç olması gerektiği söylenmiştir (Plato, 2005). Çünkü yaşlıların gençlerden daha fazla tecrübesi vardır ve bu yüzden doğruyu yanlıştan daha kolay ayırabilirler. Bekçiler sınıfında filozofik eğilimler gösterenler çocukluklarından itibaren yöneticiler tarafından gözetim altında tutulmaktadırlar. Genç yaşlarından itibaren birtakım zorluklara sokulup bunlara karşı tepkileri ölçülmektedir. Bu testlerin sebebi her koşul altında devletleri için en iyisini yapıp yapamayacaklarını görmektir.
Hem askerler hem yöneticiler belli bir yaşa kadar aynı eğitimi görürler. Ancak yönetici olacaklar askerlerden farklı olarak daha kapsamlı bir eğitime girerler. Askerlerin eğitimi beden için idman ve ruh için müzikten oluşurken yönetici olacaklara ek olarak aritmetik, astronomi ve en önemlisi diyalektik eğitimi de verilmektedir. Bu durum yöneticilere verilen eğitimin neden diğer bekçileri de kapsamadığı sorusunu akıllara getirmektedir. Bunun sebebi Platon’un felsefeyi doğuştan filozof olmayanlar için zararlı olarak görmesidir (Rosen, 2005). Devlet’te filozoflar yüceltilmektedir çünkü yükleri çok ağırdır. Sitenin düzenleyicisi ve yürütücüsü olarak görülmektedirler (Arslan, 2006). Sokrates ve öğrencileri için adaletsizlik vatandaşların kendi sınıflarından çıkıp diğer sınıfların işlerine karışmasıdır. Bunu engellemek yine filozof yöneticilere düşer. Filozof, yasa koymanın yanı sıra herkesin kendi işine bakması için, yani aslında adaleti sağlamak için, halkı eğitmeli ve kontrol altında tutmalıdır.
Sınıfsal bir yapılanmayı temel alan Devlet, kendi içindeki bölünmelerin gerekliliğini savunmaktadır. Sitenin içindeki topluluğun gelişmesini savunur ve gözetler. Öte yandan Ütopya örneğinde durum askeri ya da bir yönetici sınıfını işlemez, hatta sevmez. Yapısal olarak şehir devleti görünümünde, otonom bir yapı vardır fakat bütün şehirler birbirine bağlıdır. Bu bağlantı halk ve yöneticiler için de geçerlidir.
“Otuz aile her yıl, philarch denilen bir baş seçerler. On phliarch üç yüz aile birlikte, baş phliarch denilen birisini buyruğu altındadır. İki yüz philarch en dürüst, en uygun kimseyi seçeceklerine and içtikten sonra, halkın gösterdiği dört adaydan birini gizli oyla başkan seçerler. Şehir dörde bölünmüş olduğu için, her bölümün bir adayı kurultaya sunulmuştur. Başka, zorbalığa kaçmadığı sürece, ömrü boyunca yerinde kalır” (More, 2018).
Toplumsal bilincin ve yönetimin eşitlikçi düzlemde olduğu aşikârdır. Ütopya’da, Devlet’in aksine yönetici/asker düşüncesi bulunmamaktadır. Her birey kendi içinde bulunduğu şehrin yönetimini yine içinde bulunan insanlara bırakmaktadır. Bu sistemde aynı Devlet’in içinde olduğu gibi önceden belirlenmiş bir uğraşı düzeni yoktur. Daha önce bahsedildiği üzere bu tek sınıf üzerinden ilerleyen bir sistemdir ve herkesin ne olup ne olamayacağı yine kişinin kendisi tarafından belirlenir. Görünüşte komünal bir yapının ortaya çıkması buna bağlıdır fakat insanların seçmiş olduğu yöneticilerin etkisi de büyüktür. Devlet’in askerleri gibi başta adaletin gözeticileri olmalarının yanı sıra, yöneticiler aynı şekilde sistemin düzenlenmesinde ve genel olarak yaşamlarının her noktasında söz hakkına sahiptirler. Her bir buluşmanın içinde phliarch’lar mevcuttur ve yönetim mekanizmasının hızlı bir şekilde ilerlemesini sağlamaktadırlar. Ayrıca bu seçim ve oylama sistemiyle ilerleyen yönetici ekibinin (sınıf değillerdir çünkü) genel anlamda More’un yine döneminin standartlarının etkisi ile ve hümanist düşüncesi sayesinde ortaya çıkmış olması durumu daha da kuvvetlendirmektedir. Feodal bir çerçeve içinde yaşayan orta çağ halkları, Ütopya içerisinde farklı bir forma dönüştürülmüştür. Halkın ve onun elementlerinin yüceltilmesinin görünür bir yansıması ortaya çıkmaktadır. Bu etkileşimin kendi içinde gerçek hayatla bağlantısını da görmek mümkündür. “Erasmus, Ulrich von Hutten’e yazdığı More’u anlatan ünlü mektubunda, arkadaşının Utopia’yı yayımlamaktaki amacının “özellikle İngiltere’yi göz önünde tutarak devletlerin kötü yanlarını göstermek” olduğunu söyler” (Urgan, 2006). Tabii aynı zamanda farklı bir sistem içinde yorum yapmaktadır. “Ütopyanın temel özelliklerinden biri “kent toplumu” olmasıdır. Ütopya açıkça anti feodaldir. Büyük derebeyleri konakları ya da manorları yoktur ve doğaya dönüşü de yüceltmez” (Atakan, 2016). Son olarak, genel yönetici ekibinin seçimleri sırasında uygun görülen kimselerin öğrenim görme koşulu da bulunmaktadır. Bu noktada Devlet ile bağlantısını felsefe ile uğraşmayı becerebilen insanın kabiliyetli olduğu anlayışı da olabilir fakat tümüyle bunu yansıtmamaktadır. Bununla birlikte bir hukuk devleti çerçevesi de çizilmektedir.
Başka bir halk yapılanması olarak da karşımıza çıkan askerlik yöneticilerle iç içe değil, Ütopya içerisindeki her şeyde olduğu gibi toplumla iç içe şekilde bulunmaktadır fakat bu durum onların yöneticilik kabiliyetine sahip olmasından kaynaklı değildir. Hatta bir noktada bütün Ütopya halkının asker olduğunu varsayabiliriz. Her bir vatandaş düzenli olarak antrenmanlara katılmaktadır ve savaş eğitimi almaktadır fakat en büyük özellikleri savaş durumu yaşanmasını ne olursa olsun engelleme çabalarıdır ve savaş durumunda da kendi halkını son çare olarak görmeleridir. Ters düz sayılabilecek bir şeref kavramları vardır savaş için, “bütün öteki ulusların tersine, savaşta kazanılan şerefi şerefsizliğin ta kendisi sayarlar” (More, 2018). Fark edilebilir bir şekilde insan hayatına önem verilmektedir ve var olan önemi ne olursa olsun korumak için uğraşmaktalardır. Ütopya’nın kendi içerisinde paranın bir değeri olmasa da aşırı zenginliğe sahip bir devlet olarak anlatılmaktadır. Bu zenginlik de savaş durumlarında paralı askerler için son kuruşuna kadar kullanılır. Bu da insani düşüncenin öneminin ve toplumsal farkındalığın başka bir örneğidir. Bu düşünce yapısının ilk başta gelmesinin sebebi de bir noktada küçük yaştan itibaren verilen eğitime bağlıdır. Eğitimin hem Devlet’in hem de Ütopya’nın konusu olması da şaşılmaması gereken bir durumdur. Çünkü söylemsel olarak iki eserin de öğretmek için istekli olduğunu unutmamak gerekir.
4. Eğitim
Platon için bir şehri adaletli olmaktan çıkaran şey bir sınıfa mensup vatandaşların başka sınıfın işlerine karışmasıdır. Yani sitede herkes kendi üzerine düşeni yapmalı ve fazlasını düşünmemelidir. Platon’un devletinde bir çiftçiye bu işte iyi olmasına rağmen çiftçilik yapmak isteyip istemediği sorulmaz (Annas, 1981). Çünkü bu iş için doğduysa, devletin iyiliği için bu işi yapmaya devam etmelidir. Mevzubahisteki çiftçi eğer çiftçiliğin yanı sıra ressamlık da yapmak isterse bu o kişinin bencilliğini gösterir. Bu durum Platon’un ütopyasının faydacıl karakterini de gözler önünde serer. Çoğunluğun iyiliği için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Yalan söylemek de bu yöntemlerden biridir. Plato, herkesin kendi sınıfı içinde kalması ve kendi işine bakması için önce yöneticileri sonra da yönetilenleri kandırabilecek seviyede bir yalan tasarlar. Bu ‘asil’ yalana 3 Maden Efsanesi denmektedir. Devlet’in mensuplarına anlatılacak bu mite göre insanlar topraktan yaratılırken bazılarının mayasına altın, bazılarınınkine gümüş, diğerlerine de bakır katılmıştır. Mayasında altın olanlar yönetici, gümüş olanlar asker, bakır olanlar ise işçi olmak için doğmuştur. Böylece insanları sınıflara ayıranın yine başka bir insan değil, kendi yaradılışları olduğuna inandırmak istenmiştir. Platon’un devleti sınıflı bir toplumdur ancak bir kast sisteminden bahsedilemez. Çünkü sınıflar arası geçiş mümkündür. Mayasında bakır olan ailelerin altın mayalı çocukları doğabilir veya tam tersi bir durum söz konusu olabilir. Sınıflar arasında geçişe izin verilmektedir ancak her birey mensup olduğu sınıfla yaşamalıdır. Yöneticilere düşen bir başka görev de bu sitede doğacak çocukları erken yaştan itibaren gözetim altında tutup hepsini ait oldukları sınıfa göndermektir. Çoğu düşünür Platon’un devletinin aristokratik bir yapıya sahip olduğunu öne sürmüştür. Bu kısmen doğrudur, ancak bu aristokrasi bir kan veya soy aristokrasisi değildir, kabiliyette temellendirilir. Bundan yola çıkarak devletin aristokrasiden çok bir meritokrasi olduğunu söylemek çok daha doğru olacaktır (Arslan, 2006).
Bir önceki kısımda Platon’un yönetici sınıfın eğitimine ne kadar önem verdiğinden bahsetmiştik. Yönetici sınıfın tüm mensuplarına verilecek eğitim beden için jimnastikten, ruh için müzikten oluşur. Platon’un müzikten kastı Yunan mitolojisindeki ilham perilerinin (Muse) sanatçıya bağışladığı her şeydir: trajedi, şiir, müzik vs. (Arslan, 2006). Ayrıca eğitime beden eğitiminden değil müzikle başlanması gerektiği savunulmuştur. Çünkü eğitime çocukluktan başlanacaktır ve çocuklar sözle daha önce tanışmaktadır. Sokrates ve öğrencileri, çocuklara anlatılan masalların sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gerektiğini savunmuşlardır ve mitler arasında asil olanlar ve olmayanların ayrımını yapmışlardır (Rosen, 2005). Asil olmayan mitler asla çocuklara anlatılmayacaktır ve gerekirse sansür uygulanacaktır. Sansürü gerekli olarak gören ilk düşünürlerden biri olan Platon’un ahlakçılığı Devlet eserine bu şekilde yansımıştır. Ancak asil olan mitten kasıt doğru olanlar değildir. Yukarıda da bahsedildiği gibi, Platon devletin iyiliği için yöneticinin yalan söylemesinde bir sakınca görmemiştir. Asil olan mitler çocuklara soyluluk aşılamak için gereklidir. Aynı yaramazlık yapmamaları için çocuklara anlatılan Noel Baba efsanesi gibi bu mitler de ileride devlete yararı dokunacak çocukların düzgün davranmaları için yararlıdır. Bahsedilenlerin ışığında, Platon’un siyasi olarak soyluluğu doğruluktan daha yukarıda tuttuğu söylenebilir (Rosen, 2005).
Sokrates ve öğrencileri tartışmanın bu noktasında Homer ve Hesiodos’a değinmişlerdir. Sokrates’e göre bu şairler tanrılarla ilgili öykülerini anlatırken onları kötü göstermişlerdir (Platon, 2005). Bu öyküler onların zihinlerinin bir ürünüdür, gerçeklik payı yoktur. Özellikle Hesiodos’un Uranüs ve Kronos ile ilgili olan öyküsü gibi öykülerin Platon’un devletinde yeri olmamalıdır. Çünkü tanrılar özünde iyidir ve iyi gösterilmelidir. Onları insanlar gibi entrikacı göstermek gerçeğe uygun değildir. Uranüs ve Kronos örneğine Rosen’in bakış açısına da değinmek gerekir. Mite göre, Uranüs ve Gaia’nın oğlu olan Kronos babasını tahtından edip başa geçmiştir. Rosen’e göre burada baba figürünün devrilmesi devletin ve otoritenin devrilmesini sembolize eder (Türkçedeki “devlet baba” deyimi örnek olarak gösterilebilir) (Rosen, 2005). Sokrates ve öğrencileri, devlete zarar verebileceği için bu tarz vahşiyane mitlere devlette yer verilmemesi gerektiğini savunmuşlardır. Devlet kitabının bu kısmında ilginç bir detay daha vardır. Sokrates mitlerden bahsederken bir noktadan sonra “tanrılar” demeyi bırakıp “tanrı” demeye başlamıştır. Çünkü birden fazla tanrının olması ister istemez iyiliğin doğası hakkında bir müphemiyet meydana getirmektedir. Dahası, bir tanrının diğerine göre daha iyi olması göreceli bir kötülüğü de beraberinde getirecektir (Rosen, 2005). Ancak Sokrates’in tartışmasının ana teması tanrının iyi olduğudur. Bu tarz bir çelişkiye meydan vermemek için ufak bir kelime oyunu yapılmıştır.
Eğitim ve nizamı konusunda Ütopya, Devlet’le belli noktalarda kendisini ayırmakta zorluk çeker. Bunun başlıca sebebi de aslında toplumun ihtiyaçlarının öncelikli olmasıdır. Aç ve güçsüz toplumun tam olarak bir toplum olamayacağı düşüncesi vardır. Bunun ışığında karşımıza çıkan örnekler de her iki eserde de uyumludur. Örneğin, Ütopya eğitim üzerinde olan ilk sayfadaki “kadın erkek bütün Ütopya’lılar usta birer tarımcı olmak zorundadır” (More, 2018 s.70) ifadesi kendisini açık bir şekilde tanımlamaktadır. Ayrıca tarım için ayrılan bu eğitim süreci çok daha kapsamlıdır ve derinlemesine bir usta çırak ilişkisi de vardır. Fakat öncelikle bunu anlamak içi görmemiz gereken nokta da “Hiçbir eğitim sistemi öngörülmemiştir. Herkesin sabah işten önce derslere katılma fırsatına sahip olduğu ve çoğunun bundan faydalandığı söylenebilir” cümlesinde mevcuttur (Weisgerberg, 1940). Bunun eğitimin önemi ile alakası olmasının sebebi de aslında belli bir eğitim sisteminin olmamasına karşın, yoğun bir eğitim ve öğrenme bilicinin Ütopya toplumuna işlemiş olmasıdır. Eğitim denildiği zaman karşımıza çıkan nokta Ütopya için burada başlamaktadır. Çünkü bütün toplum zorunlu olarak tarımla uğraş göstermekte böylelikle çoğunluğun (ve hatta herkesin) yararına olacak ihtiyaçlar karşılanmaktadır. Bunun üstüne alınacak eğitim bireyin ilgi ve alakasının bulunduğu konularda gerçekleşir. Ütopya’lılar için ilgi ve alakanın sonucu da bireyin toplumunun yine her köşesine yararı olduğu düşünüldüğü için güzeldir. Bir kimse eğer tarımdan başka bir alanda eğitim aldığı bölümde başarı gösterirse, devlet tarafından da bu konuda ilerlemesi için zorlanır ve bir eğitim sürecini başlatmış olur. Bu düzlem içerisinde eğitimin ve bilginin bir mutluluk aracı olduğu kanısına da varılabilir. Toplumun zenginliğinin ve zamanının ilerisinde olmalarının sebebi de bu pragmatik sistem içerisinde bulunmalarıdır. İlerici düşünme içerisinde bulunmalarının en büyük etkeni de bu toplum sistemi içerisindeki yaşayışlarıdır. Dönemin “normal” olarak adlandırabileceği çoğu şeyi ya farklı yapmaktadırlar ya da hiç yapmamaktadırlar. Bunun sonucunda ortaya çıkan karşılıklı ilişkiler eğitim, sanat ve bilim konusunda toplumun kapalı olmamasını sağlamaktadır. Hem din hem de sosyal hayat olmak üzere Devlet ile Ütopya’nın yolları bir yerde düzlem içerisinde bulunmaktadır.
5. Toplumsal Yaşam
Günümüzde dahi tartışma konusu olan Platon’un bekçilerinin yaşam şeklinden bahsetmek gerekmektedir. Yönetici sınıfı, yaşamak için gerekli olan malzemeler dışında, hiçbir özel mülke sahip olmayacaktır. Yaşadıkları barınakların kapısı herkese açık olacak, diğer bekçilerle beraber yemek yiyip beraber yaşayacaklar, yani bir bakıma özel hayatları da olmayacaktır. Yönetilen sınıfın vergileriyle aldıkları maaşlar öyle bir miktarda olacak ki ne kimseye borçları olacak ne de para biriktirebileceklerdir (Platon, 2005). Değerli madenlere, altın ve gümüşe, sahip olmayacaklar, çünkü tanrılar tarafından yaratılırken kendilerine en değerli madenler bahşedilmiştir. Yeryüzünde bulunan altın ve gümüş, tanrılar tarafından kendilerine hediye edilen madenlerin yanında hiçbir şeydir. Bu yüzden altın ve gümüşten yapılmış süs eşyalarına, tabak ve çanaklara sahip olamayacaklardır. Buraya kadar Platon’un bekçiler için komünal bir yaşam tasarladığı görülmektedir. Ancak yaşantılarının en merak uyandıran kısmı, nükleer ailelere sahip olamayacakları gerçeğidir. Platon, bekçi sınıfı içerisinde kalıcı ve hukuki olan bir bağa karşıdır (Arslan, 2006). Bu bekçiler arasında cinsel birlikteliklere izin verilmediği anlamına gelmez. Platon’un bekçileri için öngördüğü şey, yöneticiler arasında doğan bir çocuğun babasının veya annesinin kim olduğunu bilmeyecek olmasıdır. O çocuk tüm bekçiler tarafından, hepsinin ortak çocuğuymuşçasına yetiştirilecektir. Peki, Platon neden yönetici sınıfın bu şekilde yaşamasını istemiştir? Öncelikle, Platon’a göre bir bekçi ev ve toprak sahibi olduğunda artık bir bekçi olmaktan çıkmış ve ev sahibi olmuştur (Platon, 2005). Bu da bekçilik görevlerini aksatmasına yol açacaktır. Devlet’in faydacıl karakteri burada da karşımıza çıkmıştır. Sokrates’in IV. kitabın başında söylediği “Biz bu devleti kurarken, bir sosyal öbeği diğerlerinden daha mutlu etmeyi değil, bütün devletin mutluluğunu göz önünde tutmuştuk” cümlesi buna örnek teşkil etmektedir (Platon, 2005). Platon, bekçiler arasındaki dayanışmanın devam etmesi için ve aralarında kıskançlık durumunun olmaması için onların böyle komünal bir hayat sürmelerini istemiştir. Çünkü yöneticilerin kendilerine ait mülklerinin olmasının onları diğer yurttaşların rakibi ve düşmanı haline getireceğine inanmıştır. Bir bakıma çoğunluğun mutluluğu adına bir sınıfa mensup kişilerin mutsuz olmasını göze almıştır. Ancak Platon bu durumda bile bekçilerin mutlu olacağına inanmıştır (Platon, 2005).
Platon’un komünizmi ona has bir düşünce değildir. Aslına bakılırsa komünist düşünce Antik Yunan dünyasında ve Helenistik dönemde de yaygın olarak görülmüştür. Virgil ve Seneca gibi düşünürler de mülkiyetin aslında ortak olması gerektiğine inanmış ve özel mülkiyeti talihsiz bir gelişme olarak görmüşlerdir (Ree, 2015). Ancak bu düşünürleri Platon’dan ayıran şey onların mitolojik bir tarih anlayışıyla düşüncelerini dile getirmeleridir; Platon gibi ütopyalar oluşturmamışlardır (Ree, 2015). Geçmişte yaşanmış bir Altın Çağ’da özel mülk olmadığını düşünmüşlerdir. Doğrusu, Platon’un komünizmi ve ütopyacılığı yaşadığı zamana bir eleştiridir. Atina’da sırf zengin olduğu için siyasi güç elde eden kişilerden rahatsızlığını Devlet’te yönetici sınıfın servet sahibi olmaması gerektiğini söyleyerek dile getirmiştir.
Yönetilen sınıfın yaşam tarzı ve özgürlükleri bekçilerinki kadar kısıtlanmamıştır. Bu sınıfı oluşturanları kısaca özetlemek gerekirse, Arslan’ın “para kazanan ve vergi veren sınıf” açıklaması kullanılabilir (Arslan, 2006). Bu sınıf özel mülk sahibi olabilmekte ve aile kurabilmektedirler. Ancak Platon bu sınıfın da servet sahibi olmasının önüne geçilmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, eğer yönetilen sınıf servet sahibi olursa bu onları yönetimde söz hakkı istemeye itebilir, bu da Platon’un bakış açısıyla toplumu adaletsizliğe götürecektir. İkincisi, Platon doğruluk ve zenginliğin ters orantılı olduğuna inanmıştır. Ayrıca eğer bir toplumda hem aşırı zenginler hem de aşırı yoksullar varsa Platon o toplumun aslında kendi içinde ikiye ayrılacağını düşünmüş ve bunun da toplumu ayrıştırıp huzurunu bozacağına inanmıştır (Kayalı, 2019). Fakat yönetici sınıfın yönetilen sınıfın servet sahibi olmasını engelleme gücüne sahip olması ekonominin devlet kontrolünde olduğuna işaret etmez (Arslan, 2006). Tam tersine, Platon ekonominin devletten tamamen ayrılmasını istemiştir. Bu isteğinin temelinde yine Atina’nın Platon’a göre yozlaşmış siyasal durumu yatmaktadır. Platon kimsenin ekonomik gücü yoluyla siyasette söz hakkı almasını istememiştir.
Platon’un Devlet’inde bahsedilmesi gereken bir diğer durum ise bu ütopyada kadının rolüdür. Platon, çağdaşlarının aksine, kadının yönetimde söz sahibi olabileceğini hatta olması gerektiğini söylemiştir. Kadınların fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüz olduğuna inanmasına rağmen bunun bekçilik alanında niteliksel bir farklılığa yol açmayacağına inanmıştır (Arslan, 2006). V. kitapta geçen “kadın ya da erkek cinsin beceriler, yetenekler ve mesleki bakımdan farklı işlere yatkın oldukları görülüyorsa, onlara ayrı ayrı uğraşlar ve işler vermek gerekir. Ama aralarındaki fark sadece, kadının çocuk doğurması, erkeğin de onu döllemesinden ibaret ise, bu onların, mesleki yatkınlık bakımından farklı oldukları anlamına gelmez” cümlesiyle, Platon günümüzde dahi zor görülen bir inanışa sahip olduğunu göstermiştir (Platon, 2005). Platon’un Devlet’inde kadınlar da aynı erkekler gibi eğitim görecek ve yöneticilik yapacaklardır. Buna ek olarak, kadınların sırf kadın oldukları için yönetimden uzak tutulmalarının büyük bir insan kaynağı israfı olduğuna inanmıştır (Arslan, 2006).
Aynı Devlet’in bekçi sınıfında olduğu gibi Ütopya’da da bir komünal yapının hâkim olduğu görülmektedir. More’un yazı bakımından benzeşmenin ve kesişmenin en çok olduğu bölümün sosyal hayat olduğu görülebilir fakat aynı değildir. Öncelikle Ütopya’nın insanının bekçilerin süzülmüş hali olan noktaya yönelimi görülmektedir, çünkü Devlet’te olduğu gibi bir ayrışma yoktur. Sosyal hayatta, toplumda bir bütün olarak yaşar ve ilişkilerini kurmaktadır Ütopyalı. Raphael’in betimlemesiyle Ütopya halkı “bir örnek giyinirler. Yalnız kadınla erkeğin, bekârla evlinin kılıkları değişir. Giysilerde hem güzellik hem de rahatlık aranır. Her aile kendi giyeceklerini kendi yapar” (More, 2018). İnsanların birbirileri ile olan farkı kıyafetleri gibi neredeyse yoktur ve öyle kalması için uğraş gösterilir, bu toplum düzenini sağlamak için kilit bir noktadır ve farklı görüşlerini de ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca çalışma ahlakından ve çalışmanın yüceliğinden çok kez bahsedilir eser içerisinde. Halkın düzenli çalışması, toplumun yararı için en önemli noktaya konur fakat bunun için insanı bezdirmemektedirler.
“Utopia’lılar günün ve gecenin yirmi dört saatini eşit parçalara bölmüşlerdir. Yirmi dört saatin yalnız altı saati işe ayrılmıştır… Üç saat öğleden önce yemeğe kadar; üç saat de, iki saatlik dinlenmeden sonra… Çalışma, uyku ve yemek saatleri dışındaki zamanı, herkes istediği gibi kullanabilir” (More, 2018 s.71).
Bu bölüm kurulu düzenin bir örneğidir. Bu yapıda gelişen Ütopya toplumunun sınıfsal yapıda ayrışmaması da aslında bu ortak çalışma düzenine de bağlanmaktadır çünkü kimsenin diğerinden farklı bir ayrıcalığı bulunmamaktadır. Fakat her şey ile birlikte Ütopya’yı Ütopya yapan şey ailedir. Aile yapısında da bir ortaklık söz konusudur ve bu ortaklık toplumun temel yapısıdır. Daha önceden bahsedilmiş yönetim sisteminden eğitime, eğitimden çalışmaya kadar her noktada aile başı çekmektedir. Şehir düzenlemesi de bu yapıya göre tasarlanmıştır. Her ailenin en az on veya en fazla on altı yetişkinden oluşması istenir. Bu kategorinin dışında kalan her eksik ya da fazla başka ailelerin çocukları ile tamamlanır ve yaşamlarını sürdürür. Aynı bekçilerdeki ortak bakım ilkesi gibi, bütün Ütopya da birbirine bakmaktadır. Çocukların eğitimleri hem aile hem de çalışma ortamı ile birlikte sürdürülmektedir ve bu bir bakıma mülksüz yapının bir başka göstergesidir. Düşünür J.C Davis Ütopya ve onun halkı için düşüncelerini belli bir sorunun ışığında göstermektedir, “Ütopya, gerçek asaletle hareket etmenin, gerçek mutluluğun peşinden gitmenin ve başkalarıyla düşman değil, eşit arkadaş olarak ilişki kurmanın, adaletin hüküm süreceği bir alan olan ve daha iyi bir alan tasarlamanın mümkün olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor” (Davis, 2010). Tabii bu söylemi ile de toplum yapısının farklılığını ve oluşumu ile de bilgi sağlamış olmaktadır. Toplumsal yapısı olsun dünya görüşü olarak olsun “normun” dışında bir bölgeden söz edilebilmektedir. More’un yaşadığı zaman düşünüldüğünde öne çıkan portre de bunu iletmektedir. Derin bir dinsellik ve dogmanın içinde olan dünyada Ütopyalılar bunun tam tersini yaşamaktadır. Devamında aile kavramının üstüne eklemek gerekirse, evliliğin de önemi bu alanda çıkmaktadır. Aile kurmuş bir çift ayrılma hakkına sahiptir “karıkoca birbirini aldatırsa, ya da eşlerden biri dayanılmayacak kadar huysuzsa” bu hakka sahip olurlar, onun dışında evlilik ömür boyudur (More, 2018). Bunun sebebi de düzenlenmiş olan aile yapısıdır. Aile büyükleri her zaman önemlidir ve kimse onların sözlerinden çıkmaz. Tüm söylemlere rağmen karşımıza çıkan en katı ve hiyerarşik bölüm burası olur. Çünkü düzeni sağlamak bu kimselere düşmektedir. Bu toplumun da aslında altında kalan farklı bir grup daha vardır ve bu grup kölelerdir. Bu grubun işleyişi de farklıdır, “Utopia’lılar, bütün savaş tutsaklarını değil de ancak silah elde yakaladıklarını köle yaparlar. Köle çocukları, ya da başka memleketlerde köle olanlar, Utopia’ya ayak basar basmaz özgür sayılırlar” (More, 2018). Bu grubun başlıca görevi, insandan aşağı görüldükleri için kasaplık ile uğraşmalarıdır. Başlıca görevleri her Ütopyalının iğrenç bulduğu her şeyi yapmalarıdır (özellikle et kesimi). Bunun sebebi de Ütopya’nın aslında pasifist bir yapıda olmasıdır. Bu grup her zaman çalışır çünkü bunu hak etmişlerdir ve ayrıca “kendi aralarında köle olanlara daha da sert davranırlar. Çünkü Utopia’lı köleler, bu kadar kusursuz bir devlette, en erdemli şekilde eğitildikten sonra, gene de kötülük yaptıkları için, daha da kötü sayılır” (More, 2018). Söylemlerinin arkasında yatan duruşa da şaşılmaması gerekmektedir çünkü onların düzeni her şeyin üstündedir. Ölüm hakkındaki düşünceleri de aynı şekilde farklılığa eğilmiştir. Her ölüm döşeğinde olanın ölmeye hakkı vardır ve en üst seviye bir önemle bakılır bu kimselere. Ütopyalıların bu davranışı da aslında dini bağlarında yatmaktadır. Ütopya, tolerans seviyesi yüksek bir toplumu örneklendirmektedir. More’un bir başka ayrılış noktası ve muhalif halinin yazıya dökülmüş kısmı din üzerinde görülmektedir. Bölüm More’un düşüncesi ile ilgisinin “More’un yetiştirilmesinde pratik hümanizmin ve yeni doğmakta olan burjuva ideolojisinin çelişkili gerilimleri, yakın çevresine yanıt veren ve diğer-dünyevi ideallere özel bir bağlılıktan muaf olan araştıran ve yaratıcı bir zekâyı beslemek için birleşir” (Chaudhury, 2012 s.26). Bunun sonucunda dini yapısını tasarlarken okuyucuya anlama kolaylığı sağlanmaktadır. Ütopyalılar sonraki hayatın inanışına sahiptirler ama aynı zamanda dinsel bir minimalizm de mevcuttur. Bu dinsel yoğunlaşma insanlar için önemli görüldüğünden dolayı, ölmek üzere olan kimselere iyi bakılmaktadır. Onlar için tanrı “bilinmez, anlaşılmaz, açıklanamaz bir varlıktır… bütün dünyayı bedeni, erdemi ve gücü ile kapsar” (More, 2018). Tanrılarına Baba derler çünkü her şeyi ondan bilirler ve o yaptığı için olmuştur inancı vardır. Monoteist bir yapıdadır bu tanrı ve aslında tabiata tapınma söz konusudur. Çünkü akla en yatkın yapıyı bu görmüşlerdir. Ütopya dini, toleranslı bir dindir ve her şehrin kendine göre bir inanç biçimi de vardır. Kimsenin dini ötekinin üzerinde sayılmamaktadır ve bu katı kurallarla da korunmaktadır. Bunun sonucunda doğan karşı düşüncelere de karşı çıkılmaz fakat yaklaşımları da değişmektedir. “Ütopyadaki ateist, Platon’daki muadili gibi aslında hapse atılmamaktadır, ama bir zindanda olabilmektedir. Çünkü o, fikri ile yanındaki vatandaşını erdemden uzaklaştırma kabiliyetine sahiptir… bu yüzden herhangi bir halka fikrini iletmesi yasaklanmıştır” (Miles, 1956). Bunun sebebi de aslında More’un bulunduğu konumu kitabında belli durumlarda yansıtmasının eseridir. Dönemin inanış özellikleri öne konduğu zaman bunu görmek mümkündür. Kitabi ile aslında “More, iki aşamalı bir devrimi – dini yenilenmeyi ve sosyo-politik reformu – teşvik ediyor, ancak farklı yollarla çözümlere karşı çıkmaya da çalışıyor” (Chaudhury, 2012). Yansımasını da dini duruşu ile Ütopya üzerinde incelenmesi de mümkündür. Ütopya halkı ve karşılıklı ilişkileri bakımından dinin içinde bir bütün olarak radikalleşmese de ayrışmasının da imkânsız olduğunu bildirmekte. Çünkü erdem ve mutluluğu aynı Platonik söylemde ilerletmektedir. Bu söylemin dışına çıkmayan halk da bütün sistemlerini bunun çerçevesinde olmasa da bunun gözetiminde yürütmektedir ve bir açıklığa kavuşturmaktadır. Toplumsal yapılanmanın dini önemini de iki eser de derinlemesine bildirmektedir.
Sonuç
Son olarak, incelenmesi ve karşılaştırılması bakımından büyük önem taşıyan bu iki eserin birbirine bağlı olan noktalarının incelenmesi sonucunda ortaya çıkan buluntular şaşırtıcıdır. Bir diyalog ile başlayan bu eserler düşünürlerin düşence hayatlarını derinlemesine görmek için de oldukça önemlidir. İlk okumada iki eser içerisinde de öne çıkan adalet diyalogu, More’un yapısal olarak Platon’un söylemlerini ve yazım tekniğinden esinlendiğini göstermektedir. Düşünürler, kendi dönemlerinin problemlerini fark edip bunun üzerinde bir düşünce dünyası geliştirmek üzere kafa yormaktadırlar. İki eser içerisinde de bu değişim ve eleştiri isteği, metinlerin oluşumunun temelini oluşturmaktadır. Bu temellerin üzerinde oluşturulan Ütopya kendi içerisinde bir mantık çerçevesinde kurulmaktadır. İki şehrin de genel yapısı bakımından bir betimleme ve bir gerçekçi kurgu hazırlanmıştır. Bu iki kurgu sırasıyla, yeni bir oluşumun başlangıcını ve devam eden “mükemmel” bir düzeni betimleme çabasına girmektedir. Bununla birlikte bir şehrin sadece kurulu olması değil aynı zamanda da yönetimin bulunması gerektiğini ve biçimlerinin kurulmuş şehrin düzenine paralel olmasını istemektedir. Bunun ışığında ortaya çıkan yapılanma iki metinde farklılık göstermekte olsa da iki şehrin ihtiyaçları ve ideali üzerine uygun olduğu izlenimini vermektedir. İki metin de yönetici sınıfın altında yaşayan günlük insanların önemini de göz önünde bulundurmaktadır. Şehri şehir yapan organın “halk” olduğunu vurgulamaktadır. Devlet’in de Ütopya’nın da kendi bünyelerinde bu halkı destekleyecek bir eğitim sistemi mevcuttur ve aynı şekilde halklarına kurulu düzeni benimsetme isteği bulundururlar. Halkın eğitimi üzerinde etkin yetkiye sahip olan bu iki düzen, farklı metotlar kullanmaktadır. İki eserde de ayrılmaların kendini açık bir şekilde gösterdiği oluşum halklarının genel özelliklerinde yatmaktadır. Bir tarafta kurulu düzene bağlı olarak önceden belirlenmiş sınıfları içinde yaşayan ve ölen Devlet’in sakinleri, bir tarafta da toplumsal bir sınıf yapılanmasının olmadığı ve üstüne eşitlikçi bir temele göre yaşan Ütopya vatandaşına tanık olunmaktadır. İnançları ve dinleri bakımında da ayrılan bu iki toplum ne olursa olsun, geniş perspektifte birbirinden ayrılması zor görünmektedir. Çünkü yapısal olarak birbirlerini takip etmektedirler. Antik Yunan felsefesinin orta çağ hümanizmi ile birleşmesine tanık olduğumuz bu eserler bize başka idealler göstermektedir. Zamanlarının sorunlarını ve bu sorunları aşmak için ileriye sürülen dünyaları görmemizde bugün dahi önemlerini hala korumaktalardır. İnsanların hayatları üzerine kurulmuş ve etrafına inşa edilmiş enstitülerle devam ettirilen bu sosyal dünyalar, akademik dünyanın her zaman ilgisini çekmeye devam edecektir.
Sude YATAĞAN
Alper UÇAR
Siyasi Düşünceler Tarihi Staj Programı
Kaynakça:
Annas, J. (1981). An Introduction to Plato’s Republic. Oxford: Clarendon Press.
Arslan, A. (2006). İlkçağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Platon’a. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Atakan, A. (2016). Beşyüzüncü Yıldönümünde Ütopya. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 22(2), 63-114.
Brown, E. Plato’s Ethics and Politics in The Republic, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2017 Edition), Edward N. Zalta (ed.).
Chaudhury, S. (2012). Literature and Beyond: Contextualising More’s Utopia. İstanbul University Journal of Sociology, 3(18), 43-68.
Cornford, F. M. (2003). Sokrates’ten Önce ve Sonra. Ankara: Ayraç Yayınevi.
Davis, J.C. (2010). Thomas More’s utopia: sources, legacy, and interpretation. The Cambridge Companion to Utopian Literature, (E. Gregory Claeys, Ed.) Cambridge University Press. 28-50.
Detienne, M. (2012). Antik Yunan’da Hakikatin Efendileri. (Çev: Beyaz A.) İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
Foster, M. B. (1951). On Plato’s Conception of Justice in the Republic. The Philosophical Quarterly, 1(3), 206-217. doi: https://www.jstor.org/stable/2217247
Kayalı, A. (2019). Platon’un Toplumsal Sınıfları Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum.
Miles, L. (1956). The Platonic Source of Utopia’s `Minimum Religion’. Renaissance News, 9(2), 83-90. doi:10.2307/2857482
More, T. (2006 ). Utopia. (Çev: Eyüboğlu S., Günyol V., Urgan M.) (Urgan, M.). “Thomas More’un Yaşamı ve Utopia’nın incelenmesi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
More, T. (2018). Utopia. (Çev: Genç M.) Ankara: Altınpost Yayıncılık.
Omay, M. (2012). Ütopya Üzerine Genel Bir İnceleme. İstanbul University Journal of Sociology, 3(18), 1-14.
Platon. (2005). Devlet 1-5. İstanbul: Bordo Siyah Yayınları.
Ree, E. V. (2015). Boundaries of Utopia: Imagining Communism from Plato to Stalin. London: Routledge.
Rosen, S. (2005). Plato’s Republic A Study. London: Yale University Press.
Strauss, L. (1957). Seminar in Political Philosophy: Plato’s Republic. Chicago: University of Chicago Press.
Vieira, F. (2010). The concept of utopia. The Cambridge Companion to Utopian Literature, (E. Gregory Claeys, Ed.) Cambridge University Press. 3-27.
Weisgerberg, C. A. (1940). Two Utopias: A Comparison of the Republic of Plato at St. Thomas More’s Utopia. Chicago: Loyola ECommons, 2–72. https://ecommons.luc.edu/luc_theses/708
White, T. I. (1982). Pride and the Public Good: Thomas More’s Use of Plato in Utopia. Journal of the History of Philosophy, 20(4), 329–354. https://doi.org/10.1353/hph.1982.0055