Ak Parti’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yerel seçimleri kazanması, son zamanlarda hem akademik çevrelerde, hem de halk arasında en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Türkiye’nin son zamanlardaki siyasi gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, Ak Parti’nin seçimlerdeki yaklaşık %46’lık bir oy oranıyla elde ettiği bu galibiyeti, birçok kişi için (Gezi Parkı ve 17 Aralık olaylarına rağmen) beklenmeyen bir gelişmeydi.
Ak Parti’nin zaferi dünyanın farklı ülkelerinde; yani Türkiye’nin komşusu olan ve olmayan ülkelerde coşkuyla kutlandı, bundan Üsküp de geri ḳalmadı.
Böyle bir durumda, normal olarak çeşitli çevrelerce birtakım sorular sorulmaya başlanmıştı. Bunlardan ilki: Neden? Bizden yüzlerce kilometre uzaklıkta olan bir ülkenin zaferini kutlamanın nedeni, ne olabilirdi acaba! Bu zaferden bizim faydamız ne olabilirdi ki?
Halk bu soruyu sorarken, belki bir taraftan da Almanya’nın şansölyesi Angela Merkel’in zaferi ile karşılaştırma yapıyordu. Almanya da, Arnavut halkının büyük destekçilerinden birisidir ve bu desteği çoğu kez fiili olarak da kanıtlanmıştır (Örneğin; Almanya, Arnavutluk’un NATO ile bütünleşmesi sürecinde, savaş zamanında Kosova’ya çeşitli desteklerde bulunmuş ve onun bağımsızlığa giden yolunda yardımını eksik etmemiştir. Bugün Arnavutluk, Kosova ve Makedonya gibi ülkelerden binlerce aile Almanya’da çalışmaktadır). Fakat Merkel’in zaferi hiç kimse tarafından kutlanmadı; hiçbir buluşmaya, toplanmaya veya medyada herhangi bir coşkuya rastlanmadı; özellikle de Türkiye’deki seçim zaferi sırasında olduğu gibi canlı bir yayın ile takip edilmedi.
Burada şöyle bir soru sorulmaktadır: Neden böyle bir olay yaşandı? Yani iki ülkede Arnavutların destekçisiyken, neden Almanya için değil de; Türk siyaseti için bu kadar ilgi gösterildi?
Bu sorunun cevabı, özellikle Türkiye’nin son 10 yılda Türk dış politikasında “kamu diplomasisi” aracını çok başarılı bir şekilde kullanmış olmasında yatmaktadır.
Devletlerin dış siyasetinin ve uluslararası itibarlarının kaçınılmaz unsurlarından birisi kamu diplomasisidir. Kamu diplomasisi kavramı, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Genel anlamda gelenekçi klasik diplomasi, devletler arası ilişkileri temel alan bir diplomasidir. Fakat kamu diplomasisi, devlet-toplum veya devlet-birey, vakıf-devlet arasındaki iletişimsel diplomatik bir kanal olarak bilinmektedir. Kamu diplomasisinin temel amacı, uluslararası alanda devletin imajını yükseltmektir. Kamu diplomasisine göre, devletler kendi imajını yükseltmek ya da var olan statükosunu genişletmek hedefindedirler.
Ahmet Davutoğlu’nun Türk dış politikasının başına gelmesiyle birlikte, Türkiye uluslararası alanda kamu diplomasisi politikasını uygulamış ve önemli katkılar sağlamıştır. Bu tür diplomasi, devletlerin kendi amaçlarına ulaşabilmesi için güçlü bir araca dönüştürülmüştür ve devletleri bu yöntem meşru kılmaktadır. Çünkü meşrutiyet, XXI. yüzyıl uluslararası ilişkilerinin kaçınılmaz bir sonucudur. Bunu Türkiye, Başbakanlık çerçevesinde kamu diplomasisi ofisini açarak kanıtlamıştır. Türkiye uluslararası alanda etkin olabilmek için çeşitli diplomatik ve politik araçlar kullanmaktadır. Örneğin; Balkan ülkelerine yönelik olarak, Türkiye en az 4 farklı yöntem kullanmaktadır:
1. İhtilafli olan komşu ülkelerine arabuluculuk yapmak,
2. Ekonomik yatırımlar yapmak,
3. Kültür etkinliği yapmak,
4. Türk sivil toplumunu aktif hale getirmektir.
Birinci yöntem hakkında Ahmet Davutoğlu, Türkiye Dış İşleri Bakanı olduktan sonra, Balkanlar’da arabuculuk yapma girişimlerini oldukça artırmıştır. Bu çerçevede Türkiye, Sırbistan – Bosna Hersek arasında arabuluculuk yapmıştır ve bu olay uluslararası kamu oyunun ilgisini çekmiştir.
Bunun gibi, Türkiye Sırbistan’daki siyasi ve dini gruplar arasında uzlaşıyı sağlamak için arabuluculuk yapmış ve bu faaliyet Türkiye’nin uluslararası siyasetteki önemini artırmıştır. Bunların dışında, Bosna’daki Türkiye Sırbistan parlamentosu soykırıma karşı olan bildirisini kabul etmesi için dolaylı olarak etkilemiştir. Ayrıca Erdoğan, Türkiye’nin Kosova ve Sırbistan arasında arabuluculuk yapması için özen göstermiştir.
Türkiye’nin Balkanlarda etkin olabilmesini sağlayan ikinci yöntemi, ekonomik yatırımlardır. Türkiye’nin; iletişim, taşıma, banka, inşaat ve diğer ekonomik sektörlerdeki yatırımları, Balkan ülkeleri tarafından iyi karşılanmış ve ileride de bu iş birliğinin devam etmesini dile getirmişlerdir. Türkiye’nin aynı zamanda, Balkan malları için imtiyazlı bir yaklaşımı vardır. Bütün bunlar, Balklanlar’da Türkiye’nin önemini artırmıştır.
Balkanlar’da, Türk kamu diplomasisinin belki en önemli araçlarından birisi kültürel etkinliğidir. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak; tarihsel ve geleneksel olarak Balkan ülkeleriyle iyi ilişkiler içerisinde bulunmuştur. Bu bağlamda, Türk müziği, Türk mutfağı, gelenek ve görenekler, akraba ilişkileri ve en son Türk dizileri Balkan ülkelerinde her yerde mevcuttur ve bunlar hala devam etmektedir. Bütün bunlar, Davutoğlu’nun öngördüğü gibi, onun “yumuşak güç” politikasıyla uyuşmaktadır. Sayın Davutoğlu, kendi kitabı olan “Stratejik Derinlik”te, Türkiye’nin pro-aktif bir dış politika izlemesi gerektiğini ileri sürer ve bu politika çerçevesinde Balkan ülkeleriyle tarihsel ve kültürel bağlarının Türkiye için bir avantaj olduğunu öngörür.
Balkanlar’da Türk kamu diplomasinin çerçevesinde son yöntem, sivil toplum ile ilgilidir. Özellikle bu alan, Türkiye’nin öğretim alanında etkinliğini göstermektedir. Böylece, 90’ların başında Türkiye çok sayıda okul açmıştır. Bugün Makedonya, Bosna ve Kosova’da yirmiyi aşkın okul bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, Batı Balkan ülkelerinde Türk üniversiteleri de vardır; bunlar Uluslararası Sarayevo Üniversitesi, Üsküp’te Uluslararası Balkan Üniversitesi (International Balkan University)’dir.
Böylece, bu yazıdan, Türkiye’nin kamu diplomasisinin dış faktörlere olan etkisini; ayrıca Ak Parti ve Sayın Erdoğan’ın zaferlerini açıkça anlayabiliriz.
Deniz Memedi
Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (Doktora)
*Bu yazı ilk olarak “Ilim Yayma Vakfi / Bulten 2015 Ocak – Sayi 9″ da yayınlanmıştır.