Usame Bin Ladin ve ABD: Oyunun Sonu

11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak son 10 yıldır Amerikan politikalarında sürekli bir şekilde öne çıkan Usame Bin Ladin’in öldürülmüş olması başlı başına önemli bir olay olmakla birlikte sonuçları üzerinde daha ciddi tartışmalar yapmak gerekir. Yapısal olarak bakıldığında El-Kaide’nin hiyerarşik bir örgütlenme modelinden ziyade ideolojik bir yapı olarak görülmesinin daha doğru olduğu yönündedir. Usame Bin Ladin, El-Kaide’nin temsil ettiği ideolojik duruşun lideri konumunda olan bir kişilik olarak değerlendirmek gerekir. Usame Bin Ladin ve onun temsil ettiği ideolojiyi daha iyi anlayabilmek için Hasan Sabbah’ın yapısı ve ideolojiyle birlikte ele almak da mümkündür. Kendisi dışındaki bakış ve düşünceleri din dışı gören anlayış, sivillerin yaşamını yitirdiği eylemleri de kutsal savaşın içinde değerlendirmiş ve bu bağlamda İslam coğrafyasından Amerikan kıtasına kadar olan tüm dünyayı küresel bir savaşın yürütüldüğü alanlar olarak görmüştür.  

Örgüt Olarak El-Kaide ve Usame Bin Ladin 

Örgütsel düzeyde El-Kaide’nin kuruluş felsefesini ve örgütlenme modelini Afganistan’ın SSCB’nin işgali sırasında Amerikan istihbarat yapısının desteğiyle kurulduğu görmek gerekir. ABD ve Suudi Arabistan’ın El-Kaide’nin bir örgüt olarak ortaya çıkmasında ciddi şekilde rol oynadığı ve Afganistan işgali sonrası dönemde bu gruplarla doğrudan ilişkilerini sürdürdüğü bilinmektedir. 11 Eylül saldırısından sonra ise Amerikan yönetimi Usame Bin Ladin’e ev sahipliği yapan Afganistan’ı hedef tahtasına yerleştirerek, günümüze kadar süren Afganistan işgali projesini hayata geçirmiştir. Afganistan işgali küresel düzeyde yeni bir çatışmanın da başlamasını yol açarken Amerikan yönetimi El-Kaide unsurlarının varlığı nedeniyle birçok ülkeye ya saldırı düzenlemiş ya da bunları açıkça tehdit etmiştir. Amerikan yönetimi tarafından 11 Eylül saldırıları sonrası tehdit edilen ülkeler arasında Suudi Arabistan gibi ABD’ye yakın ülkeler olması da dikkat çekicidir. Bu bağlamda düşünüldüğünde El-Kaide’nin ABD ve Amerikan çıkarları açısında etki daraltıcı değil aksine etki genişletici bir rol oynadığı görülmektedir. Çünkü El-Kaide unsurlarının varlığı dolayısıyla açık tehdit haline gelen ülkeler istihbarat başta olmak üzere birçok alanda Amerikan istihbarat ve güvenlik birimleriyle daha sıkı bir işbirliğine yönelmek zorunda kaldılar. Bu durum doğal olarak ABD’nin bu ülkeler üzerindeki etkisini genişletmesine yol açmıştır. Oysa Soğuk Savaşın bittiği ve SSCB gibi açık tehditlerin son bulduğu bir dönemde ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda daha bağımsız dış politikaları yönelmeleri gündemdeydi. Bilindiği üzere 2003 İstanbul saldırılarından sonra da Türkiye’nin El-Kaide unsurlarının varlığı nedeniyle ABD ile daha yakın bir istihbarat ve bilgi paylaşımına gitmiştir. Bu durum kurumsal düzeyde ABD ile söz konusu ülke arasında daha organik bir işbirliği sürecinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 

Amerikan çıkarları açısından düşünüldüğünde El-Kaide’nin uzunca bir dönem ABD’nin agresif ve yayılmacı politikalarının bir aracı haline geldiği görülmektedir. George W. Bush döneminde dile getirilen düşman tanımlamasında ABD ile işbirliği yapmayan ülkelerin doğrudan düşmanla işbirliği yapan ülkeler safında değerlendirildiği “ya bendensiniz ya da düşmansınız (El-Kaide’den)” tarzında bir strateji hâkim olmuştu. Bu stratejiyi ilk başta kabul etmeyen birçok ülkede daha sonraları kendi topraklarında el Kaide unsurlarının saldırısı sonucu Amerikan yönetimiyle işbirliğine yönelmek zorunda kalmıştı. 

Diğer yandan yaklaşık 10 yıldır Usame Bin Ladin’in peşinde olduğunun ilan edilmesine rağmen Usame Bin Ladin’i oldukça savunmasız ve Pakistan’ın başkentine oldukça yakın bir yerlerde yaşıyor olması da dikkat çekicidir. Diğer yandan düzenlenen operasyonda netlik kazanmayan bir diğer olgu ise Amerikan güçlerinin Usame Bin Ladin gibi bir lideri sağ yakalamak varken neden ölü ele geçirdikleridir. Sağ yakalanması ihtimaller arasında iken doğrudan Usame Bin Ladin’in ortadan kaldırılması gelecek dönemlerde oldukça farklı senaryoların da tartışılmasına açık kapı bırakmıştır. Diğer yandan sağ yakalanacak Usame Bin Ladin’in çıkarılacağı mahkemede neler söyleyip söylemeyeceği ise hiçbir zaman bilinmeyecektir. Böylelikle tüm bunların yolu kapanmış oldu.

Usame Bin Ladin Sonrası El-Kaide 

Usame Bin Ladin öldürüldükten sonra El-Kaide örgütün varlığı ve misilleme yapıp yapmayacağı ciddi şekilde tartışılmaktadır. Usame Bin Ladin sonrası dönemde El-Kaide veya bir başka isimle de olsa radikal gruplar varlığını sürdürecektir. Bir ideoloji olarak radikal unsurların varlığını sürdüreceğini öngörmek gerekir. Nitekim Hz. Ali’yi öldüren Haricilerden Hasan Sabbah’a ve günümüze kadar dini farklı şekilde yorumlayan birçok oluşumun her zaman toplum içinde var olduğunu görmekteyiz. Bu Hıristiyan dünyasında da veya Japonya’da Shoko Asahara tarafından kurulan Aum Şinrikyo gibi örgütlerde de olan bir durumdur. Temelde kendisi dışında dini yorumlayan farklı görüşlere karşı yok edici bir mantıkla hareket ederler. Dolayısıyla Usame Bin Ladin’in öldürülmesi en azından günümüzde İslam dünyasında radikal ideolojinin temsil ettiği önemli bir liderin yok edilmesi olarak görülmekle birlikte bu ideolojinin yok olacağı anlamına gelmemektedir. Bununla birlikte ideolojinin zayıflamasına ve zaman içinde toplum içindeki etkisinin azalmasına yol açabilir.

Misilleme olarak örgütsel olarak El-Kaide’den ziyade doğrudan ideolojik olarak El-Kaide ile kendisini özdeşleştiren kişi, grup ve örgütlerin eylemlerde bulunması kuvvetle muhtemeldir. Söz konusu kişi ve örgütlere göre düşmanlarla küresel düzende bir savaş yürütüldüğünde her zaman eylem ve misilleme saldırısı yapmak dini bir görev olarak tanımlanmaktadır.

Saldırılar sırasında sivillerin ölmesi konusunda ise oldukça farklı bir bakış açılarına sahip oldukları görülmektedir. Bunlara göre yürütülen “kutsal savaşta” saldırı yerinde bulunanlar günahsız olarak şehit olmaktadırlar. Kaderlerinin o an saldırının yapıldığı yerde olmalarını yazdığından bunlar ölseler bile dinen günahsız kabul edilmektedirler. Diğer yandan düşmanla savaşta sivillerin öldürülmesi de bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu mantıktan bakıldığında El-Kaide ideolojisini benimseyen grup ve ya kişilerin sivillerin de içerisinde yer alacağı misilleme saldırıları düzenlemesi ihtimaller arasındadır. Diğer yandan örgütsel düzeyde Arap Yarımadasında da Amerikan diplomatik birimlerine veya sivillere yönelik saldırıların gerçekleştirilmesi daha mümkün olabilir.

Tüm bunların yanında El-Kaide dahil olmak üzere bu tür grupların bulunduğu ülkelerde ya söz konusu ülkenin istihbarat birimleri ya da diğer ülkelerin istihbarat birimleri ile ilişkili oldukları iddiası da ilginçtir. Örneğin, Yemen’de Abdullah Salih’e muhalif olmaya başlayan bazı yöneticilerin Başkan’ı El-Kaide’yi kullanmakla suçlamaları dikkat çekicidir.

Ortadoğu’daki Değişim ve El-Kaide

Tunus’la başlayan ve Suriye dahil bir çok ülkede süren olaylar bir yandan Ortadoğu’da yeni bir siyasal sürecin başlamasına yol açarken diğer yandan da yeni rejimlerin ortaya çıkmasına da yol açmaktadır. Bu bağlamda analiz edildiğinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan yeniden siyasal, idari ve toplumsal yapılandırma süreçlerinde El-Kaide’nin savunduğu düşüncelerin de siyasal sistemde kendisine yer edinmek için çaba harcayacağı düşünülebilir. Özellikle Irak örneğinden sonra istikrarsızlık yaşayan ülkelerde El-Kaide’nin kısa sürede kendisini destekleyen bazı toplumsal grupları yaratmada başarılı olabileceği öngörülmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yeniden yapılandırıldığı şu günlerde El-Kaide dahil olmak üzere radikal unsurların sürecin dışına itilmesi için Usame Bin Ladin’i öldürülmüş olması oldukça önemli olacaktır.

Diğer bir deyişle Usame Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra radikal akımların yeni yapılandırma süreçlerinde aktif bir aktör olarak yer almalarının yolu kapatılmış olmasa da zayıflamış olacaktır. Çünkü yeni siyasal ve idari yapılandırma süreçlerinde radikal unsurların daha kolay bir şekilde toplumsal destek bulabileceği bir ortam ortaya çıkmaktadır. Bu tür örgütler ortaya çıkan güvensizlik ve güç boşluğunu kendileri adına doldurmada başarılı bir stratejisi izleyebilirler. Oysa Usame Bin Ladin’in öldürülmesi ile birlikte en azından sembolik bile olsa El-Kaide’nin bu bölgelerde rejimlerin varlığını doğrudan tehdit edecek bir yapı olmasının önüne geçilmeye çalışılmış olabilir.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni bir siyasal süreç başlarken, El-Kaide gibi unsurların bu süreçte yer almaması hem Amerikan çıkarlarının korunması hem de bölge ülkelerinin bu süreçleri daha sağlıklı tamamlayabilmesi için önemli olacağı öngörülmektedir. Böylelikle Batıya rağmen Batının değerlerini kendi ülkelerinde kurmak isteyen ülkelerde radikal unsur ve ideolojilerin bir alternatif olarak öne çıkmasının da önü kapatılmış olunacaktır.

 

Doç.Dr.Veysel AYHAN

ORSAM Uzmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1818

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...