Umuda Yolculuk: Barış Treni

 

 

Belki de hiç dönemeyeceğimiz bir yerden,belki de hiç varamayacağımız bir yere yaptığımız yolculuğun adıdır, umuda yolculuk; barış treni.

 

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kemalist doktrin üzerine  inşa edilmeye çalışılan ulus devlet paradigması, küçük bir zümrenin denetiminde yönetilmesi amaçlanan, dört tarafı düşmanlarla çevrili  bir ülkeyi, kendi hayat tarzlarını ve inançlarını yaşama özgürlükleri olmayan cahil, geri kalmış ve acilen medeniyetleştirilmesi gereken bir toplumu  tahayyül ediyordu.

Osmanlı’nın son dönemlerinde devlet kadrolarını esir alan İttihat ve Terakki zihniyeti, isim ve ambalaj değiştirerek Cumhuriyet’in yeni kadrolarında yıllarca ülkeyi bölünme korkusu ve tektipleştirme projesiyle yönettiler.  Bu paradigma laisizm ile Sünniliğin harmanlaşması  üzerine kurulu İslam anlayışını benimseyerek, ülkede ki gayri müslim unsurları dışlarken,  Türklük üzerine kurulu milliyetçilik anlayışı ile de Kürtler ve diğer ırkları ötekileştiriyordu. Onlarca yılı,  merkez dışında kalan ötekiler bu devlet anlayışının mağduru olarak geçirdiler.  Bu süre zarfında ortaya çıkan Kürt sorunu,silahlanarak  daha büyük bir güvenlik sorunu haline geldi. Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan gibi isimler zaman zaman bu sorunu çözmeye kalkışsa da ya fikirlerinden esrarengiz bir şekilde vazgeçtiler ya da çözmelerine fırsat dahi verilmedi. Türkiye,  giderek büyüyen ve neredeyse bütün ülkeyi saran bir yangını  daha fazla ateşle söndürmeye çalıştı.  Halbuki problemler onları yaratan düşünce tarzlarıyla çözülemezlerdi.

 

Yıllar geçiyor, Kürt sorunu büyüyerek devam ediyordu. Soruna resmi ideolojinin ötesinden bakan Erdoğan neye mal olursa olsun bu sorunu çözeceğini ilan ediyordu. Fakat sorunu çözmeye yönelik her girişim devletin kılcal damalarına sızmış İttihat ve Terakki zihniyetinin farklı kanatları tarafından bertaraf edilmeye devam ediliyordu. Parti kapatma girişimleri, medya ve istihbarat operasyonları,  darbe girişimleri, tutuklamalar, onlarca provokasyon girilen bu yoldan dönülmesi içindi. PKK’nın içinden, farklı partilerden, medyadan, paralelden hatta hükümetin kendi içinde bile gelen bu direniş Türkiye’nin çözmeye çalıştığı problemin hem ne kadar önemli hem de ne kadar zor olduğunu gösteriyordu. Nihayetinde  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi hayatından daha fazla risk barındıran bu sorunu çözmek için gösterdiği cesaret ve toplumun barışa olan özlemi  bütün engellere rağmen barış sürecini silahların sustuğu bir noktaya taşıdı.

 

 Çözüm süreciyle birlikte silahların sustuğu ve anaların ağlamadığı yılları geride bırakmaya başladık. Fakat hala karşımızda silahlı ve içinde her zaman çatışmayı seçmeye hazır hücrelerin bulunduğu bir örgüt ve Türkiye’yi çıktığı bu yolda makas değiştirmeye zorlayacak onlarca unsur duruyordu. Normal bir Avrupa ülkesinin 50 yılda yaşayacağı kırılmaları ve saldırıları 10 yılda yaşamış bir ülke olarak daha dikkatli olmak ve daha fazla çalışmak zorundaydık. Devletin muhataplarıyla yürüttüğü süreç,  siyasi hesaplar nedeniyle dalgalanmalar yaşabilirdi. Ama tüm bunlardan bağımsız olarak bireyler, sivil toplum örgütleri, düşünce kuruluşları,  gazeteciler  velhasılı barışa dair inancı olan herkes çözüme katkı sunmalıydı.

 

Riskler barındıran ve cesaret isteyen bu soruna açıkçası ülkede ki bir çok sivil toplum örgütü sırtını dönmüş, yeteri kadar inisiyatif almamıştı. Ama çoğu genç  insanlardan oluşan Barışa Bak Platformunun planladığı , İstanbul’dan Diyarbakır’a doğru hareket eden Barış Treni , tarihi bir misyonu omuzlarına alarak yola çıkıyordu. İstanbul’dan Anadolu’ya uğurlanan barış treni henüz Kırıkkale’deyken provoke edici bir saldırıya maruz kalmış, stantları yıkılmıştı. O zamana kadar,  bu projeyi tek bir kez bile haber yapmazken, küçük bir olayı dakikalarca büyük çatışma gibi ekranlara taşıyan ana akım medya, ne Kırıkkaleli amcanın katılımcılara nazar boncuğu dağıtarak gösterdiği barış umudunu söndürebildi, ne de bu treni yoldan çıkarabildi. Tam tersine bu trenin ne kadar doğru bir yolda olduğunu tekrar hepimize gösterdi.  Yani bu sorunu çözmek için yola çıkmış herkes gibi bu trenin yolcuları da yollarından vazgeçirilmeye çalışılmıştı.

 

 40 yıl öncesinden 40 yıl sonrasına giden bir trene bindiğimin farkındaydım. Bu yolculuktaki her anımın tarihe tanıklık etmek olduğunu biliyordum. Kayseri’den bindiğim barış treni,harekete geçtiği o anda kendime dedim ki, asla yaşadığın anın içinde kaybolma, çünkü burada göreceğin her şey kendini,  ülkeni ve tarihini anlaman için  önemli bir fırsat olacak.  Nitekim bindiğim andan itibaren tren içinde ki katılımcıların farklı yaş, meslek, kültür ve fikir dünyalarından geliyor oluşu, trenin içinde adeta küçük bir Türkiye oluşturmuştu. Bu nedenle genelde gözlem yaparak ve insanların hikayelerini dinleyerek geçirdim trende ki zamanımı. Herkesin heyecanı ve mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Sanki bir durak öncesinde saldırıya uğramış, stantları yıkılmış insanlar onlar değildi. Yolculuk başlamıştı. Pencereden dışarıyı izlerken, yemyeşil ovaları, masmavi gökyüzünü, başı karlı dağlara komşu eden ülkemin güzelliğine dalıyor, Allah ömür verirse yıllar sonra bugünleri çocuklarıma nasıl anlatacağımı düşünüyordum.

 

Gittikleri her şehirde, barış fidanları eken , insanların barışa dair düşüncelerini dinleyen, farklı sivil toplum örgütlerini bir araya getiren insanlar, Sivas’ta da medya tarafından gaza getirilmiş bir grubun direnişiyle karşılanıyordu. Yine de vazgeçmiyor, bütün tehditlere rağmen yoluna devam ediyordu. Niyet hayır,akıbet hayır diye yola çıkan insanlar, zırhlı araçlarla taşınmayı, yüzlerce polis tarafından korunmayı elbette yadırgamıştı. Yerel halka ulaşmak ve onların sesini diğer bölgelere taşımak maksadını taşıyorken, küçük bir zümrenin baskısı nedeniyle Sivas halkının gerçekte neyi istediğini duyamamak açıkçası üzücü olmuştu.  Neyse ki barış gönüllüleri Malatya’da müthiş bir ilgiyle karşılanıyor,  yediden yetmişe herkesin barışa dair umutlarını Diyarbakır’a taşımak üzerine yüklüyordu heybesine.

 

Yolun başında çeşitli ithamlara maruz kalan tren yolcuları, yolun ortasında Apocu, bölücü olmakla, yolun sonuna doğru ise de Selahaddin Demirtaş’ın açıklamarıyla hükümet projesi olmakla itham ediliyordu.  Bu açıklamalar yerelde yankı bulmuş, daha önce yapılan anlaşmalardan vazgeçilme ihtimali ortaya çıkmıştı. Bu gergin anların yaşandığı saatlerde, tren çoktan Diyarbakır’a doğru hareket etmişti. Açıkçası vardığımızda bizi neyin beklediğine dair hiçbir fikrim yoktu. Korkum, başımıza bir hal gelmesi değil, bu açıklamalarla yine gaza gelmiş küçük grupların , böyle güzel bir projeyi sürece zarar verecek bir noktaya taşıma ihtimalleriydi. Neyse ki gece aradaki yanlış anlaşılmalar halledilmiş, Diyarbakır’a varmıştık.

 

Bir tarafta davul zurnayla halay çeken insanlar, bir tarafta ellerinde ki gülleri barış gönüllülerine dağıtan halk, bizi Diyarbakır’da iki gün neyin beklediğini gösterir gibiydi. Şehrin meydanına kurduğumuz stantta yoldan geçen insanlara derdimizi anlatmaya başlamıştık. Adını yazacak Türkçesi olmadığı için bize yazdıran, belki de hayatında üç beş defa bir yerlere imza atan dedelerimiz, ninelerimiz , barış için dediğimizde tereddütsüz imza atmaya koşuyorlardı. Belki de acıdan kendi payına en çok düşen insanlardı bunlar. Belki kimileri sürgün edilmiş, belki kimileri işkenceler görmüş, belki kimileri çocuklarını kaybetmişti. Ama barışın ne olduğunu henüz yeterince anlamamış heyecanlı Türk-Kürt milliyetçisi gençlere, ağırlığını bastonuna vermeden yürüyemeyen, yüzüne yılların attığı çentiklerden çokta yaşlı olduğunu anladığım bir dedemin sözü ders verir nitelikteydi. ”Bu toprakların kaderinde barış içinde yaşayacağınız günler yazıyor. Hiç telaşlanma evlat, belki ben göremem ama inşallah sizler göreceksiniz ”..Hayır dedeceğim, sen de göreceksin demek isterdim, lakin biliyorum ki almamız gereken çok yol var..

 

Bir günü Diyarbakır’ın eşsiz tarihi yapılarının içinde geçirmiş, 2.gün nevroz alanına doğru yola çıkmıştık. Yolda yağmur nedeniyle geri dönemeye başlamış insanlara inat, uzunca bir yolu katetmiş ”savaşın kazanılamayacak bir boyuta geldiği, silahların bırakılması gerekildiğini” belirten tarihi mektubu dinlemiştik. İnsanların yüzlerine bakıyordum, memnuniyetsizlik arıyordum ama görmedim. Anladım ki bu insanlar yorulmuşlar ve barışı istiyorlar.Ha bir dostumun sorduğu gibi, barışı kim mi istiyor?  Savaştan canı yanmışlar, çocuklarını korkmadan sokağa, askere, okula göndermek isteyenler. Üç kuruş kazanan iş yerinin kepenklerini türlü baskılarla kapatmak zorunda olanlar. İşsiz olduğu için sevdiği kıza kavuşamayan genç adam. Parası olmadığı için çocuğunu okula gönderemeyen baba. Oğlu askerde anne, sevdiği gurbette genç kadın.. Ucundan kıyısından bu ateşin yaktığı herkes barışa hazır. Peki kim mi barışı istemiyor? Sosyal medyada ki klavye delikanlıları, savaş bittiğinde koltuklarını kaybedecek parti yöneticileri, hayatını bu savaşın yarattığı kaos üzerine kuran uyuşturucu, sigara karteli sahipleri, savaşmaktan başka hiçbir şeyden anlamayan eli silahlı birtakım örgütçüler, Kürt sorunu ben demeden çözülemez diyen egosu tavan gazeteciler, sokakları yağmalayarak, evleri-arabaları ateşe vererek fikir beyan ettiğini sanan gençler ve elbette Türkiye’nin ayağına pranga olmuş bu sorunun çözülmesini istemeyen  eski dünya süper güçleri.. Eski dünya diyorum zira biliyorum ki bu sorun çözüldüğünde bu ülke ve bu bölge toplumları, bugün dünyada var olan adaletsiz düzeni  yeniden değiştirecek kadar güçlü olacaklar. Biliyorum ki ülkem de bu tren gibi belki ”hiç dönemeyeceği bir yerden belki de hiç varamayacağı bir yere yolculuk ediyor.”  Bu yolculuğun adı umut.. Niyet hayır, akıbet hayır olsun..

 

Küçük bir not:

Kırıkkale’de nazar boncuğu dağıtan amca var ol!

Sivas’ta gece yarısı yanına gidip, ” bizim için bu soğukta nöbet tutuyorsunuz, bir çay için dediğimde”, ”Siz olmasanız da başka bir yerde durabilirdik ama burada sizin için durmak benim için şereftir” diyen polis abi var ol!

Malatya’da ”ben doksanımı devirdim, çok şey gördüm, çok şey yaşadım ,çok yer gezdim . Allah bu acıları bir daha bize yaşatmasın” diyen ninem var ol!

Diyarbakır’da barış için geldik dediğimde, ”başımızın üstünde yeriniz var” deyip çayın parasını almayan genç adam, var ol!!

Bu kadar güzel bir projeyi ortaya koyan ve buna katkı sunan insanlar, var olun!

 

Fethullah Ceylan 

TUİÇ Üniversitelerden Sorumlu Başkan Yardımcısı 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...