Güç, sahip olunan varlıkla doğru orantılı olarak başkalarına emretme kabiliyeti veren yetenektir. 1945’ten sonra Realist çevrenin, 1990larla birlikte de çağdaş yazarların yaptığı güç tanımları oldu. Realistler gücün temel unsurunu askeri güç olarak görürlerken, çağdaş anlamdaki güç, maddi güç unsurlarının ön planda olduğu şeklindedir. Teknoloji, ekonomi gibi unsurlar belirleyici olmaktadır.
Güç bir devletin diğer devletler üzerinde etki kapasitesine sahip olup olmadığını gösterir. Gücü kullanarak devletler bir şeyin yapılmasını, yapılmamasını yahut aynı kalmasını sağlayabilirler.
Uluslararası sistemin anarşik olması sebebiyle, uluslararası ortam herkesin başının çaresine bakmak zorunda olduğu bir ortamdır ve devletler bu anarşik ortamın birincil aktörleridir. Herhangi bir canlı gibi devletlerin de anarşik ortamda birincil amaçları hayatta kalmaktır. Güvenliği temin etme yolunda, en güvenli durumun da “en güçlü” olunan konumda sağlanabileceği varsayılır. Ancak sıklıkla vurgulanan “güçlü olmak” ne anlama gelmektedir.
Dış politika analizlerinde hemen bütün yaklaşımların başvurduğu bir kavram olmasına karşın, gücün içeriği ve nasıl ölçülebileceği konusunda net bir uzlaşı yoktur.
Nye’e göre güç hava durumu gibidir; yani herkesin hakkında konuştuğu ancak çok az kişinin işleyiş mantığını anladığı bir kavramdır. Çünkü kavram basitleştirildikçe anlamını kaybetmekte, bu da yapılan analizleri, tanımları eksik bırakmaktadır.
Güç sahip olunan maddi ve manevi varlıkların toplam, başkalarını etkileme ya da başkalarına emretme kabiliyeti çerçevesindeki ilişki şeklinde tanımlanır. Öncelikle burada maddi ve manevi varlıklar olarak tanımlayabileceğimiz potansiyel gücü irdelemek gerekecektir. Bu gücü oluşturan öğelerin bir kısmı bütünüyle maddi-fiziksel nitelik taşırken, diğer bir kısmı da insani, moral bir nitelik taşımaktadır. Coğrafi pozisyon, doğal kaynaklar, askeri hazırlık derecesi, ekonomik kapasite, gücün maddi öğeleri iken; ulusal karakter, ulusal moral diplomasinin ve hükümetin kalitesi manevi varlıklardır.
Güç kavramının hassas tanımı açısından gücün sahip olma ile ilgili potansiyel yönü ile ilişkisel (relational) yönü arasındaki ayrım üzerinde durmakta yarar vardır. Burada dikkat edilmesi gereken olgu, ikincisinin birinciyi kapsamasına karşılık, tersinin geçerli olmamasıdır. Buradan hareketle sahip olunan varlıklar başkalarıyla etkileşim içerisinde kullanılmadığında, bunların başkalarını etkileme veya başkalarına emretme yeteneği vermeyeceği ortadadır. Yani güç başkalarıyla iletişime geçildiğinde ortaya çıkan bir sonuçtur. İşte bu noktada, gücün ilişki boyutu öne çıkıyor. Öyleyse güç göreceli bir kavramdır ve ancak başka ülkelerin sahip olduğu kapasitelerle karşılaştırıldığında anlamlı oluyor. Güç, kapasitenin kullanılacağı bir devleti ve bu devletle ilişkiyi gerektirir. Aralarında hiçbir ilişki bulunmayan iki ülkenin sahip olduğu kapasitelerin birbirine karşı herhangi bir anlamı yoktur.
Ancak burada üzerinde durulması gereken nokta şudur ki; güç sahip olunan maddi varlıkların ve onları kullanma becerilerinin basitçe karşılaştırılmasından doğan sonuç değildir. Devletlerin dış politika amaçlarını belirlemeleri, iç örgütlenmelerini etkin kılmaları ve bu ikisi arasındaki dengeye dayalı dış politika eylemleri sergilemeleriyle ilgilidir. Güç, sahip olunan potansiyeller ile dış politika amaçları arasında optimum dengenin sağlanmasına bağlıdır. Kuveyt’in işgaline baktığımızda Saddam’ın dış politika amacı Kuveyt’i ele geçirmekti. Ama ülkenin sahip olduğu güç ile dış politika amacı dengede değildi.
Başka bir örnek vermek gerekirse İzlanda herhangi büyük bir devletle kıyaslandığında küçük ve nicelik olarak da güçsüz bir devlettir. Bununla birlikte, bugünkü uluslararası sistemde İzlanda birçok büyük devletten daha fazla güvendedir. Diğer taraftan, ulusal çıkarın, maddi güç ölçütünde tanımlandığı bir ortamda ABD’nin sahip olduğu güç tartışmasızdır. Ama ABD’nin sahip olduğu güç, ABD’ye İzlanda’nın sahip olduğu güvenliği sağlamaz. Bunun sebebi, İzlanda’nın sahip olduğu varlıklarla uyumlu dış politika hedefleri belirlemesidir. Devletin ölçeği büyüdükçe devlet ile uyumlu dış politika hedefleri belirleme yeteneğinin azaldığı bir gerçektir. Ölçek büyüdükçe ilgilenilmek zorunda olan alan büyümekte ve muhatap alınan aktörlerin sayısı artmaktadır.
Bu denge konusunda söylenebilecek bir diğer şey de, potansiyel güç unsurlarından birine fazlaca önem verilerek diğerlerinin ihmal edilip edilmediği hususudur. Bir devlet askeri alana çok ağırlık veriyor, diğer alanları-ekonomi, sağlık, eğitim vb.- konuları ihmal ediyorsa, bu devlet, politikalarını dengeleyemediğinden gücü sınırlı kalacaktır.
Öte yandan güç kavramını incelerken “bir devlet hangi ilişkide, hangi bakımdan güçlüdür” buna bakmamız gerekiyor. Mesela, “ABD çok güçlü bir devlettir” demek çok doğru bir ifade tarzı değildir.
Bu kapsamda, gücün temel niteliklerinden olan algı da burada ehemmiyet arz eder. Algıdan kasıt, binevi niyet okumadır. Bu bağlamda algılama, hem güç uygulayan bir devletin kendi kapasitesini algılaması ve bunun amaçları ile uyumlu olup olmadığını belirlemesi, hem de aynı kapasitenin diğer ülke tarafından algılanması açısından anlam taşır. Ayrıca bir ülkenin diğer ülkenin kapasitesini algılaması ve kendine karşı gösterebileceği tepkinin derecesini tahmin edebilmesi, dikkate alınması gereken faktörlerdendir. Yani algı, bir ilişki içinde söylenenlerin diğer taraf açısından nasıl anlaşıldığıdır. Devletler algı üzerinden birbirlerini yönetirler. Eğer algı yanlış anlamalar üzerine kurulursa savaş çıkabilir. 1962 Küba Ekim Füzeleri krizi buna örnek teşkil eder.
Öte yandan devletlerin algı şekilleri değişebilir. Mesela, İsrail nükleer silahlara sahip olduğu takdirde diğer devletlerin bu ülke üzerinde algılarında değişim olacaktır.
Sonuç olarak, devletler ulusal çıkarlarını korumak veya maksimize etmek için içinde bulundukları ortamda sahip oldukları nitelikleri ile uyumlu dış politika hedefleri belirlemeleri ve uygun politikalarla bunları takip etmeleri gerekmektedir. Ayrıca devletlerin maddi güçlerinin (askeri, coğrafi, ekonomik…) dış politikalarına ne oranda yansıtabildikleri de önemlidir. Çünkü sabit varlıklar gücün sadece durağan boyutudur, başkalarıyla iletişimde kullanılmadığında anlamlı değildir. Şu da belirtilmelidir ki; maddi varlıklar artarken (nüfus, ekonomik büyüme, askeri varlıklar…) hedeflerde meydana gelen gerilemeler aslında uluslararası politikada ülkelerin göreceli olarak güç kayıplarının işaretidir.
Müzeyyen BOZKIR
Selçuk Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
-NYE, Joseph (1990), The Changing Nature of World Power
-Faruk SÖNMEZOĞLU, Uluslararası Politika Ve Dış Politika Analizi
-Tayyar ARI, Uluslararası İlişkiler Ve Dış Politika
-Mehmet GÖNLÜBOL, Uluslararası Politika