Refah devleti, 20. yüzyılda liberal devlet ile sosyalist devlet arasında bir üçüncü yol olarak ortaya çıkmıştır. Modern refah devletinin temelinde başlıca iki neden yatmaktadır. İlki, 1929 yılındaki Büyük Ekonomik Bunalım’ın ardından, liberal devletin başarısız olarak görülmesi ve yeni bir devlet anlayışına duyulan gereksinimdir. Ekonomide yaşanan kriz dolayısıyla ABD’de ortaya çıkan ve giderek artan işsizlik ve yoksulluk, diğer ülke ekonomilerine de sıçramış, bu durumu önlemek üzere tam istihdam ve talep yönetimi politikaları güden müdahaleci Keynezyen ekonomiye geçilmiştir.
Keynesci dönem belki de demokratik kurumlar anlamında insanların geliştirdiği en özgün yapılanmaların ortaya çıktığı dönemdir. Devlet ve toplum arasındaki uyuma dair yani ne kadar devlet ne kadar toplum dediğinizde bunun ayarının tutturulması noktasında örnek alınabilecek pratiklerin geliştiği bir dönemdir. Tam istihdamın birçok merkez ülkede gerçekleştiği, herkesin parasız nitelikli eşit eğitim ve sağlık hizmetine kavuştuğu, her şeyden önemlisi güvenceli bir işe kavuştuğu bir dönem yaşanmıştır. İşçiler sendikalarda örgütlenmişler, grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar gelişmiş, sendikalar ile organik ilişkide olan sosyal demokrat partiler parlamentoda egemen olmuşlardır. Devlet sınıflar arasında bir konsensüse yol açabilecek dengeleyici kurumlar oluşturmuştur. Bunun yapılabilmesinin ön koşulu Bretton Woods Anlaşması ile 1944’de finans sermayesinin birikim mekanizmalarına sınırlama getirilmesi olmuştur. Devlet iktisadi işleyişe iki temel alanda müdahale etmiştir. Talep yaratıcı politikalar ve finans sermayenin gelişimine sınırlama getirilmesi. Böylece arz ve talep dengesi kurulurken, hem ücretler artmış hem de kar oranları sabit kalabilmiştir.
İkinci neden ise, II. Dünya Savaşı sonrası çift kutuplu hale gelen dünyada, giderek etkisini ve nüfuzunu daha fazla hissettiren “sosyalizm tehdidi” nin önüne set çekmektir. Sanayileşme ile birlikte büyüyen kentlerde birikmeye başlayan yığınların, özellikle kadın ve çocukların kötü yaşam koşulları içinde bulunması ve fabrikalarda çalışmaya başlayan ve sayıları giderek artan yeni işçi sınıfının çalışma koşullarının giderek kötüleşmesi, bu durumun ancak kapitalist düzenin bir devrim ile sona erdirilmesiyle biteceğini öne süren sosyalist fikirlerin güçlenmesine yol açtığı görülmektedir.
Siyasal demokraside amaç, ulusun yönetenler üzerinde denetimi ile siyasal özgürlüğü sağlamasıdır. Demokraside birey birinci sırada yer alırken, eşitlik kavramı ikinci sıradadır.
Devletin iktisadi işleyişe müdahalesi ve devletin toplumun ideolojik politik yapılanmasına müdahalesi. Aslında işin özü iktisadi müdahale noktasında düğümlenmektedir. Yani asıl neden iktisadi müdahalenin ortadan kaldırılmasıdır. Bunu besleyen ideolojik hegemonya, devletin toplumun ideolojisine müdahalesine karşı çıkılması noktasında yükseltilmiştir. Demokrasi ve özgürlük çığlıkları da bu noktada atılmaktadır. ”Devlet topluma müdahale etmesin. Toplum özgürce yaşasın, kendi seçimlerini yapsın”. Kulağa çok hoş gelen bu söylemler, bir o kadar tuzaklarla dolu söylemlerdir.
Devletin iktisadi işleyişe müdahalesini savunanların hangi gerekçelerle bunu talep ettiklerinin açıklık kazanması gerekmektedir. Devletin iktisadi işleyişe müdahalesi noktasında birbirinden ayrılan üç ana akım mevcuttur: Devletin iktisadi işleyişe müdahale etmediği liberal düzen. Devletin iktisadi işleyişe kapitalizmin sınırları içerisinde müdahale ettiği Keynesci düzen. Devletin iktisadi işleyişe ve paylaşıma geniş biçimde müdahale ettiği sosyalist düzen. Bu üç ayrı düzen de dünyanın belirli tarihsel dönemlerinde belirli coğrafyalarında hayata geçmiştir. Kapitalist ekonomiler 1944’e kadar liberal iktisadi düzen, 1944-1971 arasında Keynesci dönem, 1971 sonrasında ise yeniden liberal dönemi yaşamışlardır.
Liberal düzende piyasa ile demokrasi arasındaki ilişki serbest piyasanın önemini ve özgürlüğü vurgular. Demokratik kararlar genelde devletle sınırlıdır ve devletin tek görevi, piyasa için güvenli bir ortam sağlayacak koşulları oluşturmak ve insanların kendi kusurları olmaksızın zor duruma düşmelerine yol açabilecek risklere karşı güvence sağlamaktır. Sınırları belirli bu siyasal alan demokratik olarak düzenlenir. Devletin yetkisi, toplumun düzenlediği ile sınırlıdır.
Yeni liberal dönemin ( yeni sağ) en önemli temsilcilerinden biri ise Avusturyalı ekonomist ve düşünür Fredrich August Von Hayek’tir. Hayek, serbest piyasanın en önde gelen savunucuları ve her türlü devlet müdahalesinin karşıtları arasında yer aldı. Bu yüzden, aynı zamanda, kararlı bir sosyalizm karşıtı olarak bilinir.Friedrich August von Hayek, özgürlük ve demokrasinin ancak sınırsız özel mülkiyete ve rekabete dayanan bir iktisadi sistemde gerçekleştirilebilmesinin imkanı olduğunu ifade etmiştir. Özgürlüklerin güvenceye alındığı bir düzeni önermeye yönelmiş bir liberal olarak Hayek, demokrasi ve liberalizm aynı şey olmamakla birlikte zorunlu olarak birbirlerini dışlamazlar. Aralarındaki temel farklılıkları Hayek iki kümede toplamaktadır:
Yasalara bakıştaki farklılık: Demokrasi yasaların nasıl yapılacağı ile ilgilidir ama, liberalizm yasaların içeriğine büyük önem vermektedir. Liberalizm, yasama işleminde çoğunluk yönetimini demokrasi ile paylaşmakla birlikte, böylece yapılan yasanın iyi yasa olarak kabul edilmesi gerekmez. Yalnızca, o zaman için çoğunluğun görüşünü yansıtan bir karar olarak kabul edilmelidir.
Egemenlik kullanımı konusuna bakıştaki farklılık: Demokrasi kimin yöneteceği, bunların nasıl belirleneceği sorularıyla ilgili cevaplar hazırlarken, liberalizm egemenlik kimin elinde olursa olsun yönetimin sınırları ve nasıl yönettiğiyle ilgilenir. Liberalizm, yönetim esnasında neler yapılmayacağını belirlemeye yönelir.
Hayek için demokrasi, amaç değil bir araçtır ve sınırları hizmet etmesi istenen amaçlara göre belirlenmelidir. Demokrasi bir yaşam biçimi olmayıp farklı yaşam biçimlerinin birlikte var olmalarını sağlayan siyasal içerikli bir kavramdır. Siyasal yöneticilerin seçimine ilişkin bir yöntem olarak farklı düşünceler içinden “doğru” olanını saptamaya değil, hangisinin uygulanacağını belirlemeye yöneliktir. Demokrasi kavramının yaygınlaşması ve “iyi” bir şey olduğu için hayatın her alanına yayılması her halükarda yararlı olmayabilir. Yine de demokrasinin tercih edilmesinin çeşitli nedenleri vardır. Örneğin; çatışan görüşlerden hangisinin geçerli olması gerektiğini kavga etmeden belirlemeyi sağlamaktadır. Bireysel özgürlüğün önemli ve etkili bir garanti oluşturur. Ancak bunun sağlanabilmesi için çoğunluğu temsilen otoriteyi kullanan grubun sınırlandırılmış yetkilerle donatılması gereklidir. Demokratik süreç, halkın eğitilmesinin en iyi yoludur.
Hayek’e göre demokrasi, çoğunluk tarafından oluşturulsa bile her zaman doğru kararı vermeyebilir. Her ne kadar toplum serbest piyasayı düzenlese de adaletsizlik olabilir ancak her koşulda birlikte hareket etmek zorunludur.
Sonuç olarak; siyasal demokrasi kavramına Keynes ve Hayek kendi bakış açıları ile birbirinden farklı eleştiriler getirmiş olsalar dahi, siyasal demokrasi halk için yapılan ve onun için devam ettirilen bir kavramdır. Hayek için bu halk tarafından yapılan yönetimlerle yürütülse de değiştirilmemelidir. Keynes için ise yaşadığı dönem zarfında, değişiklikleri beraberinde taşımıştır.
Merve Gülçin GÜLEÇ
İstanbul Arel Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça:
Nicolas Wapsott/ Keynes, Hayek The Clash That Defined Modern Economics/ W.W. Norton Company ,London
Sosyal Demokrasi Vakfı Yayınları/ Yeni Toplum Yeni Siyaset / 2008/ İstanbul