Uluslararası İlişkileri çok genel olarak; devletlerin yönetim sistemi, gücü, devletlerarası ekonomik ilişkiler, devletlerarası savaşlar olarak adlandırabiliriz. Uluslararası ilişkilerde asıl olan devletlerarası bağların incelenmesi, birbirleriyle olan ilişkilerinde birbirlerini etkileme ve birbirlerinden etkilenme fonksiyonlarının analiz edilmeleridir.
Çok kabaca yapılan bu tanımlama günümüzde yetersiz kalabilmektedir. “Westphalia sistemi” artık geçerli sayılmayabilir. Günümüzde devletler kendilerinden daha kuvvetli yasal güçleri benimseyerek kendilerini hukuki olarak bağımlı kılmaktadırlar. Uluslararası sistemlerde ahlaki teoriler ancak egemen devletlerin sınırları içinde söz konusudur. Kaos içindeki devletler ulusal çıkarlarını gözeten kararlarını gereksinimleri dâhilinde alırlar (Neo-realistlerin görüşü). Ahlak ise yalnızca egemen devletin bünyesinde yalnızca kendi vatandaşları için söz konusudur. Bu egemen devletler için uluslararası ilişkiler teorisyenlerinin düşüncelerinin bir önemi yoktur. Oysa Westphalia Sistemi olarak adlandırılan; gücünü ülke içinde kullanabilen, ancak dışarıda daha güçlü politik birimlerin varlığını kabul eden bölgeye dayalı siyasal birimlerin oluşturduğu bir yapıyı öngören bir sistem geçerliliğini koruyamazken, devletin ahlakı olumladığı mı yoksa engel mi olduğu sorusu önem kazandırmaktadır. Dolayısıyla bireyin gerek kendi devletiyle gerekse diğer devletlerin bireyleriyle olan ilişkileri, küreselleşmenin de etkisiyle, günümüzde oldukça önem kazanmaktadır.
Evrensel İnsan Hakları ve Uluslararası Hukuk
İnsanların birey olarak hakları olduğu ve bu hakları yaşadığı ülkelerin hükümetlerinden talep edebilecekleri “1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile ortaya konmuştur. 1989 yılına kadar bu haklar daha çok doğu devletlerinden ödünler alabilmek amacıyla kullanılmış, bu tarihten sonra teknolojik gelişmelerin de etkisiyle insan hakları dünya çapında önem kazanmış ve etkili olmaya başlamıştır. 1990’lardan sonra Birleşmiş Milletler ve Sivil Toplum Kuruluşları insan haklarıyla ilgili çok önemli mesafeler elde etmiştir.
1948 Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi bütün insanların herhangi bir ırk, renk, cinsiyet, dil veya statü ayrımı olmadan eşit haklardan yararlanmasını şart koşar. Ancak feminist gruplar bildiride bazı bildirilerin erkek egemen olduğunu bu şartların değiştirilmesi gereğini öne sürerler. Cinsiyete yönelik her türlü ayrımcılığın engellenmesiyle ilgili Konvansiyon’un (CEDAW) 2004 Martına kadar 177 devlet tarafından onaylanması sağlanmıştır.
Diğer taraftan özellikle Uluslararası Af Örgütü, ABD’deki 11 Eylül saldırılarından sonra silahlı grupların neden oldukları şiddet ve ulusların bu gruplara verdikleri tepki nedeniyle insan haklarının son 50 yıl içinde en güçlü saldırılarla karşı karşıya olduğunu açıklamıştır.
Sivil Toplum Kuruluşları, Dünyanın egemen uluslarının insan haklarına kendi çıkarları doğrultusunda arka çıkmalarının karşısında durarak kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde siviller soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçlarından korunmaktadır. Koruma; geçici mahkemeler, bölgesel mahkemeler ve Uluslararası Ceza Mahkemeleriyle gerçekleştirilir. Bu suçları işleyen kişilerin statülerine bakılmadan cezalandırılmaları gerekir. Savaş suçu, soykırım suçu ile yargılanan eski Yugoslavya devlet başkanı Slobadan Miloşeviç hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesinde açılan dava başkanın cezalandırılmasıyla sonuçlanmıştır.
I. ve II. Dünya savaşlarında savaşan devletlerin liderlerinin savaş kanunlarını ihlal etmeleri nedeniyle haklarında uluslararası kovuşturmalar yapılması istendi. 1919 Versailles Antlaşması ile Alman İmparatoru ve askeri yetkililerin yargılanmasına karar verildi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Nürnberg ve Tokyo’da kurulan geçici Uluslararası Askeri Mahkemeler kuruldu. Bu mahkemeler dokunulmazlık ilkelerini reddediyor, devlet yerine bireyleri esas alıyordu.
İnsan haklarını esas alan bu mahkemeler başta ABD olmak üzere İngiltere Fransa gibi ülkeler ilk zamanlar alınan kararlara karşı gelerek, bir nevi meydan okuyorlardı. Uluslararası Ceza Mahkemelerine ABD’nin desteğinin olmaması az gelişmiş ülkelerde kaygı yaratıyordu. Söz konusu ülkeler yine de 1994’ten 2000’e kadar geçen sürede bu mahkemeleri kısmen destekledi. Görünüşte insan haklarına verdiği destekle ön plana çıkan ABD, ordusunun karşı karşıya kalacağı risklerden kaygı duymaktadır.
Son yıllarda İnsan hakları Mahkemelerinin insan hakları ihlalleri nedeniyle ülkelerin iç işlerine karışmaları, egemen güçlerin çıkarlarına ters gelmediği sürece ABD ve benzeri ülkeler için çok büyük bir anlam taşımamaktadır.
Önceleri, BM ve Kızılhaç gibi kuruluşlar iyi niyet misyonlarıyla bu Uluslararası insan hakları mücadelesinde önemli rol oynamışlardır. Ancak zamanla tarafsızlıklarını kaybettiklerine dair inançların kuvvetlenmesiyle bu kuruluşların rolleri zayıflamıştır. Irak Savaşı’nın yüksek maliyetli olmasına karşı düşük başarısı, 2004 Ağustosunda Sudan’daki zulüm haberlerinin uluslararası bir müdahale gerektirdiği halde ilgisiz kalınması bu inançların başlıca kaynaklarındandır.
Uluslararası İlişkiler ve Birey
Uluslar genel olarak insan haklarının gerekliliği önemi ile ilgili olarak her zaman olumlu ifadeler kullanırlar. Ancak diğer uluslar ve kendi vatandaşları için gerçekte ne gibi düşüncelere sahip oldukları tartışılır. Zamanla bireylerin uluslararası ilişkiler düzeyindeki önemi, ulusların uluslararası ilişkiler düzlemindeki öneminden daha kuvvetli olmaya başladı. Bireyler insan hakları kuruluşlarınca uluslardan daha fazla korunur oldular. Yirminci yüzyıl başlarında devletler kendi bölgelerinin korunmaları konusunda temel haklara sahiptiler. Aynı zamanda da savaş sırasındaki uluslararası ihlallerden de sorumluydular. Son yıllarda bireyler, haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle kendi devletlerini uluslararası üst düzey mahkemelere şikâyet edebilmektedirler. Uluslararası Ceza Mahkemeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri bireylerin haklarını koruyarak devletleri yargılayabilmektedirler, bu da devletlerin güçlerini kaybediyor olduklarını göstermekte midir? Bu yargılamalar sonucu devletler cezaya çarptırılıp yüklüce maddi kayıplara uğratılabilmektedirler.
Sonuç
Uluslar, ilişkilerinde oluşabilecek sorunları ya da vatandaşlarının uğradığı haksızlıkları devletlerarası kurulan bağımsız mahkemelerin aracılığı ile çözmeleri devletlerin kuruluşlarından beri süregelmiştir. Yirminci yüzyıl ortalarına kadar ulusları esas alan mahkemeler son yüzyılda bireylerin haklarına daha önem vermeleri, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünden beri geçen zaman içinde hak ve hukukta oldukça ileri düzeylere geldiğini göstermektedir. Çünkü bireyleri mutlu olan uluslar daha mutlu, mutlu olan toplumlar da vatandaşının haklarını daha çok gözeten ulusları meydana getirirler.
Merve Gülçin GÜLEÇ
İstanbul Arel Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü