Uluslararası İlişkilerde “İşkence” Kavramı

İşkence Nedir?

İşkence, kendi başlarına ya da herhangi bir otoritenin emri ile hareket eden bir ya da birden fazla kişinin, bir diğer kişiyi bilgi vermeye, bir itirafta bulunmaya ya da diğer herhangi bir nedenle zorlamak için kasıtlı, sistematik ya da nedensiz olarak gerçekleştirdiği fiziksel ya da ruhsal acıdır.

Yukarıda da belirtildiği gibi, söz konusu muamele, yetkili otoritenin bir temsilcisi tarafından ya da onun muvafakatiyle yapılmış olmalıdır. Bu, herhangi bir devlet görevlisinin işkence ya da fena muameleye potansiyel olarak iştirak edebileceğine işaret eder. Böyle olmakla birlikte, bir soruşturmada bilgi elde etmek, ya da giderek daha çok görüldüğü gibi, bir ayaklanma ya da kargaşa karşısında, bir bütün olarak topluma göz dağı vermek gibi genel amaçları göz önüne alındığında, işkencenin başlıca aktörlerinin ceza soruşturması sürecinde yer alan görevliler ve devletin güvenliğinden sorumlu memurlar olduğunu saptamak hiç de şaşırtıcı değildir.

İşkenceyi Kimler Yapar?

Bu nedenle, işkence ve diğer fena muamele türlerine iştirak etmesi muhtemel kişiler şunlardır:

•Polis

•Jandarma (bu kurumun mevcut olduğu ülkelerde)

• Ordu

•Devlet güçleriyle bağlantılı olarak hareket eden paramiliter güçler

•Devlet kontrollü kontrgerilla güçleri

 Ama aynı zamanda şunlar da olabilir:

•Hapishane görevlileri

•Ölüm mangaları (kayıp olayını müteakiben, ölümden önce uygulanan işkencede)

•Herhangi bir devlet yetkilisi

•Sağlık mesleği mensupları; doktorlar, psikiyatristler ya da hemşireler de doğrudan (doğrudan katılım bir kişinin sorgulanmaya müsait olduğunu teyit ederek de olabilir) ya da (sahte tıbbi rapor hazırlamak veya gerekli tedaviyi sağlamamak biçiminde) ihmal yoluyla işkenceye iştirak edebilirler.

•Kamu görevlilerinin talimatı ya da muvafakatiyle hareket eden mahpuslar.

 Bunlara ilave olarak, işkence, genellikle silahlı çatışmalar sırasında ve özellikle de iktidardaki güçlere karşı, ülkenin belli bölümlerini elinde bulunduran muhalif grupların iştirak ettiği iç çatışmalar sırasında meydana gelmektedir. Bu türden durumlarda fena muamele,

•Muhalif güçler

•Ve genel nüfus tarafından da uygulanabilir.

 İşkence Kimlere Yapılır?

Kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç, dindar ya da ateist, entelektüel ya da çiftçi, herkes işkencenin mağduru olabilir. Genellikle belirleyici faktör, belli bir siyasi, dini ya da etnik gruba veya azınlığa mensupluktur. Böyle olmakla beraber hiç kimse işkenceden muaf değildir.

İşkence ve diğer türden fena muameleleri rapor eden kişi ve kurumlar arasında, siyasetle uğraşan ve genellikle de iktidardaki yetkililere muhalefet eden, “siyasi mahpuslara” yönelik işkence ve diğer türden fena muamele iddialarına yoğunlaşma eğilimi söz konusudur. Aslında tipik mağdurlar, bilgi ya da itiraf elde etmek ya da sadece cebir uygulamak veya gözdağı vermek amacıyla işkenceye tabi tutulan, ağır suçlarla itham edilenler başta olmak üzere, adli suçlulardır. Amaç bir topluluğu terörize etmek olduğunda, herkes aynı ölçüde risk altındadır. Ciddi risk altında olabilecek diğer mağdurları göz ardı edip “siyasi mahpuslara” odaklanarak, sadece onlar risk altındaymış gibi bir izlenim vermekten kaçınmak son derece önemlidir.

Mağdurun kimliği önemlidir. Çünkü:

• Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ya da dindar insanlar gibi belli bazı gruplar kötü muamelenin yarattığı etkilere karşı daha kırılgan bir durumda olabilirler; bu da çekilen ıstırabın, işkence olarak addedebilmek bakımından yeterince ağır olduğunu tespit etmeyi kolaylaştırır.

• Belli mağdur gruplarına yönelen sistemli ihlalleri tespit etmeye yardımcı olur.

• BM Kadınlara Karşı Şiddet Raportörü gibi, belli bazı gruplar üzerinde odaklanan tamamlayıcı uluslararası mekanizmalar kullanılabilir.

Mağdurun kimliğinin özel bir önem arz ettiği durumlara ilişkin spesifik örnekler şunları içerir:

Çocuklar: Çocuklar kolayca incinebilir bir grup olarak kabul edilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken husus, belli bir fena muamele türünün çocuklar üzerindeki etkisinin, aynı muameleyi gören bir yetişkin üzerinde yaratacağı etkilerden daha farklı olduğudur. Ayrıca anne babasına ya da yakın bir akrabasına yapılan işkenceyi izletme şeklindeki fena muamele çocuk üzerinde oldukça uzun vadeli etkiler yaratabilir. Aynı şekilde, anne babaları çocuklarına yapılan işkenceyi izlemeye zorlamak ya da bununla tehdit etmek, yetişkinler üzerinde de oldukça ağır psikolojik etkiler yaratabilir.

Cinsiyete özgü işkence: Bir işkence metodu olarak tecavüz sadece kadın mağdurlara münhasır olmamakla birlikte, toplumun ya da mağdurun zayıflığını ve tâbi oluşunu vurgulama aracı olarak genellikle cinsiyete özgü bir form içinde uygulanır. Görüşmecinin bilinç düzeyinin düşüklüğünün de aralarında bulunduğu pek çok nedenle, erkeklerin maruz kaldığı tecavüz yeterince kayıtlara geçmiyor olabilir. Bilhassa hassas bir konumda bulunan hamile kadınların ve tecavüz sonucu hamile kalabilecek olan doğurma yaşındaki kadınların durumu, mağdurun cinsiyetinin özel bir önem taşıyabileceği diğer durumlara örnek teşkil eder.

Din görevlileri: Bir Ortodoks rahibin sakalını yolmak; dindar bir kişinin inançlarıyla alay etmek gibi, mağdurun dini yapısı nedeniyle fena muamelenin işkence düzeyine ulaştığı örnekler söz konusudur.

• Kişinin mesleğini hedef alan fena muamele: Bir piyanistin, ellerinin kesiliyormuş gibi yapıldığı bir vakada psikolojik işkencenin varlığı tespit edilmiştir.

İşkence Nerede Yapılır?

İşkence, özellikle şiddet kullanma kültürünün yaygın olduğu ülkelerde her yerde meydana gelebilir. Polis ve jandarma karakolları gibi, sorgulamanın yapıldığı yerler; kişilerin yargılama öncesi tutulduğu yerler başta olmak üzere, tüm gözetim merkezleri işkence bakımından yüksek riskli yerlerdir.

Bu yerlerin büyük çoğunluğu resmi gözetim merkezleri ve yöre halkının bildiği yerler olmakla birlikte, gayrı resmi gözetim merkezleri de mevcuttur. Gayrı resmi gözetim merkezleri, sıklıkla bu amaç için kullanılan (metruk fabrika ve hükümet binaları gibi) yerler olabileceği gibi; bu iş için uygun olduğu düşünülerek (toplama yeri olarak kullanılan bir okul binası ve hatta açık arazi gibi) belli bir olayda kullanılan yerler de olabilir.

İşkence Ne Zaman Yapılır?

Yakalanan ve tutuklanan kişiler için en fazla işkence ve diğer türden fena muamelelere uğrama riskinin söz konusu olduğu zaman, bir avukatla görüşme ya da mahkemeye ulaşma imkânına sahip olmadan önceki, tutmanın ilk safhasıdır. Kişi nerede tutulursa tutulsun, bu risk soruşturma tamamlanıncaya kadar devam eder.

Tecrit göz altı (diğer bir deyişle, bir kişiyi gayrı resmi olarak ya da avukat ve yakınları dâhil hiç kimseyle görüşmesine izin vermeksizin alıkoymak) soruşturma sürecinin dışsal izlemeye kapalı olması anlamına geldiğinden, muhtemelen işkence açısından en yüksek risk faktörünü oluşturmaktadır. Bazı durumlarda, güvenlik güçleri ancak ilk soruşturmayı tamamladıktan sonra kişinin resmi kaydını yapmaktadırlar.

Soruşturma süreci tamamlandığında, nizami cezaevlerindeki mahkumlar için işkence daha az sıklıkla gözlemlenmektedir; fakat pek çok cezaevinin, hükümlülerin yanı sıra, davaları devam eden tutukluları da barındırdığı gözden kaçırılmamalıdır. Özellikle, cezaevinin güvenlik güçleri tarafından ya da onlarla sıkı bağlantılı olduğu bilinen gruplarca idare edilmesi durumunda, tutuklular için mevcut olan risk de bir kenara itilmemelidir. Tutuklular için riskin mutlaka kurum içinde olması gerekmez; risk, soruşturmayı yapan kişilerin gözetimine geri gönderilme ihtimalinde de yatıyor olabilir.

Hem başlangıçtaki hem de cezaevine nakilden sonraki süreçteki alıkoyma koşullarının kendisinin insanlık dışı ya da aşağılayıcı bir muamele düzeyine ulaşabileceği hatırdan çıkarılmamalı; bunlar da belgelenmelidir.

İşkence kaçırma olaylarını müteakiben de meydana gelebilir. Geçici bir süreyle kaçırmada mağdurlar birkaç saat ya da bir iki gün sonra serbest bırakılır. Kayıp olayında ise, henüz bu husus yetkililerce teyit edilmemiş olmakla birlikte, deliller kişinin yetkililerce veya onların muvafakatiyle alıkonulduğuna işaret eder; mağdur ya hiç bulunmaz ya da cesedi bulunur. Her iki kaçırma biçiminde de işkence uygulanabilir ve bunlar topluma gözdağı vermek ya da korku salmak amacıyla yapılır. Kayıp olaylarında (yaşam hakkı, kişi güvenliği ve özgürlüğü gibi) işkenceden başka hak ihlalleri söz konusu olduğundan, bu esnada işkencenin meydana geldiğini gösteren her türlü delil belgelenmelidir. Kaçırma olayının bizatihi kendisinin, mağdur ya da mağdurun akrabaları için, işkenceye yol açtığı bulgulanabilir.

 İşkence Yasağı Normu

İşkenceden söz edildiğinde, pek çok insanın aklına tırnakların sökülmesi, elektrik verme, sahte infazlar, anne baba ya da çocuklarına yapılan işkenceyi izlemeye zorlanma ve tecavüz gibi en zalimane fiziksel ve ruhsal acı verme biçimleri gelir. Az sayıda kişi, bir başka insana bu denli acı verilmesine kayıtsız kalabilirken; bu tür görüntüler ortalama bir insan üzerinde dehşet duygusu yaratır.

İşkence, her kişinin ve her ailenin tek tek yaşadığı çok özel bir deneyimdir. İşkence ne kadar yaygın olursa olsun, bunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Öte yandan, işkence, bu konuda duyarlılık gelişmiş olsa da olmasa da, tüm toplumu sarsan bir deneyimdir. Her işkence olayında toplumu bir arada tutan öğeler, bazen sesli bazen sessizce çatırdamaktadır. Bu olgu, işkence gören kişinin ve çevresindekilerin yaşadığı travmanın yanı sıra, devlet görevlilerinin insan onuruna, hem bir kişi olarak insanın hem de insan türünün onuruna karşı büyük bir suç işlemiş olmalarıyla bağlantılıdır. Evrensel insan değerlerine karşı bu suçu işleyenler ne kadar korunur ve cezadan muaf tutulursa, toplumdan gelen tepki ve dayanışma ne kadar az olursa toplumsal değerler ve toplumu ayakta tutan dayanışma bağları da güçlerini o kadar yitireceklerdir.

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden bu yana işkence, konuyla ilgili tüm insan hakları belgelerinde kesin bir biçimde yasaklanmış ve yaygın olarak kınanmıştır. İşkence yasağına yönelik ihlaller o kadar vahim kabul edilir ki, silahlı çatışma ya da olağanüstü halde dahi hukuki bir gerekçe söz konusu olamaz. Ne var ki, B.M. İşkence Özel Raportörünün ya da Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin raporlarına ve hatta pek çok gazeteye şöyle bir göz atmak bile, işkencenin geçmişe ait bir olgu olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Günümüzde, işkencenin herhangi bir kamu görevlisi tarafından kamuoyu önünde savunulması kabul edilemez bulunsa da işkence ve onun yakın akrabaları olan, zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı davranış ve cezaların, kapalı kapılar ardında uygulanmaya devam ettiği, inkar edilemeyecek bir gerçektir.

İnsan hakları hukuku bakımından işkence yasağı normu, yaşam hakkının, yani kişinin bedensel ve zihinsel bütünlüğünü koruma talebinin bir sonucudur. İşkencenin yasaklanmasının, evrensel ve mutlak bir talep olduğu; işkencenin meşru olabileceği hal ve zamanlar olamayacağı, devletler düzeyinde genel olarak kabul edilmektedir.

İşkencenin doğrudan hedeflediği, bir bireyin bütünsel kişiliğidir. Fakat işkence uygulamasının sistematik olması, onun doğrudan hedeflerinin yalnızca kişiler olmadığı bir durum yaratır. İşkence uygulamasının kendisi, bir kişinin kişi olmasına yönelik bir saldırıdır; onu sindirmeyi, terörize etmeyi amaçlar. İşkenceye maruz kalanların yakınları ve insan hakları sorunlarına duyarlı kişiler de işkence olgusundan etkilenirler. Ama işkencenin sistematik olması, bütün bir toplumu ve kamu yaşamını olumsuz yönde etkiler.

İşkenceye karşı sesini çıkaramayan, komşularının ya da başka yurttaşlarının işkence görmesi karşısında suskun kalmayı tercih etmek isteyen kişilerden oluşan bir toplum, korkuya teslim olmuş bir toplumdur. Böyle bir toplumda, kişiler kendi geleceklerine müdahale etme, kendi geleceklerini belirleme yeteneklerini kaybetmişlerdir.

İşkence insana bir saldırıdır; ama yurttaş olmayı da önleyebilir. Yurttaş olmak, kamu yaşamına, toplumun ortak iyiliğinin oluşturulmasına katılmakla ilgilidir. Sistematik işkencenin terörize ettiği toplumlarda, çoğunluğun kamusal yaşama katılım kapasitesi zayıflar.

İşkencenin yasaklanması uluslararası insan hakları hukukunun en temel ilkelerinden biridir. İşkence eylemi, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ne savaş durumunda, ne bir ülkenin kendi iç istikrarsızlığı durumunda, ne de herhangi başka bir olağanüstü durumda, işkenceyi haklı çıkaracak hiç bir gerekçe olamaz. Ne yazıkki bugün dünyada pek çok ülkede kamu görevlilerinin işkence yaptığına, birçok ülkede işkencenin sistematik olarak uygulandığına, 80’den fazla ülkede de işkence sonucu ölümler yaşandığına ilişkin raporlar bulunmaktadır.

 

Merve Gülçin GÜLEÇ

İstanbul Arel Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...