Kıbrıs Tarihine Genel Bir Bakış
“Kıbrıs Adası, 1571’de Osmanlı egemenliğine girmiş 1878’de ise İngilizlerin kontrolüne geçmiştir. 1878’de Osmanlı-Rus savaşı sırasında Türklerin elinden çıkan Kıbrıs Adası, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflayan konumu ve 1. Dünya Savaşı’nın da etkisi ile adadaki Türklerin aleyhine gelişmelere sahne olmuştur. 1950’lerden itibaren Yunanistan’ın da desteği ile adada siyasi olayların yanında terör olayları da çıkarmaya başlamıştır. Rumların Megola İdea ve Enosis hayallerinin yarattığı bu çalkantılı dönemde, özellikle 1960’lı yıllardaki terör olaylarında yüzlerce Türk hayatını kaybederken Türkiye, adadaki Türklerin varlığını korumak için çeşitli defalar müdahalelerde bulunmak zorunda kalmıştır. Yunanlıların Megola İdea ve Enosis çerçevesinde adanın Yunanistan’a dâhil olmasını istemesine karşın Türkler de adanın iki toplumlu ve iki devletli bir yapıya dönüştürülmesini öngören Taksim Tezi’ni ileri sürmüştür. Tarafların isteklerinin örtüşmemesi ve Yunanistan’ın çabalarıyla uluslararası toplumun da desteğini alan Rumların uzlaşmaz ve çatışmacı tutumu nedeniyle adada bir türlü çözüme ulaşılamamıştır. Yunanistan’ın fiili desteğini alan Rumların adadaki silahlı eylemlerini artırması karşısında Türkler de Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) çatısı altında örgütlenerek saldırılara karşılık vermeye çalışmıştır. 1960’lardan itibaren adadaki problemin Türkler için tam bir var oluş mücadelesine dönüşmesine bağlı olarak olaylar karşılıklı olarak daha da sertleşmiş, Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş önderliğindeki Kıbrıslı Türklerin çabalarının yetersiz kalması karşısında Türkiye, 1974’te iki ayrı Barış Harekâtı’nı gerçekleştirerek adadaki Türklerin varlığını güvence altına almıştır.
Şekil:1 Doğu Akdeniz Haritası
Türkiye’nin garantörlük haklarına bağlı olarak Kıbrıs Sorunu’nun doğrudan tarafı olması ve bunun getirdiği ilişkiler ağı, Yunanistan’ın 1983’te Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’na tam üye olması ile birlikte daha fazla tarafın dâhil olduğu ve Türkiye için yeni zorlukların ortaya çıktığı bir sürecin önünü açmıştır. Türkiye’nin de daha sonra adı Avrupa Birliği (AB) olarak değişen birliğe üye olmak istemesi, tam üyelik hakkını elde etmiş olan Yunanistan’ın Kıbrıs Sorunu’nu masaya sürerek problem çıkarmasına imkân yaratmıştır. Rumların AB üyeliği ile gerçekleşirken diğer yandan BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın girişimi ile Kıbrıs Müzakereleri’ne devam edilmiştir. Çeşitli müzakere ve düzeltmelerin ardından 24 Nisan 2004’te adadaki iki tarafta da ayrı ayrı oylamaya sunulan planı Rumlar reddederken (% 76 hayır oyu) Türkler, önemli toprak kayıplarına rağmen % 65 evet oyu ile kabul etmişlerdir. Annan Planı, iki kurucu devletten oluşan bir federasyon öngörmesi bakımından adadaki Türklerin Rumlarla eşitliğini sağlayan bir özelliğe sahiptir Türkiye, çok konuşulan jeopolitik konumu nedeniyle birçok sorunla yüz yüze bir ülkedir.” (Orhun, 2017: 37-40)
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Jeopolitiği
“Doğu Akdeniz’de bulunan Ada, aslında tüm Akdeniz’in jeopolitiğinde yadsınamaz bir stratejik öneme sahiptir. NATO’nun “choke-point” diye adlandırdığı ‘düğüm noktalarından en hayatileri Akdeniz’de yer alır; Cebelitarık Boğazı, Sicilya Kanalı, Türk Boğazları ve Süveyş Kanalı. Bu dar deniz geçitlerini de kullanan ve enerji gereksinimi nedeniyle her geçen gün artan yoğun gemi trafiği, doğal olarak Akdeniz’i stratejik yönden daha da önemli bir duruma getirmiştir. Kıbrıs, Türkiye’nin bölgedeki deniz ve hava sahaları alaka ve menfaatleri için hayatidir. Zira bugün adada ihdas edilen deniz ve hava üsleri vasıtasıyla, Kıbrıs’ın bütün çevresi etki ve kontrol altına alınabilmektedir. Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya’dan sonra üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, böylesine önemli, aktif ve stratejik değeri olan bir denizin doğusunda, Doğu Akdeniz’de, gerek deniz, gerek havayollarını kontrol edebilen bir konuma sahiptir. Mısır ve Doğu Akdeniz ticaret yolları üzerinde yer alması, tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren Kıbrıs’ın önem kazanması ve bu önemin sürekli olması neticesini doğurmuştur. Kıbrıs adası tarih boyunca bölgede etkin durumda olan ve Orta Doğu’yu kontrol altında tutmak isteyen başat güçlerin cazibe merkezi olmuştur.” (Keser, Ak, 2018: 95-107)
Deniz Alanlarının Hukuki Statüsü
“Deniz alanlarının hukuki bir statüye kavuşturulmasına konusunda atılan ilk somut adım 28 Nisan 1958 tarihinde düzenlenen Cenevre Deniz Hukuku Konferansı’dır. Cenevre’de gerçekleştirilen I. Deniz Hukuku Konferansı sonucunda, “Karasuları ve Bitişik Bölge Konvansiyonu”, “Açık Deniz Konvansiyonu”, “Kıta Sahanlığı Konvansiyonu” ve “Balıkçılık ve Açık Denizlerin Canlı Kaynaklarının Korunmasına Dair Konvansiyon” kabul edilmiştir. 1973 yılında görüşmeleri başlayan III. Deniz Hukuku Konferansı 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile sona ermiştir. Anlaşma, 1994 yılında kabul edilip 1996 yılında yürürlüğe girerek literatüre “Münhasır Ekonomik Bölge”, “Arkeolojik Bitişik Bölge”, ‘Deniz Hukuku Mahkemesi’ gibi kavramları getirmiştir.
a) Karasuları: Ortaya çıkışı itibarıyla yetki alanları içerisinde en eski geçmişe sahip alan karasularıdır. Gelgit zamanlarındaki en düşük su seviyesinden başlayarak esas hattan itibaren 6-12 mil arasından kabul edilen genişlikteki sular karasuları olup devletin ülkesel egemenliği altında bulunan alanlardır. Zaman içerisinde mesafe olarak değişikliğe uğramakla birlikte 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kesinleştirilmiş olup Sözleşmenin “Karasuları ve Bitişik Bölge” başlıklı bölümünün 3. maddesinde; “Her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu Sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez.” şeklinde hükme bağlanmıştır.
b) Bitişik Bölge: Karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren en fazla 24 mil genişliğinde bir alan olan bitişik bölge karasularının en çok 12 mil genişlikte olması durumunda en fazla 12 mil olarak hesaplanabilecektir. Bir devletin Bitişik Bölge’ye sahip olabilmesi ilana bağlı bir durumdur. Teamül olarak sadece su tabakası üzerinde yetkiler veren bitişik bölge ilanı gümrük, maliye, sağlık ve göç konularında kıyı devlete yetkiler verebilmektedir.
c) Kıta Sahanlığı: Özü itibarıyla jeolojik bir kavram olan kıta sahanlığı bir kara ülkesinin denizin altında uzanan doğal parçalarına verilen isimdir. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne göre kıta sahanlığı deniz yüzeyi ile deniz tabanı arasındaki derinliğin 200 metre olduğu alandır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, kıta sahanlığının deniz derinliğinin 200 metre olduğu noktaya kadar esas alınmasıdır. Karasuları veya bitişik bölgedeki gibi esas hat değil deniz derinliği temel alınmaktadır.
d) Münhasır Ekonomik Bölge: Münhasır Ekonomik Bölge, bir kıyı devletinin karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 mile kadar varan ve karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında bu kıyı devletine münhasır haklar ve yetkiler tanınan denizalanıdır. Buradaki tanımdan yola çıkarak, söz konusu yetki alanının esas çizgiden itibaren en fazla 200 mile kadar uzanabilen ve karasuları bittiği noktadan başlayan bir bölge olduğu yorumuna varılabilir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Münhasır Ekonomik Bölgedeki kıyı devletinin hak ve yetkilerini 56. Madde kapsamında düzenleyerek kıyı devletine deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yatağında ve toprak altındaki canlı ve cansız doğal kaynaklar üzerinde araştırma, işletim, muhafaza ve yönetim hakkı vermektedir. Münhasır Ekonomik Bölge konusunda münhasır yetkilerin verildiği bir alandır. Sonuç olarak, kıta sahanlığında hak kendiliğinden var olup egemenlik ilkesinin ayrılmaz bir parçası iken Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ilana dayanan ve kıyı devletine belirli bir derinliğe kadar yetki tanıyan bir alandır.
e) Türkiye’nin Deniz Yetki Alanları: Türkiye’nin karasuları genişliği Ege Denizi’nde 6 mil, Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mildir. Karadeniz’de kıta sahanlığının belirlenmesine dair ilk anlaşma Türkiye ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında 23 Haziran 1978’de Moskova’da imzalanan Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Gürcistan’ın sonrasında halef olduğu “Karadeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması” anlaşmasıdır. Daha sonra bu anlaşmaya yapılan ekler ile kıta sahanlığı sınırının aynı zamanda Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi sınırı olarak da kabul edilmesine karar verilmiştir (Birleşmiş Milletler, 2001: ss. 22-23). Ancak Türkiye, Ege ve de Akdeniz’de diğer kıyıdaş devletlerle kıta sahanlığı oluşturabilmiş değildir. Ayrıca Türkiye’nin ne 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne ne de 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olduğunu belirtmek gerekmektedir.” ( Peker, Oktay ve Şensoy, 2019: 87-91)
Doğu Akdeniz’deki Petrol ve Doğalgaz Kaynakları ve Türkiye
“Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sadece KKTC ile sınırlandırma antlaşması vardır. Bunun dışında hiçbir devletle bu konuda antlaşması bulunmamaktadır. Yalnız Yunanistan ile dar sınırlandırma antlaşması yapmıştır ancak bu antlaşma da kıta sahanlığına ilişkin değildir. Türkiye BMDHS’ye taraf değildir. Yerel mevzuatında da kıta sahanlığına ve MEB’ine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Karasularının genişliği ise Akdeniz ve Karadeniz’de 12 mil, Ege’de 6 mildir. Türkiye, öncelikle 02.07.1974’te TPAO’ya Rodos adasının güney bölgesinde petrol arama ruhsatı vermiştir. Bu işlem ile bahsi geçen bölgenin Türkiye’nin karasuları dışında olmasına karşın kıta sahanlığı içerisinde olduğu mesajı verilmek istenmiştir.19 Türkiye, 2007 yılında yine TPAO’ya, güneyde Mısır ve Anadolu kıyıları arasındaki ortay hatta ve 32 16 18 meridyenine dayanan bölgede arama ruhsatı vermiştir. Bu sayede Türkiye, zımni olarak bahsi geçen bölgede bir kıta sahanlığı ve MEB ilan etmiştir. Belirtilen parsel, GKRY’nin ilan ettiği parsellerin bazıları ile de çakışmaktadır. Bu yolla Türkiye, GKRY’nin ilanını tanımadığını da fiili olarak göstermiştir. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları sınırlandırılması konusunda oldukça pasif davranmıştır. Bölge devletlerinin birbirleriyle yapmış olduğu sınırlandırma antlaşmalarına sadece notalar ile tepki göstermekle yetinmiş, kendisi bir antlaşma yapma teşebbüsünde bulunmamıştır. Neticede de sadece KKTC ile sınırlandırma antlaşması yapabilmiş ve bölgedeki tüm denklemlerden soyutlanmış bir ülke konumuna düşmüştür. Petrol-doğalgaz arama faaliyetlerinin denizlerde çok ciddi maliyetler taşıması, bu işin ancak ortaklıklar vasıtasıyla yapılabileceğini ortaya koymuştur. Bu tip ortaklıklar ise ticari amaç taşıyacağından, yatırım bölgelerinde siyasi istikrar da aramaktadır. Hal böyle olunca KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsat sahalarında, TPAO’nun etkin arama faaliyetlerine girebilmesi için ortaklara ihtiyacı vardır.
Türkiye, tüm bu hususlar doğrultusunda Doğu Akdeniz’deki haklarını koruyabilmek için şu iddiaları savunmalıdır:
Sınırlandırmada anlaşmanın temel ilke olması,
Kıta sahanlı sınırlandırmasında doğal uzantı esasının temel ilke olması,
Sınırlandırmada hakkaniyet prensiplerine dayanılması,
Sınırlandırmada eşit uzaklık kaidesinin mutlak surette uygulanır olmaması,
Adaların özel nitelikte olması,
Sınırlandırmanın hakkaniyete uygun olarak yapılması,
Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz olması.” ( Kütükçü ve Kaya, 2016: 92-94)
Şekil 4: Doğu Akdeniz’de Hidrokarbon Arama Çalışmaları (Anadolu Ajansı)
Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları ve Türkiye-Libya Mutabakatının Önemi
“Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti 27 Kasım 2019’da iki ülkenin uluslararası hukuktan doğan haklarının muhafazası için “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalamıştır. Mutabakat iki ülkenin Akdeniz’de karşılıklı kıyıları arasında deniz yetki alanları sınırını belirlemiştir. Türkiye’nin son yıllarda Doğu Akdeniz’deki uluslararası hukuktan kaynaklı haklarının korunması konusunda hem hukuken hem de fiilen yaptığı çalışmaların bir sonucu olduğu söylenebilecek bu mutabakat muhtırasına dair onaylamayı uygun bulma yasası, Aralık 2019’da TBMM’de kabul edilmiş, 6 Aralık 2019’da Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış ve 7 Aralık 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanarak Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir.
Mutabakatın ifadesiyle “Akdeniz’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırları” mutabakat metnine eklenmiş bir haritada koordinatlarıyla gösterilmektedir. Söz konusu haritada gösterilen A noktasından B noktasına kadar yaklaşık 30 kilometre uzunluğunda bir sınır belirlenmiştir. Ayrıca mutabakatta “ortay hat” olarak ifade edilen sınırın konumunun belirlenmesinde esas alınan karşılıklı kıyı hatlarının koordinatları da verilmiştir. Türkiye ve Libya’nın deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin bir mutabakat imzalamalarının siyasi ve hukuki önemli bazı sonuçları da bulunmaktadır.
Şekil 5: Türkiye-Libya Mutabakatı ve Doğu Akdeniz (SETA)
Yunanistan’ın Ege Denizi’nin güney ve güneydoğu kesiminde bulunan adalarına ve Meis Adası’na sınırlandırmada hakkaniyet gereği deniz yetki alanı verilmemesi gerektiğine dair Türkiye’nin yaklaşımı bu mutabakatla devam ettirilmiş ve bu yaklaşım Libya tarafından da kabul görmüş durumdadır. Tutarlı ve ısrarlı yaklaşımların hukuki kazanımlara yol açtığı düşünüldüğünde bu mutabakatın Türkiye açısından ilerleyen süreçlerde olumlu yansımaları olacağını değerlendirmek gerekir. Mutabakatın bir başka önemli yansıması ise Türkiye’nin söz konusu bölgede doğal kaynak arama ve işletme faaliyetlerinin meşru bir zemin kazanmasını sağlamış olmasıdır. Söz konusu mutabakatla belirlenmiş sınır iki devlet arasında imzalanmış bir antlaşma olması hasebiyle bu tür faaliyetler için hukuki zemin teşkil edebilecektir.” (SETA, 2019: S: 7-15)
Kaynakça
Keser, Ulvi ve Ak, Gökhan. (2018) Kıbrıs Sorunu ve Deniz Hukuku Bağlamında Doğu Akdeniz’de Yapılması Gerekenler, Kıbrıs Araştırmaları ve İncelemeleri Dergisi, S: 95-107.
Orhun, Fatma. (2017) Doğu Akdeniz Enerji Kaynaklarının Kıbrıs Sorununa Muhtemel Etkileri, Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2, S: 37-40.
Peker, Hasan, Oktay, Kübra ve Şensoy, Yavuz. (2019) Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Ve Enerji Kaynakları Çerçevesinde Türkiye’nin Enerji Güvenliği, Güvenlik Bilimleri Dergisi, Cilt:8 Say:1, 85-106.
İNSAMER, (2016) Doğu Akdeniz Enerji Rekabeti, Araştırma Raporu, S.4
Kütükçü, Mehmet ve Kaya, İslam. Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz’deki Petrol ve Doğalgaz Kaynakları ile Türkiye’nin Hukuki Durumu, Yaşam Bilimleri Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2/1, S: 92-94
SETA (2019), Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Ve Türkiye-Libya Mutabakatı, Sayı: 101, S: 7-15.