Uluslararası ilişkilerde ”Bağımlılık” iki anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan birincisi Eleştirel teoriler kapsamında bilinen kuramlarda karşılaşılan kavramsallaştırmadır. Bu kuramlar köken olarak Kant, Marx, Hegel’e dayanmakla birlikte modern uluslararası ilişkiler açısından en güncel yaklaşımları Frankfurt okulu, globalist teoriler, yapısalcı teoriler ve postmodernistler olarak bilinen düşünürlerce ele alınmıştır ve ”Bağımlılık” kavramını daha çok Kuzey-Güney Bağımlılık yaklaşımları ya da Merkez Çevre Bağımlılık yaklaşımları gibi kuramlar çerçevesinde kullanmaktadır. Buradaki ”Bağımlılık” ilişkileri zengin kuzey ülkeleri ve fakir güney ülkeleri arasında ya da gelişmiş merkez ülkeler ve az gelişmiş çevre ülkeler arasındaki ilişkiler bağlamında ya da hegomonik bir güç ve çevresinde kümelenen ülkeler bağlamında ele alınmaktadır.
”Bağımlılık” kavramının ikinci kullanımı Liberal teorilerde görülmekte ve burada daha çok küreselleşme olgusuyla birlikte ülkeler arasında ekonomik bir karşılıklı bağımlılığın ortaya çıktığı tezine dayanmaktadır. Liberal teori çerçevesinde ”Bağımlılık” ülkeler arasındaki çatışmaları önleyici bir rol oynamaktadır. Neorealist teori çerçevesinde de benzer bir şekilde ele alınan ”Bağımlılık” kavramı, liberal teoriden farklı olarak çatışma önleyici bir kavramdan çok çatışmaları artırıcı bir olgu olarak ortaya konmaktadır.
Bu bağlamda Uluslararası ilişkilerde ”Bağımlılık” kavramının yeniden iki farklı boyutu vurgulanarak ele alınması gerekmektedir. Çatışmaları önleyici bir bağımlılık olarak ülkeler arasındaki ticari, sanayi ve askeri ekonomik ilişkiler bağlamında bağımlılık ilişkileri ve çatışmaları artırıcı bir bağımlılık olarak sermaye ve doğal kaynaklar üzerindeki bağımlılık ilişkileri ayrı ayrı ele alınmalıdır. Birincisinde temel olarak ülkeler arasında ticaret olanağı arttıkça savaş ve çatışma olasılığı azalmaktadır. Örneğin Rossecrance’ın Trading States olarak ortaya attığı kavramsallaştırma ya da Robert Kohane ve Joseph Nye’ün complex interdependence kavramları örnek olarak alınabilir. İkincisinde ise ülkeler doğal kaynaklar üzerinde bağımlılıkları artıkça özellikle bağımlı olan ve doğal kaynak sahibi ülkeler arasında bağımlılık ilişkileri çatışma riskini artırmaktadır. Bunun tarihsel olarak en önemli örneği olarak birinci ve ikinci dünya savaşında doğal kaynaklara ve dış pazarlara olan bağımlılığı en yüksek ülke Almanya’nın revisyonist ve çatışmacı politikaları ya da 90 sonrası ABD’nin Irak ve Afganistan’a müdahaleleri örnek olarak verilebilir.
Doğu Akdeniz ve Türk dış politikası bağlamında bu kavramsallaştırmayı ele almak istediğimizde son dönemde İsrail’le ortaya çıkan gerginleşme, Kıbrıs’taki gelişmeler örnek olaylar olarak ortaya konabilir. İsrail’in Doğu Akdeniz’de yaptığı sondajlar sonucu -önce 2009’da Tamar Bölgesi’nde 227 milyar metreküpün üzerinde ve sonrasında kuzeydeki Leviathan Bölgesi’nde yarım trilyon metreküpün üzerinde- bölgede ciddi miktarda doğalgaz tespit edildi ve tahminler Kıbrıs, İsrail ve Mısır arasındaki bölgede trilyonlarca metreküp doğalgaz bulunduğu yönünde.
Yukarıda basit olarak ele aldığımız kavramsallaştırma kapsamında bu doğal kaynaklar üzerindeki bağımlılık ilişkileri son dönemdeki Türkiye, İsrail, Kıbrıs ve AB ilişkileri bağlamında çatışma artırıcı bir rol oynamaktadır. Türkiye İsrail arasındaki gerginlik ve bu gerginliğin ülkelerin Doğu Akdeniz üzerindeki politikaları ele alındığında ya da AB’nin bu doğalgazın varlığından haberdar olması sonrasında Kuzey Akım ve Nabuco ile birlikte Kıbrıs’tan gelecek yeni bir boru hattı projesini dillendirmeleri ve Kıbrıs sorunu çerçevesinde Türkiye ile olan ilişkilerde Türkiye üzerinde baskı uygulamaları bu çıkarsamanın doğruluğunu göstermektedir.
Hakan Mehmetcik
Yıldız Teknik Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi