Kitabın dördüncü baskısı yayınlanmış olup, bu yeni baskısı, diğer üç baskının düzenlenmiş, genişletilmiş ve geliştirilmiş halidir. Yazarımız bu kitapta dördüncü baskıyı yayınlarken kendisiyle beraber Hakan GÜNEŞ ve Erhan KELEŞOĞLU’ndan da faydalanmıştır. Çünkü artık kendinden başka tecrübeli bir bakış açısı aramaktadır. Bu üç yazarımız da kitabı yazarken oldukça sade ve yalın bir Türkçe kullanmaya özen göstermişlerdir. Kitapta şemalar, grafikler ve bolca örnekler kullanmışlardır. Yazdıkları kitap bir ders kitabı olmakla beraber bilgi verici niteliktedir.
Başlangıç olarak uluslararası ilişkiler kavramını açıklamışlardır. Uluslararası ilişkiler kavramı iki anlamında kullanılmaktadır. Bunlardan birincisi, uluslararası ilişkiler kavramını uluslararası politika olarak görenler ve ikincisi uluslararası ilişkiler kavramını genişletip uluslararası ilişkiler kavramına iktisat, hukuk ve politika alt dallarını da eklenmiş olarak görenlerdir. Yaygın olan uluslararası ilişkilerin politika çerçevesinde değerlendirilmesidir. Bunun nedeni ise siyasal durumların uluslararası ilişkilerde daha çok kullanılıyor olmasıdır. Gelişmiş kavramı henüz yaygınlaşmamıştır. Ancak yazarımız kitabında bu konunun sistematik boyutunu incelemektedir. Bu konuda iki eğilim vardır; bunlardan birincisi uluslararası aktörler ikincisi ise uluslararası sistem kavramlarıdır. Bu ikisi arasında doğru-yanlış şeklinde bir tercih yapılması zorunlu değildir. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken şey, uluslararası politikanın analizinin nasıl yapılması kısmıdır. İşte bu konuda yazarımız da çok dikkatli davranmış, analizlerinde genel bir bakış açısı kullanmıştır.
Uluslararası ilişkilerin diğer bir alt dalı ise uluslararası hukuk kavramıdır. Uluslararası hukukun kökenleri XVI. ve XVII. yüzyıllara kadar uzanmaktadır. Uluslararası hukuk kavramında devletlerin kendi hukuk kuralları yatmaktadır. Fakat bu yıllarda devletler üstü mahkemeler, yürütme gücü ve kolluk kuvveti bulunmamaktadır. Hukuk kurallarının yeterli olmadığı yerlerde şiddet kullanma tekeli baş gösterir ve bu da hukuk kurallarına ait bir yöntem değildir. Hukuk kurallarının temel oluşum amacı ise yurttaşların birbiriyle uyumlu yaşayabileceği bir ortam oluşturulmasıdır. Tam bu konuda uluslararası hukukun temel faktörü ortaya çıkmaktadır. Uluslararası hukukun devletlerin birbiriyle olan ilişkileri düzenlemek gibi bir yaptırımı vardır ve bunun için oluşturulmuştur. Temel inceleme devlet üzerinedir ve bu hep böyle gelip böyle gidecektir. Bazı devletlere göre uluslararası hukuk diye bir şey yoktur ama burada en önemli olan şey uluslararası hukukla iç hukukun birbirinden farklı olduğunu kavramak olmalıdır. Uluslararası hukuk belirleyici olmayıp iç hukuk yeterli bir düzenleyici etkiye sahiptir. Burada bilinmesi gereken en önemli detay ise güç dengesinin yeterli olmadığı iki devlet arasında da uluslararası hukuk kavramından bahsedilemez olduğudur.
Uluslararası iktisat da uluslararası ilişkilerin bir alt dalıdır. Burada iktisat devletlerarası ticari ve finansal hareketliliktir. Bu konudaki birçok gelişme iktisat üzerinden değerlendirilip ekonomik olan tüm gelişmeler iktisat kavramı adı altında toplanmıştır. Bu konuyu anlatırken yazarımız örnekleri kullanmış ve çarpıcı olan bu örneklerle kavramı daha iyi anlatmıştır. Gerekli tanımlamaları yaptıktan sonra konuyu tarihsel süreçten başlayarak günümüze kadar getirmiştir. Uluslararası sistemi, modern devletlerin gelişim sürecinden anlatmaya başlayarak konuyu genişletmiştir.
Avrupa devletler sistemi Westphalia Barış Anlaşmasıyla başlamıştır. Avrupalı devletler ilk başta sömürgecilik faaliyetleriyle kendilerini göstermişlerdir. Yaşanan olaylarda ilk başta Fransa’nın sonra Almanya’nın dünyaya hâkim olması çabası vardır. Bütün dönemlerde dengenin dengeleyicisi olarak İngiltere kendini göstermiştir. Bu dönemlerde uluslararası politika, monarklar arasındaki satranç oyunu şeklindedir. Hatta burada yazarımız ilk hamle yapan 14. Louis Fransa diyerek değişik bir yöntemle açıklama yapmıştır. Avrupa devletler sistemi Utrecht anlaşması ile başlamış ve Fransız devrimine kadar istikrarını korumuştur. Fransız devrimi ve Napolyon Savaşları daha sonra Avrupa da değişim göstermeye başlamıştır. Burada ilk değişim yurttaş ordularının oluşturulmuş olmasıdır. Daha sonra İngiltere’nin kutsal ittifaka katılması sonucunda Fransa’nın hâkimiyet kurma çabası önlenmiş olmaktadır. Daha sonra Viyana Kongresi sonucunda istikrarlı bir dönem başlamış Metternich’in diplomatik önderliğinde Avrupa Ahengi sistemi oluşturulmuştur. Oluşturulan bu sistem zaman geçtikçe önemini kaybetmiştir. İtalyan, Alman, Doğu Avrupa ve Balkan devletleri kendi çıkarları doğrultusunda bir yol izlemişlerdir. Bu olaylardan sonra yeni devletler uluslararası sisteme katılmıştır.
Başka bir yönden konuyu ele alacak olursak savaş teknolojisinin gelişimi ve bu teknolojinin silahların tahrip gücünün artması şeklinde etkisi olduğu için devletlerin de savaşa başvurmaları farklılıklar göstermeye başlamıştır. Milliyetçilik akımından sonra sosyalizmin etkili olması mevcut durumda bazı değişiklere neden olmuştur. Daha sonra da Alman İmparatorluğu’nun kuruluşu ve Bismarck’ın görevden ayrılması dışında o tarihlerde yaşanan olaylar bir uyum içerisinde devam etmektedir. Bu olaylardan sonra bir de ikinci Wilhelm’in liderlik istemesi Avrupa sistemini bozmuştur. Böylelikle ilk başta Fransa’ya karşı yapılan kutsal ittifak Almanya’ya karşı da yapılmıştır.
Ne kadar da uluslararası hukukun başlangıcı Westphalia Barış Antlaşması olarak görünse de dönemin başlangıcı olarak Viyana Kongresi ele alınmaktadır. Bu kongreden sonra olması gereken ile değil, olan ile ilgilenilmiş ve hukuk açısından rıza doktrini ele alınmaya başlanmıştır. Bununla beraber burada en önemli karar artık devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmamaları şeklinde olmuştur. Fakat oluşturulan bu kuralların büyük devletlerce hep ihlal edildiği de gözden kaçmamıştır. Bu konularla ilgili olarak savaşların yıkıcı etkileri azaltılsın diye I. Cenevre Konvansiyonu düzenlenmiştir. Savaşların iyileştirilmesi için çok fazla işlemler yapılmış ve Kızılhaç Örgütü kurulmuştur. Bu konuda I. ve II. Lahey Barış Konferansları düzenlenmiş ve burada savaşların olumsuz etkilerini azaltacak önemli kurallar konmuştur.
20. yüzyılda uluslararası sistemde çok fazla değişiklikler yaşanmış devletlerarası birçok gelişmeler görülmüştür. 20. yüzyılda Avrupa merkezli ve Avrupa dışında kalan sömürgecilik yapılan yerlerde uluslararası sistem, dünya sistemine dönüşmüştür. Dünya savaşlarının başladığı ilk dönemler geçiş dönem olarak belirtilmiş ve bu dönemler eski sistemin bozulmuş hali olarak devam eder niteliktedir. Bu zamanlarda Avrupa merkezli uluslararası ilişkiler diğer devletlerce de örnek alınır niteliktedir. Bu dönemde sömürge imparatorlukları artmaya başlamıştır. Sömürgecilikte İngiltere dengeli bir vaziyet izlemesine rağmen Fransa ve Almanya sömürgeciliğin sınırlarını zorlamışlardır. Bu dönemde Almanya da ciddi kriz olmasına rağmen hala Almanya’nın aklında yeni oluşan sisteme hâkim olma amacı vardır. Almanların bu zamanda başında olan Hitler önce Almanya için kısıtlayıcı nitelikte olan Versailles Antlaşması’ndan kurtulmuş, daha sonra da Almanları bir bayrak altında toplama amacı için çalışmıştır. Yaşam alanı oluşturabilmek için Çekoslovakya ve Polonya’yı işgal etmek istemiş daha sonrada dünyaya hakim olmayı istemiştir. Bunlar yaşanırken Almanya’nın yanında olanlar İtalya ve Japonya’dır. Almanya’nın karşısında yer alanlar ise İngiltere, Fransa, ABD ve Sovyetler Birliği’dir. Bu devletlerin bu şekilde kutuplaşması sonucunda savaş büyük bir alana yayılmıştır. Oluşan bu ortamın düzelmesi için uğraşan Milletler Cemiyeti Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nı oluşturmuştur. Oluşturulan bu kurul sayesinde 15 ülkenin imzaladığı Kellogg Paktı gündeme gelmiş ve bu pakt sayesinde silahlı kuvvet kullanmama konusunda birliğe varılmıştır. Avrupa Aheng sisteminde bunların oluşması, idealizmi ortaya çıkarmış fakat alınan bütün önlemlere rağmen II. Dünya Savaşı’nın çıkışı ve etkisi önlenememiştir.
Bu çerçevede oluşturulan Milletler Cemiyeti ise evrensel bir nitelik kazanamamış ve cemiyet hiçbir dönemde tam nitelikli olarak çalışıp evrensel olamamıştır. Milletler Cemiyeti’nde olan İngiltere ve Fransa için alınan kararlarda tam bir netlik yoktur. Çünkü cemiyet içinde İngiltere’yi destekleyen İskandinav ülkeleri ve Portekiz varken, aynı zamanda Fransa’yı destekleyen Belçika, Çekoslovakya, Yugoslavya, Romanya ve Polonya devletleri bulunmaktadır. Cemiyetin sürekli ve geçici olarak 2 tür üyesi bulunmaktadır. Sürekli üyeler Fransa ve İngiltere’dir.
Soğuk savaş dönemi II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan bir dönemdir ve burada uluslararası sistem iki kutuplu bir sistem halini almıştır. İki kutuplu sistemde güç dengesi oldukça karışıktır. ABD ve ÇHC birlikte Sovyetler Birliği’ne karşı birlik sağlamışlardır. Sovyetler Birliği’nin yanında ise bu zamanda Hindistan bulunmaktadır. ÇHC bu zamanda Pakistan’ı Hindistan’a karşı bir koz olarak kullanmıştır. İki kutuplu sistemde en önemli konulardan biri de nükleer caydırmadır. Bu konunun da sorun teşkil etmesinin nedeni iste ABD ve SSCB’nin birbirlerine karşı savaşa başvurmaları sonucunda oluşacak ortamdır. İkili sistemde en çok göze batan taraf ise bu iki devlet başkanlarının asla sıcak çatışmaya girmemiş olmalarıdır. Sadece bu iki liderin korktuğu da nükleer bir savaşın ortaya çıkmasıdır. II. Dünya savaşından sonraki dönemde yaşanan diğer bir olay ise sömürgecilik faaliyetinin yaygınlaşmasıdır. Bu zaman da Hindistan, Endonezya, Zaire, Cezayir ve Angola gibi ulus devletler ortaya çıkmıştır. Bu devletleri yanlarına çekmek için uğraşan ABD ve SSCB, bu devletlere belli konularda yardım etmişler ve bu konuda maddi ve manevi olarak onlara destek olmuşlardır. Bu iki devlet savaş için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, önce atom bombası sonra hidrojen bombasını kullanmışlardır. Daha sonra uzun menzilli füzeleri kullanmaya başlamışlardır. İki kutuplu sisteme aynı zamanda nükleer silahlanma yarışı da demek doğru olur. Hatta bu konuda nükleer denklik uygulanmaya çalışılmış ve iki devlet arasında SALT-I imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre devletler nükleer silahlara karşı savunma silahları üretmeyeceklerini söylemişlerdir. Bu olaylar sonucunda oluşan yeni ortam yani gevşek iki kutuplu sistem, SSCB’nin Afganistan’ı işgali ile tekrar gergin hale dönüşmüştür. Böylelikle yeni soğuk savaş dönemi ortaya çıkmış ve bu dönemde ÇHC, SSCB’yi ABD’den daha tehlikeli gördüğü için dengenin dengeleyicisi görevini üstlenmiştir. Sovyetler bundan sonra II. SALT Antlaşması için olumlu bakmış, Batı ve Avrupa’yla olan ilişkilerini iyileştirmeye çalışmıştır. ABD ise bu olaya olumlu bakmamış antlaşmayı kabul etmediği gibi SSCB’ye karşı tahıl ambargosu koymuşlardır. Tüm bu olaylar Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sonuçlanmıştır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası hukuk değişiklik göstermiştir. Bu değişiklik üç birim şeklindedir. Bunlar, taraf olan birimler, uluslararası hukukun kapsamı ve uluslararası hukukun oluşum sürecidir. II Dünya Savaşı’ndan sonra birçok şey değişim göstermiştir. Özellikle devletler açısından önemli değişiklikler olmuş ve toplum devlet sayısında hızlı bir artış olmuştur, özellikle Avrupa kültürü değişmiştir. Sosyalist devletler grubunun ortaya çıkması da önemli değişiklikler arasındadır. Aynı zamanda sosyal-ekonomik hayat, haberleşme ve çevre sorunları gibi konuların da uluslararası hukuk içerisinde yer alması da hızlandırılmış, uzay çalışmaları da aynı şekilde bu konuya dâhil edilmiştir.
Devletlerarası ilişkilerde devlet kullanmama özelliğinin oluşması, uluslararası hukukun olması gerekeni incelediğinin en büyük kanıtıdır. Uluslararası hukukta uluslararası adalet divanının oluşması da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen önemli faaliyetlerdendir. Oluşturulan adalet divanının temel amacı üyeler arasındaki çatışmaları hukuk yolunda çözmektir.
Bütün devletlerin uyacakları kuralları geliştirmek ve sürekli barışın sağlanması amacı çok eski yıllardan beri birçok düşünürün kafasındadır. Uluslararası hukuk kavramının oluşumundan sonra sürekli bir barışın sağlanması düşüncesi, düşünce olmaktan çıkıp uygulama faaliyetine geçirilmiştir. İsviçre, İngiltere ve ABD gibi birçok ülke idealizm akımına öncülük etmişlerdir. İdealizmin temel amacı yukarıda anlatılan sürekli barışın sağlanması ütopyasının sağlanabileceği görüşünde olan kişilerdir. Bunlar kalıcı bir barış için uğraşanlardır. İdealizm görüşünde olanların en fazla eleştirildiği nokta ise olması gerekenle çok fazla ilgilenmiş olmalarıdır.
Almanya’da nasyonal sosyalizm hareketinden dolayı siyasal idealizm yerine siyasal gerçekçilik akımının rol almaya başlamasına neden olmuştur. Bu dönemlerde uluslararası politikanın yaptığı önermeler yani siyasal önermeler siyasal idealizm düşüncesine ters düşmektedir. Uluslararası politika alanındaki çağdaş siyasal gerçekçilik akımı siyasal idealizme tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Liberalizmin temellenmesini sağlayan isim Edward Hallet Carr’dır. Bu kişide pozitivizmin ve marksizmin etkileri görünür ve bu akımların sebep sonuç ilişkisi sonucunda realizmin ortaya çıktığı görülür. Realizmin günümüzde en güçlü yenilenmiş kolu neorealizmin kurucusu olarak kabul edilen Kenneth Waltz ise klasik realizminden farklı olarak devletlerin davranışları üzerinde sınırlayıcı role sahip bir uluslararası sistemin olduğunun altını çizmiştir. Waltz yapısal realizmin kurucusudur. Realizme getirilen eleştirilerden biri uluslararasındaki değişim ve gelişmeleri açıklamakta pek başarılı olamadığıdır. Askeri alana gereğinden fazla önem verilmesi diğer bir eleştiri konusudur. İç ve dış politikanın farklılığını savunmalarına rağmen günümüzde iç ve dış politika arasında fazla bir fark yoktur.
Davranışçılık ilk başta ABD’de ortaya çıkmıştır. Davranışçılık akımını savunanlar bilimsellik, deneysel metot ve hipotezlerden faydalanarak düşüncelerini açıklamayı tercih etmişlerdir. Uluslararası politika alanında genel ve teoriden çok kısmi teorilere önem vermişlerdir. Deney ve karşılaştırma tekniğini kullanırlar. Davranışçılık akımına getirilen eleştiriler ise gerçeklikten oldukça uzaklaşan çabalara girmiş ve toplumsal değerlere önem vermemiş olmalarıdır.
Çoğulculuk yaklaşımını savunanlar devletlerarasındaki siyasal sınırların öneminin giderek azaldığını, iç ve dış politika arasında ayrımın oldukça güçleştiğini savunmuşlardır. Karşılıklı bağımlılık kavramı üzerine tartışmışlardır. Karşılıklı bağımlılık, en genel anlamıyla özerkliğin tersidir. Çoğulculuk anlayışını savunanlar da farklı açılardan eleştirilmişlerdir. Çoğulculuk anlayışı savunucuları, uluslararası sistemdeki anarşik yapıyı ihmal etmişlerdir. Aynı zamanda çoğulcular devletlerarası iletişim sistemleri güçlenirse çatışmaların duracağını düşünmektedirler.
Merkez yaklaşımları, mevcut sisteme eleştirel olarak yaklaşan bakış açısına sahiplerdir. Bu anlayışı savunanlar İkinci Dünya Savaşı sonrasında az gelişmiş ülkelerin az gelişmişlikten kurtulamayacaklarını düşünmektedirler. Bunun nedeni ise var olan ticaret sistemidir. Bu yaklaşıma getirilen eleştiri ise bazı konuları ele almakta yetersiz kalmışlar olmalarıdır.
Yazarımız aynı zamanda kitabında İngiliz okulunun kurumsal yaklaşımından, inşacı yaklaşımdan ve uluslararası eleştirel kuramdan da bahsetmektedir. Bunların ana teması, ortak çıkarlar, değer-yargılar ve bilgi ilişkisi verilebilir. Ama bunların idealizm, realizm ve davranışçılık kavramları kadar fazla bir önemi yoktur.
Yazarımız kitabında günümüz dünyasında yaşanan olayları da incelemiştir. Buna, sistem ve alt sistem kavramlarını açıklayarak başlamıştır. Alt sistemi, uluslararası siyasal sistemin temel kurallarından ne oranda az etkilenirse o oranda özerktir şeklinde açıklamıştır. İki tür alt sistem vardır. Bunlar; coğrafi ve fonksiyonel alt sistemlerdir. Sadece uluslararası siyasal sistemin temel kuralları ile açıklanamayacak bazı durumların değerlendirilmesi bunlarla mümkün olacaktır. Fonksiyonel alt sistemlere birçok uluslararası kuruluşlar örnek verilebilir.
Günümüzde uluslararası sistemi incelemek kolay değildir. Ama tespitler yapmak ve tahminlerde bulunmak mümkündür. Günümüzde uluslararası sistemi tek düzeyde ele almak kolay ve mümkün değildir. Uluslararası sistem hiyerarşik ve çok sistemli kalıpların iç içe geçtiği bir yapıya sahiptir. Küresel ve bölgesel güç dengeleri, aktörler tarafından belirlenmektedir. Çok merkezlilik ileriki yıllarda daha da belirginleşecektir. Fakat alt sistemlerin, sistemin bütününden özel koruma imkânları pek fazla yoktur. Özellikle Soğuk Savaş Dönemi’nin yarattığı çıkara dayalı güç dengesi, dini ve etnik faktörler birincil öneme sahip olmuştur. Günümüzde uluslararası sistemlerde ayrışma ve bütünleşme eğilimleri mevcuttur. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması ile belirginleşen çatlak, ayrışmacı süreci giderek artmıştır. Bütünleşme olgusuna ise NAFTA iyi bir örnektir.
Yazarımız soğuk savaş sonrası gelişmeleri ele almış ve detaylı bir şekilde konuyu incelemiştir. Yazarımız burada kurumsal ve hukuki görünüm olarak Birleşmiş Milletler ve uluslararası hukukta gelişmeler sürecini ele almıştır.
Birleşmiş Milletler’in, barış ve güvenliğin korunmasında eskiye oranla çok daha başarılı olacağı düşünülmektedir. Bu örgüt ABD ve SSCB vetolarını kısıtlamış ve etkisini azaltmıştır. Körfez krizi gibi o dönemde yaşanan gelişmeler kolektif güvenlik kavramını yeniden etkinleştirmiştir. Ama Birleşmiş Milletler’e üye olan birçok ülke Birleşmiş Milletler’in görevini yerine getiremediğini belirtmiştir. Bu konuda 1990 sonrası dönemde örgüt üzerindeki tartışmalar yoğunlaşmıştır. Örgütün amacı olan barış ve güvenliğin korunması konusunda yapabileceğinin de altında performans sergilemesi tartışma nedenleridir. Birleşmiş Milletler’in olduğu dönemde iç savaşlarda da önemli bir artış gözlenmektedir. Birleşmiş Milletler her ne kadar küresel düzeyde olsa da temelinde savaş galipleri örgütüdür. Bloklar arası rekabetin sona ermesi başarı ve güvenliğin korunmasına ilişkin girişimleri hızlandırmıştır. Barış ve güveni tehdit eden en büyük olay iç savaşlardır. Barış ve güvenliği tehdit eden temelde üç sorun vardır. Bunlar siyasi, hukuki ve mali sorunlardır.
1991 sonrasında uluslararası hukuk sistemi ve bakış açılarında değişikler olmuştur. Devletler ve bireyler uluslararası hukuk sistemine belirgin biçimde dâhil edilmiştir. Bu durumda egemenlik siyasal olduğu kadar hukuki anlamda da mutlak bir anlam taşımaktadır. Uluslararası hukukta çevre sorunları da önem taşımaktadır. Daha birçok konu uluslararası hukuk kapsamına girmektedir. İnsan hakları 21.yy da düzenlenmiştir. İnsan haklarındaki en önemli çağdaş metin otuz maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir. Buna benzer bölgesel nitelikte de insan hakları belgesi vardır. İnsan hakları kapsamına vatandaşlık, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarda dâhildir. Bu konuda insan hakları ihlallerinin nedenleri çeşitli faktörler olabilir. Aynı zamanda azınlık hakları denilen bazı haklar da bu konu içinde incelenir. Azınlıklar kendi kaderlerini tayin ilkesiyle devreye girmektedir. İnsan hakları oluşturma çabaları İnsan Hakları Komitesi tarafından gerçekleştirilir. Devletlerin dış politikalarında insan haklarının yer alması hem oldukça yeni hem de oldukça sınırlıdır.
Bu konuda ele alınan başka konu ise küreselleşen dünyanın iktisadi üyeleridir. Bu konuda yazarımız çarpıcı bir örnek vermiştir. Birçok açıdan kocaman ülke olan Cezayir ile birçok açıdan küçücük olan İsviçre arasında yapılacak karşılaştırmada, ikincisine sahip olduğu avantajdan bahsetmiştir. İktisadi anlamda devletlerin birbirlerine ekonomik ve ticaret ambargolar uygulamaları iktisadi faktörlerin nispi önemini artırmıştır. İki kutuplu sistemde siyasi ve askeri güç dağılımı ile iktisadi güç dağılımı birbiri ile büyük ölçüde örtüşür. İki kutuplu sistem sonrasında bu durum değişir. İktisadi güç merkezleri ABD ve Avrupa Birliği, Japonya ve Çin’dir. İktisatta maksimum kar, olmazsa olmaz bir hedeftir. İktisat, tamamen ekonomik bir araçtır.
Uluslararası örgütler kendi arasında ikiye ayrılır. Bunlar hükümetler arası örgütler ve hükümetler dışı örgütlerdir. Hükümetler arası aktörlerin sayısı hızla artmaktadır. Hükümetler arası örgütler tek bir amaca yönelik olarak kurulabileceği gibi birden çok amacı da kapsayabilir. Hükümetler dışı örgütler, taraflardan en az birisi ülkesinin yönetiminin temsilcisi durumunda olmalıdır. Bu türden kuruluşlar üç tanedir. Bunlar, uluslararası uzmanlık kuruluşları, uluslararası sivil toplum kuruluşları ve siyasal nitelik taşıyan hükümetler aşırı örgütlerdir. Yazarımız bazı hükümetler arası örgütlere şunları örnek vermiştir. Bunlar Birleşmiş Devletler Örgütü, Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü(NATO), Avrupa Güvenlik İş Birliği Teşkilatı(AGİT), Avrupa Birliği(AB), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması(NAFTA), Asya Pasifik Ekonomik İs Birliği(APEC), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası(WBG), Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’dür. Bunları geniş anlamda incelemiş, nasıl oluştuklarını, kaç tane üyeye sahip olduklarını ve merkezi kuruluşların ve merkezlerinin nerede olduğunu tek tek açıklamıştır. Yazarımız kitabında hükümetler dışı örgütlerin oluşum sürecindeki başta belirttiği üç temel etkeni, geniş geniş açıklamıştır.
Yazarımız küresel sorunları da ele almış ilk başta silahların denetimi konusunu işlemiştir. Silahsızlanma, var olan silahların hemen hemen tamamının ortadan kaldırılması sürecidir. Silahların denetimi ise devletlerin silahlanma politikasına ilişkin miktar, nitelik, geliştirme veya kullanılma açısından uygulanan sınırlamadır. Bu konuda en önemli gelişmeler Cenevre Sözleşmesi ve Lahey Konvansiyonu’nda ortaya çıkmıştır. Özellikle ABD ve SSCB arasında ortaya çıkacak olan nükleer savaş bu konunun ana temasıdır. SALT-I anlaşması burada en güzel örneklerden biridir. Aynı zamanda Avrupa Füzeler Krizi ve INF Antlaşması ve Start Antlaşması ve nükleer silahların yayılmasını önleyen antlaşmalar, tarihteki en önemli gelişmelerdir.
İnsani sorunlar da küresel sorunların içerisinde ele alınır. Yazarımız özellikle göç ve göçmenlik kavramlarını önemli görmüş ve uzun uzun açıklamıştır. Asya, dünya nüfusunun yarısından fazlasının üzerinde yaşadığı kıta olarak görülmektedir. Nüfus dağılımı bakımından en dengesiz kıtadır. Nüfusun büyük çoğunluğu Çin, Hindistan Endonezya ve Japonya bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Asya kıtasında olmasının yanı sıra Amerika’nın keşfedilmesinden sonra bu bölgede nüfus göçleri, bu yöne olmaya başlamıştır. Göçmen gönderen ülkeler avantajlı, göçmen kabul eden ülkeler son derece zor durumdadır. Yazarımız bu konu içerisinde zorunlu göç ve mültecilik kavramlarını da ele almıştır. Bu konuda yapılan düzenlemeleri de ele almış kime sığınıcı, kime mülteci denmesini gerektiğini açıklamıştır.
Yazarımız, çevre sorunlarını da küresel sorun olarak görmüştür. Çevre, insanların biyolojik olan ve biyolojik olmayan genel yaşam koşullarının tümünü kapsamaktadır diyerek çevre kavramının tanımını yapmış ve konuyu anlatmaya başlamıştır. Çevre sorunlarının artışı ile nüfus artışı doğru orantılıdır. Çevre sorunlarını da tanımlamıştır. Ekonomik gelişme ve ticaretler kavramlarını da çevre sorunları arasında incelemiş ve bu konuları geniş tutmuştur.
En son olarak kitabında bölgesel sorunlara yer vermiştir. Kitabında 14 tane bölgesel sorun bulundurmaktadır ve hepsini tek tek açıklamıştır. Ele aldığı bölgesel sorunlar, Kuzey İrlanda Sorunu, Bask Sorunu, Bosna-Hersek Sorunu, Kosova Sorunu, Makedonya Sorunu, Kıbrıs Sorunu, Filistin Sorunu, İran Sorunu, Keşmir Sorunu, Afganistan Sorunu, Karabağ Sorunu, Abhazya Sorunu ve Güney Osetya sorunudur. Bu sorunları ele alırken hangi devletler arasında olduğunu, neden çıktığını, sonucunda neler yaşandığını ve hangi çözümler uygulandığını teker teker ele almış ve her sorunu genel bir bakış açısı ile incelemiştir.
Sonuç olarak yazarımız özenle konuları genel anlamda açıklamış ama bir o kadar da detaylı şekilde ele almıştır. Hiçbir konuda kendi görüşünü yansıtmaya çalışmamıştır. Tamamen sade bir dille konuyu anlatmıştır. Konuları güncel boyutlarıyla incelerken tarihe dayandırmayı ihmal etmemiştir.
Şerife Gül KAPTAN
Çankırı Karatekin Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü