Bu röportaj, Ankara Üniversitesi – Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Funda Keskin Ata ile “Uluslararası Hukukta İnsancıl Müdahale” üzerine yapılmıştır.
1- Soğuk Savaş dönemine, sömürgeciliğin bitiminden itibaren gelişen self – determinasyon, bağımsızlık ve egemenlik kavramları hâkim olmuştur. Bu dönemde cereyan eden ve genellikle dolaylı insancıl müdahale olarak adlandırılan uluslararası müdahaleler nelerdir?
Bu ifadeyi pek anlayamadım. Dolaylı insancıl müdahale derken kastedilen silahlı olmayan müdahaleler ise, bunlar daha çok egemenlik ve ulusal yetki kavramları çerçevesinde anlamlandırılabilir. Yani devletin kendi ulusal yetkisindeki konularda başka devletlerin yorumlarını müdahale olarak değerlendirmesi söz konusu olabilir. Ancak bu, çok geri kalmış bir egemenlik ve ulusal yetki anlayışıdır. İnsan hakları alanındaki gelişmeler artık böyle bir yoruma olanak bırakmamaktadır.
2- Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika gibi dışarıdan empoze edilmiş yapay sınırların bulunduğu bölgelerde, etnik, ulusal veya dinsel kimlikler farklılıklara neden olmuştur. Bu durumun uluslararası müdahaleye etkisi nedir?
Afrika’da bu sınırlar 1960-70’lerde oluştu. Çatışmaya dönüşmeleri 1990’larla birlikte ideolojik rekabetin sona ermesiyle ortaya çıktı. Doğal olarak üçüncü tarafların müdahalesine açık bir ortam doğdu. Ancak bu, açık silahlı müdahaleden çok taraflara çeşitli düzeylerde yardım etme biçiminde gerçekleşti. Orta Doğu’da bu nitelikte çok az sınır vardır. Çatışmaya neden olan da sınırların yapay olması değildir. Daha çok Filistin Sorunu, Arap-İsrail çatışmasıdır. Bunun da sınırlarla pek ilgisi yoktur. Balkanlarda doğal sınırlar vardır. Eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan sınırlar da onu oluşturan federe devletlerin sınırlarıdır. Yani orada yapay sınır olduğu söylenemez.
3- İnsancıl müdahale kavramını, Kosova Sorunu bağlamında ve uluslararası hukuk açısından açıklar mısınız?
İnsancıl müdahale, bir devletin kendi vatandaşlarına yönelik insan vicdanını sarsacak biçimde katliam yapmasına karşılık uluslararası toplumun müdahalesidir. NATO’nun üye devletlerinin kararıyla Kosova’ya bir müdahalesi olmuştur. Ancak yapan devletler bunu BM Güvenlik Konseyi kararına dayandırmışlardır ve başka yerlerde örnek olmaması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. İnsancıl müdahale yorumu dışarıdan bakanların yaptığı bir yorumdur.
4- İnsancıl müdahale ile egemenlik, insancıl müdahale önleyici müdahale ilişkisi tartışmaları çalışmanın teorik çerçevenin önemi nedir ?
Egemenlik, yani uluslararası hukukun kuralları dışında bağımsız olmak zaten devletin kurucu unsurudur. Önleyici müdahale ise temeli olmayan bir yaklaşımdır. Ancak önleyici meşru savunma hakkı diye savunanlar mevcuttur. Her ikisinde de uluslararası hukukun temel kuralları açısından bir tartışma olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle elbette bu teorik çerçeve gereklidir.
5- Bugün geriye baktığımızda, insan haklarının evrenselleşmesi açısından son yıllarda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. 11 Eylül 2001 terör olayları sonrasında ABD yönetimi, Afganistan ve Irak’a yönelik askeri müdahalelerin temelinde insani gerekçeler olduğu savını ileri sürmüştür. Bu olguyu nasıl değerlendirebiliriz?
ABD Afganistan’a insani gerekçelerle değil, 11 Eylül saldırıları sonrası meşru savunma hakkını ileri sürerek ve hem BM’nin hem de NATO’nun desteğini alarak müdahalede bulundu. Irak’ta ise Irak yönetiminin kitle imha silahları bulundurduğu ve böylelikle 1991’de kabul ettiği 687 sayılı Güvenlik Konseyi Ateşkes Kararı’nı ihlal ettiği gerekçesiyle 2003 yılında müdahale etmişti. Yani her ikisinde de insancıl nedenler gerekçe değildi. Belki bu algının nasıl oluştuğunu tartışmak lazım, çünkü böyle bir olgu yok.
6- Uluslararası hukuk doktrininde, günümüze kadar insancıl müdahale ile ilgili ortaya pek çok çelişkili fikir konulmuş olmasına rağmen kavramla ilgili üzerinde uzlaşılan veya pek çok kaynakta benzer şekilde yer alan belli başlı temel unsurlar nelerdir?
Meşru savunmayla pek ilgili olmasa da en temel ihlaller olan soykırım, sivillere yönelik katliamlar ve toplu öldürmeler durumunda insancıl müdahalenin ileri sürülebileceği uzlaşılmış olan noktalardandır. Ancak Güvenlik Konseyi kararıyla uygulanması dışında uygulama biçimi üzerinde hiçbir uzlaşma bulunmuyor.
7- İnsancıl müdahalenin yalnızca uluslararası toplumda tanınmış olan devlet, bölgesel organizasyon aracılığıyla veya geçici olarak bir araya gelmiş birkaç devlet tarafından uygulanabilir bir eylem olduğunu göstermektedir. Bu belirleme, uluslararası toplum tarafından tanınmayan insan topluluklarının veya hükümet dışı çeşitli oluşumların bu tarz eylemleri insancıl müdahale tanımın dışında mı kalır?
Devlet, bölgesel örgüt ya da geçici koalisyon tarafından uygulanması bile meşruiyet tartışması içerir. Kosova müdahalesinde bu tartışma olmuştu, ki NATO bunun insancıl müdahale olduğunu ileri sürmemişti bile. Müdahale sadece Güvenlik Konseyi kararıyla ve/veya yetkilendirmesiyle yapılırsa tartışma yok. Bunun dışındaki her durum yetki ve meşruiyet tartışması içeriyor. Bu durumda, diğer birimlerce uygulanması düşünülemez bile. Zaten tanınmayan insan toplulukları ya da hükümet dışı oluşumlar nasıl kuvvet kullanma içeren bir insancıl müdahalede bulunabilir? Burada akla bir tek ulusal kurtuluş mücadeleleri geliyor. Onlar da bu çerçeveden çok self-determinasyon hakkını ileri sürüyorlar.
8- İnsancıl müdahaleyi, diğer müdahale veya kuvvet kullanma yöntemlerinden ayıran en temel özelliği insancıl amaçlar için gerçekleştirilmesidir. İnsancıl nedenlerle müdahale edilebilmesi için öncelikle bir devletin kendi egemenlik sınırları içinde geniş çaplı şiddet eylemlerinin ve beraberinde insan hakları ihlallerinin gerçekleştiğine dair bir kanı mı oluşturur?
Devletin ya kendi güçleriyle ya da bunu yapan güçlere göz yummasıyla soykırım, sivillere yönelik katliamlar ve toplu öldürmeler olması gerekir. Kosova’da kendi güçleriyle sivil Kosovalıları öldüren Yugoslavya vardı. Darfur’da Afrika kökenli sivil Sudanlıları öldüren devlet destekli militan bir grup mevcuttu. Devletin buna engel olamaması ya da isteyerek olmaması gerekir. İnsan hakları ihlalleri deyince, yaşam hakkı ve etnik temizlik gibi soykırım eylemleri söz konusu olmalıdır. Buna dair kanıdan çok somut verilerle hareket edilmesi gerekir. Bunu da sahadan gelen bilgi akışı, BM gibi uluslararası örgütlerin ve Oxfam ya da Uluslararası Af Örgütü gibi sivil toplum örgütlerinin gözlem ve raporları ortaya koyar.
9- İnsan hakları kavramı dar bir şekilde ele alınacak olursa, bu tanıma yalnızca yaşama hakkı, vücut dokunulmazlığı, vücut bütünlüğü gibi çok temel hakların girdiğini kabul etmek gerekir. Ancak, insan hakları geniş bir şekilde ele alınırsa sosyal, siyasal haklar da bu tanımda kabul edilecek. Bu durumda bir devletin diktatörlükle yönetiliyor olması bile müdahale için yeterli bir zemin oluşturur mu?
Hayır. İnsancıl müdahalenin ancak yaşam hakkı, soykırım yasağı, insanlığa karşı suçlar ve silahlı çatışma sırasında sivillere karşı işlenen suçlar durumunda söz konusu olabileceği kesindir. Bunlar artık insancıl müdahale yaklaşımının yerini alan “koruma sorumluluğu” kavramı içinde (saldırı suçunun eklenmesiyle) kabul edilmiştir.
10- İnsan hakları ihlallerinin gerçekleştiğine dair kanıtlar olmalıdır. Uluslararası toplum bunu bir gerçek olarak kabullenmiş olmalıdır. Kanıtlar yalnızca yorum niteliği taşımamalı, belgelere dayandırılabilmelidir. Edinilen kaynaklar nasıl değerlendirilmelidir?
Yukarıda belirttiğim gibi, uluslararası örgütlerin raporları burada önemlidir. Bu raporlar, sahaya gidip gözlem yaparak ve taraflarla görüşerek oluşturulur. İkincisi, ülke içinde bireylerden veri akışı olabilir. Ayrıca ulusal sivil toplum kuruluşlarının veri ve raporları da bu çerçevede ele alınır. Üçüncü olarak da uluslararası sivil toplum kuruluşları da önemli bilgi kaynaklarıdır. BM bu örgütlerle ECOSOC üzerinden bir iletişim yürütmektedir. Tüm bunları değerlendirerek bir sonuca varılması gerekir.
11- Uluslararası toplumda kuvvet kullanma tehdidinin de kuvvet kullanma kadar zorlayıcı olabileceğini düşünebilir miyiz?
İnsancıl müdahale açısından belirleyici olamaz. Zorlayıcı olabilir ancak böyle bir müdahale için elde somut veri olması gerektiğinden, katliam ya da soykırım tehdidinin olması silahlı müdahalenin temelini oluşturamaz. Fakat diğer tür yaptırımlar için dikkate alınabilir.
12- Eğer devletler, bir grup halinde veya bir uluslararası örgüt çatısı altında karar alarak hedef devlete karşı ekonomik ambargo uygular, devletin gündelik hayatını idame ettirmesini veya hayati kaynaklara ulaşmasını engeller ve bu eylemleri o devlette yaşanan insan hakları ihlallerini engellemek amacıyla gerçekleştirirse bunun da bir insancıl müdahale sayılabileceğine ilişkin görüşler var mıdır?
İnsancıl müdahale kavramı, kuvvet kullanılan müdahaleler için kullanılır. Diğer tür yaptırımlar insancıl nedenlerle konulabilir. Söz konusu devletin davranış biçimini değiştirmesi için bir tür zorlama oluşturabilirler. Bunun Güvenlik Konseyi tarafından yapılmış birçok uygulaması var. Ancak bu, “müdahale” kavramının taşıdığı ağırlığı haklı çıkaracak bir tanımlama olmaz. İnsancıl müdahale kavramını kullandığımızda, silahlı bir müdahaleyi anlıyoruz.
13- Westphalia’nın da pratikte devletlerin uygulamaları bakımından, müdahaleyi engellemediği, aksine öngördüğü, egemenlik anlayışı dâhilinde dış müdahaleye zemin yarattığı görülmekte midir?
Bunun temelini anlayamadım. Westphalia, devlet egemenliğini yücelten bir düzenlemedir. Müdahale durumlarını da mümkün olduğu kadar daraltır. Zaten o dönemde devletler birbirlerine karşı gerekli gördükleri yerde silahlı güce başvurabildiğinden müdahale için özel gerekçeler aramalarına da gerek yoktu.
14- Westphalia Anlaşması’nın asıl etkisi, kabul ettiği egemenlik anlayışı nedeniyle meşruiyet konusunda yeni bir sorunu gündeme getirmiş̧ olmasıdır. Anlaşma ile kabul edilen devlet egemenliğinin değeri nedir?
Devlet egemenliği, uluslararası sistemin temelinde yer alır. Westphalia, silahlı çatışmaları düzene sokmak, azaltmak, sınırlandırmak gibi amaçlar için bunu sistemin temeli olarak adlandırıyor. Değeri artık bir antlaşma hükmü olmasından gelmiyor. Yani antlaşmalarda yazılı diye oradan doğmuyor. Antlaşmalar artık malumu beyan ediyor. BM Antlaşmasında da 2/4 bunu söylüyor ama egemenlik 2/4 böyle diyor diye var olmuyor. Sistem zaten o.
15- Temel norm olan egemenliği zorunlu olarak ihlal eden bir müdahaleyi meşrulaştırma gereği doğar mı?
Elbette. Zaten bütün tartışma da bu. Temel normu ihlal ediyorsa genel biçimde tanımlanamaz, ne zaman hukuka uygun hale geldiğini gösterecek ölçütler açıkça belirlenmeli, uygulayacaklar saptanmalı, hangi ölçütler çerçevesinde sona ereceği de belirlenmiş olmalı.
16- BM Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği andan itibaren insancıl müdahale bağlamında bir kuvvet kullanımının hukuka uygunluğu tartışması nasıl başlamıştır?
1970’lerde yapılan bir tartışmadır. Önce 2/4’ün genel bir kural olarak geçerliliğinin ortadan kalktığı, çünkü buna uyulmadığı tartışması ortaya çıktı. Sonra 1970’lerde Tanzanya’nın Uganda’ya, Vietnam’ın Kamboçya’ya ve Hindistan’ın Bangladeş’in bağımsızlığı sürecinde Pakistan’a müdahaleleri söz konusu oldu. Bunların üçü de devletlerce insancıl müdahale olarak adlandırılmadıysa da sonraki yorumlar bu çerçevede yapıldı.
17- İnsancıl müdahale tartışmasının Fransa tarafından uluslararası arenaya taşınması Soğuk Savaş’ın bittiği döneme denk gelmiştir. Dünyanın çeşitli yerlerinde patlak veren ve insancıl müdahaleye yol açan çatışmalar nelerdir?
1990’lardaki tartışma 1970’lerden sonraki ikinci dalgadır. Fransa’nın 1992’de Ruanda’daki Güvenlik Konseyi yetkilendirmesine dayanan müdahalesi pek de düşünüldüğü gibi işlemediğinden tartışılmıştı. Bunu Fransa taşıdı diye yorumlayamam. Asıl 1999 Kosova müdahalesiyle gündeme geldi. 2000’de BM Genel Sekreteri, bu gibi durumlarda uluslararası toplumun sessiz kalamayacağını, müdahalesinin nasıl olması gerektiğinin tartışılması ihtiyacını dile getirdi. Yani 1990’larda tartışma böyle başladı.
18- Eğer insancıl müdahale gerçekten egemenliğe karşı kabul edilemez bir saldırı oluşturuyorsa, Ruanda ve Srebrenica’da tanık olduğumuz olaylar karşısında nasıl davranmalıyız? İnsan olarak var oluşumuzun dayandığı tüm ilkeleri çiğneyen ağır ve sistematik insan hakları ihlallerine karşı ne yapmalıyız?
İnsancıl müdahale, müdahale eden için bir hak olarak tartışıldığından tepki gösterenler çoğunluktaydı. BM Genel Sekreteri’nin yukarıda söylediğim isteği üzerine 2001’de koruma sorumluluğunu ortaya atan ve Kanada tarafından kurulmuş olan Uluslararası Komisyon (ICISS) bu soruya yanıt vermeye çalıştı. Bunu da doğru neden, doğru niyet, son çare olması ve makul bir başarı şansı biçiminde kimi kriterlere bağladı. BM 2005 Dünya Zirvesi de bunu kabul etti, ancak uygulanmasını Güvenlik Konseyi kararına bağladı. Aslında 2001 ICISS raporunda başka örgüt ya da devletler koalisyonları tarafından başvurulmasının önü kapatılmamıştı. Güvenlik Konseyi bu kavramı ilk kez Libya’daki müdahalede uyguladı.
19- Günümüzde insan hakları kavramı, hukuki, siyasi ve felsefi tartışmaların merkezinde yer almakta; devletlerin iç ve dış politikalarının meşruiyetinin sorgulanmasında kullanılmaktadır. Artık evrensel insan hakları ile uyumlu olmayan siyasal ve hukuki rejimlerin, meşruluk sıfatını kazanmaları mümkün müdür?
İnsan hakları ile insancıl müdahale kesişmekle birlikte tam olarak aynı şey değildir. İnsancıl müdahaleyi insan hakları çerçevesinde ifade edeceksek sadece yaşam hakkı söz konusudur. Yaşam hakkının kitlesel biçimde ihlali durumunda söz konusu olabilir. İnsan hakları alanı ise en az 3 kuşak haklarıyla çok geniş bir alana yayılır. Uluslararası sistem, devletin kendi iç hukukunda nasıl bir ekonomik ve siyasal sistem kurguladığı ile ilgilenmez. Zaten bunun adı iç self-determinasyondur. Ancak BM Antlaşması insan haklarını tüm üyeleri için amaç olarak belirlediğine göre, bunu sağlamak için üyelerini izlemekte ve ihlal edenleri uymaya zorlamaktadır. Dolayısıyla bu soruya yanıt vermek için evrensel insan haklarını da bununla uyumlu olup olmamayı da tanımlamak lazım. Bu hakları çeşitli düzeylerde çiğneyen çok sayıda devlet var. Bunları meşru değil diye ilan etmek de kimsenin görevi ya da yetkisi değil. Ancak bu durumun uluslararası barış ve güvenliği tehdit eder ya da bozar duruma gelmesi durumunda Güvenlik Konseyi askeri müdahaleye kadar gidecek kararlar verebilir. Yani bu soruya böyle genel bir yanıtın verilebilmesi pek mümkün değil.
20- Devletin egemenliği, yüzyıllardır uluslararası ilişkilerin temel kurallarının, uygulamalarının belirleyicisidir ve uzun zamandır uluslararası hukukun üstün normatif temeli olarak algılanmaktadır. Bu nedenle devletin egemenliği konusunda mutlak bir tanım yapılabilir mi?
Uluslararası hukuk devlet egemenliğini tanımlıyor. Bu tanıma göre devlet egemenliği, uluslararası hukukun koyduğu genel sınırlamalar dışında hiçbir sınırlamaya tabi olmamaktır. Yani hukuksal egemenlik mutlak değildir, siyaset biliminde tartışılan siyasi egemenlikten farklıdır ve canının her istediğini yapmak anlamına gelmez. Devlet kendi iradesiyle bir sözleşme imzalamışsa buna uymak zorundadır. Bu zorunluluk egemenliğinin ihlali demek değildir.
21- İnsancıl müdahalenin siyasi amaçlara alet edilmesi siyasallaşma konusunda ne gibi sorunsallar teşkil etmektedir?
İnsancıl müdahale kavramının en büyük eleştiri aldığı nokta zaten buydu. Bu müdahalede bulunacak tarafların kendi siyasi çıkarları için seçici bir şekilde hareket etmeleriydi. Zaten bu sebeple çok az sayıda askeri kapasitesi yüksek devletin savunduğu bir yaklaşım olmuştur. Devletlerin büyük kısmı bunu reddetmiştir.
22- Hukuki gerçekçilerin, bu görüşün aksine, BM Antlaşması sonrasında girişilen müdahalelerin böyle bir teamülün devamına işaret ettiğini vurgulamalarına karşın klasikçiler bunun bağlayıcı bir uluslararası hukuk normu olabilmesi için geniş biçimde uygulanması ve doğruluğunun uluslararası düzeyde nasıl ifade edilmiştir?
Bir uluslararası hukuk kuralı ya teamülle (yapılageliş, örf ve âdet hukuku) ya da antlaşmayla oluşur. İnsancıl müdahale için antlaşma yoktur. Teamül hukuku için ise ancak belirli bir süre içinde, istikrarlı ve hukuk kuralı olduğu inancıyla yapılan uygulama gerekir. Yani bir uluslararası hukuk kuralı haline gelmediğinde kuşku yoktur.
23- Geçtiğimiz elli yıl içerisinde, iki önemli tarihsel gelişme insancıl müdahalenin etik, siyasi ve işlevsel yönlerini derinden etkilemiştir. Bunlardan birincisi 1950 ve 60’larda sömürgeciliğin sona ermesi, diğeri ise 1990’larda Komünist Bloku’nun dağılmasıdır. Bunların sonucunda ortaya çıkan etkiler nelerdir?
Asıl etkili olan 1990’lardaki süreç olmuştur. Çünkü ideolojik rekabet sürdüğü müddetçe donmuş halde kalan iç çatışmalar kendilerine alan bulmuş, bu durum dışarıdan karışmak isteyenlere de alan açmıştır. Ancak insancıl müdahale daha açık, doğrudan, askeri güçle müdahale anlamına geldiğinden, devletler bunu pek istememişlerdir. 1999 Kosova müdahalesi bunun tartışılmasının vesilesi olmuştur. Aslında hem ondan önce hem de sonra pek çok yerde benzer koşullar ortaya çıktı, müdahale de edilmedi.
24- Vietnam’ın Kamboçya’ya müdahalesini tetikleyen nedenlere bakıldığında insancıl müdahale savını ileri sürmek zordur. Fakat diğer yandan, gerek soykırım veya ağır insan hakları ihlallerinin varlığı, gerek barışçıl çözüm çabalarının sarf edilmiş olması, gerekse bölgesel istikrarsızlığın önlenmiş olması müdahalenin insani boyutunu yansıtmaktadır. Tüm bunlara rağmen dönemin siyasi konjonktürü, müdahalenin insancıl boyutu gerek müdahale edenler gerekse uluslararası aktörler tarafından neden göz ardı edilmiştir?
Vietnam’ın kendisi zaten çok istikrarlı koşullarda değildi. Kamboçya’daki durum onu da etkiliyordu. Yani insancıl müdahale savından önde gelen endişeleri vardı. İkinci olarak ise insancıl müdahale sömürgeci, güçlü Batı’nın bir kavramı olarak görüldüğünden bunu ileri sürmeyi istememiş de olabilir. Uluslararası düzeyde ise yalnız bir devletti. Buradaki ABD müdahalesi yeni sona ermişken, yanında pek fazla devlet olmaması ve kendisinin de buna enerji harcamak istememesi doğaldır.
25- Somali’de meşru bir hükümet olsa idi yine de müdahalede bulunulur muydu?
Somali’den kasıt 1992 müdahalesi olsa gerek. Spekülatif bir şeyler söylenebilir. Meşru hükümet derken herhalde ülke üzerinde kontrolü olan bir hükümet kastediliyor. Yoksa kendisini meşru hükümet ilan eden ve bunu tanıyanlar vardı. Buna bir yanıt verilemez. Kurguya girer, akademik bir görüş olmaz.
26- Başlangıçta bir iç sorun olan “Kosova Sorunu”, Güvenlik Konseyi’nin gündemine girerek neden uluslararası bir soruna dönüşmüştür?
Eski Yugoslavya’nın dağılması sürecindeki tüm sorunlar bu niteliğe sahip oldular. Yani bu durum Kosova’ya özgü değil. Kosova’ya iç sorun diyen zaten Sırbistan-Karadağ’dan ibaret kalmış Miloseviç Yugoslavya’sıydı. Kosovalılar kendilerinin 6 Yugoslavya Cumhuriyeti gibi muamele görmeleri gerektiğini, çünkü Yugoslav anayasasına göre Sırbistan’a değil, Yugoslavya Federal Devleti’ne bağlı bir özerk devlet olduklarını, yani aslında 6 cumhuriyetle eşit olduklarını savunuyorlardı.
27- İnsancıl müdahale açısından değerlendirildiğinde, NATO tarafından insancıl savaş olarak nitelendirilen bu müdahale uluslararası ortak kuvvet kullanımı tekelini nasıl göstermiştir?
NATO müdahalesini Güvenlik Konseyi’nin buradaki durumu “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit” olarak belirleyen kararına dayandırdı, asla resmen insancıl müdahale demedi. Ancak Güvenlik Konseyi bu yetkiyi ona vermemişti. Harekete geçme saiki(?) biraz da tüm Yugoslavya dağılma sürecinde Avrupalı devletlerin pasif kaldıkları, buradaki insancıl felaketi görmelerine karşın müdahale etmek için hiçbir şey yapmadıkları eleştirisinden etkilenmelerinden kaynaklandı. ABD Kosova’daki sivil halka yönelik saldırıların kabul edilemez boyuta geldiğine karar verince müdahale geldi. Yani Avrupa devletleri hala pek de istekli değildi. ABD’nin bu tutumu da Avrupa’da böyle olayların gerçekleşiyor olmasını NATO’nun ve kendisinin konumu açısından kabul edilemez görmesinden kaynaklandı. Yoksa hiç kimse bir silahlı müdahaleye hevesli değildi. Zaten bu durum, asıl olarak hava bombardımanı olmasından da anlaşılabilir.
28- İnsancıl müdahale, asil ve masum bir kuvvet kullanma yöntemi olarak görünse de uluslararası politika ve devlet çıkarları ile beraber düşündüğümüzde nasıl bir kavramdır?
İnsancıl müdahale asil ve masum bir kuvvet kullanma yöntemi olarak sunulmak istenmiş olabilir. Ancak askeri olarak daha zayıf olan orta ve küçük devletler bunu zaten her zaman sömürgeci güçlü Batı’nın bir aracı olarak gördüler ve bir hukuk kuralı olarak kabul etmediler. Bunun sonucunda da koruma sorumluluğu kavramı geliştirildi. Onda da insancıl müdahaleye yöneltilen eleştiriler var. Yani aslında hiçbir zaman asil ve masum olarak görülmedi. Zaten böyle olması için koşulları belirlenmiş olmalıydı ve her bu koşullar oluştuğunda uygulanmalıydı. Öyle olmadığını ise herkes görüyor ve biliyordu.
Teşekkürler…
ESMA DİDEM ŞİMŞEK
Uluslararası Hukuk Staj Programı