Uluslararası toplumun hukuk düzeni olan uluslararası hukuktan beklenen işlevlerden birisi de, uluslararası toplumda barışı sağlamak adına, ilgili birimlerin şiddet ya da kuvvet kullanmalarına sınırlandırmalar getirmesidir.
Uluslararası toplumda kuvvete başvurmanın hukuksal bir zemine oturtulmasına ilişkin uzun bir tarihsel süreç mevcuttur.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Versay Barış Antlaşmasına kadar savaş, devletler için bir haktır ve kuvvet kullanmayı yasaklayan herhangi bir uluslararası hukuk kuralı yoktur. 1899-1907 Lahey Konferansları’nda kabul edilen kurallarla, savaşı düzenlemeyi ve savaşın acılarını azaltacak birtakım tedbirler almayı amaçlayan kurallar yapılmış ama savaş yasaklanamamıştır.
Birinci Dünya Savaşı, barışın sağlanması çabalarının biçimlenmesi açısından önemli rol oynamıştır. En önemli etkisi ise, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin kurulması olmuştur. Milletler Cemiyeti Misakı, uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü konusunda belirli yükümlülükler öngörür. Savaş yetkisi bu yollara başvurmadan kullanılamayacaktır. Bu yüküm, sadece üye devletleri bağlamaktadır. Düzenleme, savaş ya da kuvvet kullanılmasını yasaklama şeklinde değil, kuvvet kullanmanın geciktirilmesi şeklindedir.
Cemiyet’teki açıkları tamamlamak için 1924’te Cenevre Protokolü ve 1925’te Lokarno Antlaşması yapılmıştır. Bunlar da kuvvet kullanmayı tamamen yasaklamamaktadır.
Bunun dışında kuvvet kullanmanın yasaklanması yönünde başka çabalar da olmuştur. En önemlisi Stimson Doktrini ve Briand-Kellog Misakı’dır. Stimson Doktrini, Amerikan Dışişleri Bakanı Stimson’un kanunsuz işgal ve işgalin doğurduğu fiili sonuçları tanımayacaklarını duyurması esasına dayanır. 27 Ağustos 1928’de imzalanan Briand-Kellog Paktı ise savaş yetkisi açısından genel bir düzenleme getirir. Pakt, bütün saldırı savaşlarını yasaklamıştır. Bu genel yasaklama, Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’yle karşılaştırıldığında, onun başlıca ilerici özelliğidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler(BM) de uluslararası toplumda güç kullanımına önemli esaslar getirmiştir. BM kurucu antlaşması(statüsü), savaş kavramı yerine “kuvvet tehdidi ya da kuvvet kullanma“ kavramını kullanmakta ve kuvvet kullanmanın uluslararası ilişkilerdeki yeri konusunda daha somut düzenlemeler getirmektedir. BM Statüsü’nün 2. maddesi, temelde bu maksat doğrultusunda uluslararası ilişkilere yön vermesi gereken prensipleri sıralamaktadır. BM Statüsü’nün 2. maddesinin 4.paragrafındaki hükmün uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağını ifade eden yapıla geliş kuralı olduğu bugün uluslararası toplumda yerleşmiş durumdadır. Madde 2/4 şöyle demektedir: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”
Kuvvet kullanamama konusundaki bu ısrara karşın kuvvet kullanımı uluslararası ilişkilerin bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır ve BM de kuvvet kullanımına belirli hallerde izin vermiştir. Bu istisnalar dört tanedir ve bunlardan ikisi kuruluş yıllarına aittir. Yani günümüzde iki istisnadan bahsetmek mümkündür: Meşru müdafaa halinde kuvvet kullanımı (Madde 51) ve Güvenlik Konseyi kararıyla kuvvet kullanımı (VII. Bölüm).
Meşru Müdafaa Hakkı, kuvvet kullanımının en önemli istisnalarından birini oluşturmaktadır. BM Şartı’nın 51. Maddesi bu hakkı şu şekilde muhafaza etmektedir: “Bu Anlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” Böylece tek tek üyelerin veya hep birlikte meşru müdafaa hakkı düzenlenmiş olmaktadır. Bu yaklaşıma göre BM üyelerinden herhangi birine veya bir kaçına karşı silahlı bir saldırıda bulunulduğunda Güvenlik Konseyi toplanıp gerekli kararları alıncaya kadar BM üyeleri barışı ve güvenliği koruyabilmek amacıyla tek başına ya da topluca meşru müdafaa hakkını kullanabilirler.
Kuvvet kullanımının en önemli ikinci istisnasını BM organları kararıyla kuvvet kullanımı oluşturur. BM Güvenlik Konseyi barışı ve güvenliği bozduğunu düşündüğü devlete karşı kuvvet kullanılması kararı alabilir. BM Şartı’nın 41. ve 42. maddelerinde belirtildiği üzere güvenliğin ve barışın sağlanması için Güvenlik Konseyi kararlar almak durumundadır. Güvenlik Konseyi kendiliğinden harekete geçebileceği gibi, Genel Kurul da Güvenlik Konseyi’nin dikkatini bir olaya çekebilir. Genel Sekreter’in de böyle bir imkanı vardır. Konsey üyelerinden biri veya başka bir ülke de böyle bir talepte bulunabilir. Ancak Güvenlik Konseyi bu taleplere bağımlı değildir. Güvenlik Konseyi’nin hangi kriterlere göre uluslararası barış ve güvenliğin bozulduğuna, ya da tehdit edildiğine karar vereceği de net değildir. Mevcut örnekler de bu konuda bizlere yol göstermemektedir. Denebilir ki Güvenlik Konseyi’nin bu konuda oldukça geniş bir inisiyatifi vardır. Bu tablodan hareketle Güvenlik Konseyi kararlarının doğruluğunun uluslararası güç dengelerine bırakıldığı söylenebilir. Zaten kuruluş aşamasında dünyadaki güç dengelerini olabildiğince dengeli temsil ettiğine inanılan Güvenlik Konseyi’nin dünyadaki dengeleri dikkate alarak hareket edeceği düşünülmüştür. Güç kullanımı kararının sadece Kore’de ve Körfez Savaşı’nda alınmış olması da bu gerçeği doğrulamaktadır. Sürekli üyeler arasındaki rekabet ve veto yetkisi bu hakkın keyfi kullanımının en önemli engelleyicisi olmuştur.
Sonuçta, bugün geldiğimiz noktada devletlerin ve diğer uluslararası aktörlerin ilişkilerinde kuvvete hangi durumlarda başvurulabileceğine hangi durumlarda kuvvete başvurmanın hukuk dışı sayılacağına ilişkin bir düzen oluşmuştur ve BM bu düzenin garantörü konumundadır.
Ayşe Yanmaz
TUİÇ Stajyeri
Kaynakça
1) ACER,Yücel,KAYA,İbrahim, Uluslararası Hukuk, USAK Yayınları, Ankara,2011
2) EVANS, Malcolm, International Law, Oxford University Press,2010
Güvenlik konseyinin kuruluşunda dünyadaki dengeleri gözeterek ve devamında dünya dengesini gözeterek karar alması önermesi yanlıştır. Güvenlik konseyi 2. Dünya savaşında Nazilere ve Japonlara karşı mücadele veren devletler grubudur. Bugüne kadar sadece iki karar alabilmesi veto olayları bu hakkın kullanılması hususunda tamamen self menfaat ve kendi taraftarlarını koruma iç güdüsüyle harekat edilmesi sebebi ile iledir. Güvenlik konseyi yapısının dünyanın günümüzdeki şartları ile bağdaşmadığı açıktır.
Konu anlamı bakımından kısa öz anlatım yapmalısınız çok uzatıyorsunuz ve gereksiz bilgiler var asıl bilinmesi gerekenlerin eksik olduğunu düşünüyorum