Kuşkusuz, egemen ve bağımsız devletler bugün uluslar arası sistemin temelini oluşturmaktadır. Vestfalya’dan sonra ortaya çıkan ulus-devlet odaklı yenidünya sisteminde, ulus-devlet de artık tartışılır hale geldi. Özellikle liberal aydınlar ve kimi siyasetçiler, tartışmaların çıkış noktasını ‘özgürleşme’ kavramından başlatıp, konuyu ulus-devlete getirmekte ve bu sistemin tasfiyesini dillendirmektedir.
Peki, ama ulus-devlet gerçekten özgürleşmenin, temel hak ve hürriyetlerin önünde engel midir? Ulus-devlet ulusçu, ırkçı devlet anlamına mı gelir? Ulus-devlet gerçekten küreselleşmeye yenik düşmüş ve çağdışı mı kalmıştır? Ve en önemlisi ulus-devletin yerine hangi modeli koyacağız? Açıkçası bu soruların cevabını bulmadan, bunları tartışmadan ulus-devletin tasfiyesini konuşmak ne kadar akılcı olur, şüpheliyim.
Ulus-devletin ortaya çıkışı, milliyetçilik kavramının da gelişmesine yol açmıştır. İngiltere’de 1700’lerin başında ortaya çıkan milliyetçilik kavramı, ardından Fransa’da gelişti. Fransız İhtilalı’nın sonrasında dünyayı saran bu kavram, sayısız imparatorluğun da sonunu getirmiştir. Zira bu fikir, kilise ve hanedana değil; devlete ve millete bağlılık üzerinde gelişiyordu.
Tarihsel, sosyolojik bir kategori olarak ulus-devlet, Osmanlı’nın ardından bu toprakların da kaderiydi ve kurulan ulus-devletlerden biri de Türkiye Cumhuriyeti oldu.
Atatürk’ün ulus-devlet kurma çabaları sırasında, milliyetçilik ilkesi ön plana çıkmaktaydı. Ancak bu milliyetçilik ırka dayalı, komşularına zarar veren saldırgan bir anlayışa sahip değildi. Türklüğü tüm dünyaya yayma gibi bir anlayışı olmayan Mustafa Kemal için, yurtta sulh, cihanda sulh anlayışıyla ve ulusal ant (misak-ı milli) sınırları içinde bir ulus devlet kurmak yegâne hedef olmuştur.
Tekrar bugüne gelecek olursak, ulus-devleti tartışmaya açan, hatta krizde olduğunu savunanların argümanları, genel olarak küreselleşme kavramına dayanmaktadır. Küreselleşme, bugüne kadar kullandığımız sivil toplum, demokrasi gibi kavramları dönüştürmektedir. Farklılıkları ve heterojenliği meşrulaştıran küreselleşme, ulus-devletleri zorlamaya başlamıştır. Çok uluslu şirketlerin gelişmesi, sermayedar sınıfın güçlenmesi ve sermaye akışındaki hızlı hareketlilik, ulus-devletin hareket alanını daraltmıştır.
Sosyal, ekonomik ve kültürel olarak tüm boyutlarıyla son 40-50 yıla; özellikle de soğuk savaşın bitmesiyle son 20 yıla damgasını vuran küreselleşme, ulus-devleti tartışılır hale getirmiştir.
Tüm bunlarla beraber, şüphesiz ki ulus-devlet de, ortaya çıktığı ilk günkü gibi değildir. 200 yılda kendini revize eden ulus-devletler, bugün çeşitli ödünlerle de olsa sistemdeki ağırlığını korumaktadır. Unutulmamalıdır ki, küreselleşme de varlığını devam ettirebilmek için güçlü ulus devletlere ihtiyaç duymaktadır.
Ulus-devletin meşruluğunu tartışmaya açanlar, sürekli olarak Orta Doğu’daki başarısız, istikrarsız devletleri model olarak almakta, Avrupa’daki başarılı ulus-devlet örneklerini es geçmektedir. Bu kişiler iyi işleyen ulus-devlet örneklerini incelerse ulus-devletin diğer siyasal formlardan daha saldırgan olmadığını, demokrasi ve hukuk devleti olma konusunda eldeki en iyi seçenek olduğunu göreceklerdir. Türkiye’nin yıllardan beri üyesi olmaya çalıştığı Avrupa Birliği, başarılı ulus-devletlerin bir araya gelmesiyle bugünkü sistemde yerini almıştır. Hiç şüphesiz, AB ulus-devletlerin tasfiyesini gerektiren, Avrupa Birleşik Devletleri gibi bir model olsaydı, Fransa, Almanya gibi lokomotif ülkeler, bugün bu birlikte yer almayabilirdi.
Ne yazık ki ekranlarda, konferanslarda ulus-devleti tartışanların, bu konudaki bilgi yetersizliği de yanlış yönlendirmelere yol açmaktadır. Ulus-devletten vazgeçelim, ABD modelini benimseyelim, İsviçre gibi kantonlara ayrılalım diyenlerin, bu ülkelerin de ulus-devlet olduğunun farkında olmayışı ayrı bir sorunsaldır. Üniter devlet- ulus devlet ayrımı yapamayanların, idari yapılanma şeklini siyasal yönetim şekliyle karıştıranların, bu konularda uzun uzun fikir beyan etmesi, her söylenene inanmamak ve şüpheyle bakmak gerektiği hususunda bizler için güzel bir örnektir.
Ulus –devlet modelinin ufak değişimler yaşasa da daha uzun yıllar sistemde var olacağı ve olması gerektiği düşüncesindeyim.
Serkan UYSAL
Çağ Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü