Ulus-Devlet

Ulus-devleti anlamak için önce “ulus” ve “devlet” kavramlarını tanımlamamız gerekir. Devlet, sınırları belirlenmiş ülke toprağı üzerinde bulunan, belli bir hükümetin yönettiği ve hukuksal açıdan egemen olan siyasal örgütlenmelerdir. Kimilerine göre devlet en üstün değerdir ve başlı başına bir amaçtır. Kimilerine göre ise devlet bir amaç değil toplum düzeninin ve barışın korunmasını sağlayan bir araçtır. Bazılarının devleti tek ve egemen bir iktidar yapı olarak görmelerine karşılık, bazıları da onu insanlar tarafından meydana getirilmiş topluluklar topluluğu olarak görürler.

Ulus ise aynı devletin toprakları üzerinde yaşayan, aynı yasalar ile idare edilen, aralarında dil, soy, ülke kültür birliği bulunan insan topluluğuna denir. Ulus ve devlet kavramının birbirinin yerine kullanılması zaman zaman karışıklığa yol açmaktadır. Toplumsal grup anlamında bir ulus bazen birden fazla devlet içinde bulunabilir. Afrika’da pek çok etnik topluluk birden fazla ülkede yaşamaktadır. Örneğin; Yorubalar, Benin ve Nijerya’da, Hausalar, Nijer ve Nijerya’da bulunmaktadır. Bununla birlikte devletsiz uluslar da vardır. Filistinliler buna örnek olarak gösterilebilir. [1]

Belirli sınırlara sahip ve bu sınırlar içinde tek bir hukuk sisteminin uygulandığı egemen siyasal topluluklar anlamına gelen modern ulus-devletin doğuşu protestanlığın ve Avrupa’da laiklik anlayışının doğmasına yol açan 1648 Westfalya Antlaşması’na dayandırılır. 1648’den 1789 tarihine kadar geçen süreç içerisinde gelişen ulus-devlet düşüncesi Fransız Devrimi’nin ve ardından başlayan Napolyon Savaşları’nın milliyetçi etkisiyle iyice yayılmış ve çok uluslu imparatorluklar bu durumdan kötü bir şekilde etkilenmiştir. Avrupa’da yaşanan 1838 ve 1848 ayaklanmaları da köhneleşmiş imparatorlukların sonunun geldiğinin habercisi olmuştur. 1789 yılında bu kavramın ortaya atılmasının asıl amacı devletin kralın şahsında ortaya çıktığı monarşik egemenlik anlayışının çürütülmesi ve bu yönetimin ortadan kaldırılmasıdır. [2]

Ulus devlet, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren küresel ölçekte yaygınlığa ulaşmış bir siyasi yapılanma modelidir. Günümüzde, Birleşmiş Milletler Örgütüne üye devletlerin tamamı ulus-devlet modeline göre, ulus devlet kurgusu esas alınarak yapılanmıştır. Bunun yanında gerek geçmişte gerekse günümüzde siyasi bağımsızlık elde etmek amacıyla hareket eden birçok ulusçu akım da, bir ulus-devlet kurma hedefine yönelmiştir. Bu nedenle, 18. yüzyılın sonlarından günümüze kadar, oluşturulması için mücadele edilen siyasi örgütlenme modeli ulus-devlet olmuştur denilebilir. Ancak 1990’lı yıllardan itibaren ulus-devlet sistemi zayıflamıştır ve SSCB’nin dağılmasıyla da ABD tek güç haline gelmiştir. Küreselleşme ve ulus-devlet arasında yadsınamaz bir çekişme söz konusudur. Küreselleşmeyi savunan görüşe göre; dünya tek pazara dönüşmektedir. Zamanla uluslararası sınırlar dahi geçerliliğini yitirecektir. Ulus-devlet ise bu yeniliklerle birlikte görevlerini uluslararası kuruluşlara devredecektir. Yani bu süreç ulus-devletin sonunu getirecektir.  Ulus-devleti savunan görüşe göre ise; küreselleşme ulus-devletin sonunu getirmez. Ulus-devlete olan ihtiyacı, ulus-devletin görevini daha da arttırır. Çünkü; başta ekonomik olmak üzere çok boyutlu bir çizgide devam eden küreselleşme olgusu ulus-devletle birlikte zararlı hale gelmekten korunabilecektir.[3]

Ulus-devletin oluşum aşamaları

Habermas ulus-devletlerin oluşumunun üç farklı şekilde gerçekleştiğini belirtmektedir. Bunlardan ilki, birbirinden ayrı olarak yaşamakta olan etnik grupların tek tek barışçıl yollarla devletleşmesi ile değil de, etnik grupların komşu bölgelerde yaşayan topluluklara, alt-kültürlere, din ve dil topluluklarına sirayet etmeleriyle gerçekleşmiştir. Bu yöntem tarihsel olarak bir ilk durumundadır. İkinci olarak, yeni kurulan devletlerde asimile edilen, baskı altına alınan ve marjinalleştirilen halk kesimleri pahasına gerçekleşmektedir. Ulus-devletler homojen bir halka dayanmalıdır. Homojen bir toplum olmadığı halde, bu tarzdaki ulus-devletler homojen toplum oluşturmaya çabalarlar. Bu süreç doğal işlememektedir ve devlet anti demokratik yöntemlere başvurabilmektedir. Üçüncü olarak ise, etno-milliyetçi akımlar sayesinde oluşan ulus-devletler ise azınlıkları aşırı baskı altında tutarlar, bunları göçe zorlarlar. Irkçı yaklaşımı benimserler.[4]

Onur Bektaş

TUİÇ Stajyeri

 


[1] ARI, Tayyar-Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika

[2] http://akademikperspektif.com/2011/08/17/30-yil-savaslari-ve-ulus-devletin-dogusu/

[3] http://www.tanikhukuk.com/Makale.php?m=113

[4] http://akademikperspektif.com/2013/10/20/ulus-ulus-devlet-ulusal-devlet/

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...