Farklı anlamlarda kullanılan bu kavramın yaygın kullanılışı, sanayi ülkeleriyle sosyalist ülkelerin dışında kalanlar içindir. 1950’lerin sonunda çıkan bu kavram, iki kutuplu dünyanın bir sonucudur. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri kast eden bu kavram, nüfus artış hızı yüksek olan ve ekonomik sıkıntılar yaşayan ülkeleri ifade eder. Aynı zamanda kapitalist rejimler ile Marksist rejimler arasındaki bir ara normu ifade eder.
İkinci tanımı ise, ülkeler arasındaki bağlantıya göre değerlendirir ve ABD ve Sovyetler merkezli olmayan bağımsız ülkeleri ifade eder. ABD’nin başını çektiği Birinci Dünya Ülkelerini, SSCB’nin önde olduğu İkinci Dünya Ülkeleri takip ederken, Bağlantısızlar olarak adlandırılan grup Üçüncü Dünya Ülkeleridir. Bu durum Yugoslavya’nın dağılmasının ve siyasal yönetimlerin değişmesi sonucu farklılaşmıştır. 21. Yüzyıla gelindiğinde, iki kutupluluğun son bulmasıyla Bağlantısızlar’ın yerini gelişmekte olan ülkeler almıştır. Bu anlamıyla, gelişmiş ve gelişmemiş olan ülkelerin dışında kalan, ekonomisi yetersiz ve uluslararası kuruluşlara üye olmayan ülkeleri ifade eder.
Kelimenin kullanım aracı her ne olursa olsun, “üçüncü Dünya Ülkesi” tanımı genel olarak bir ülkeyi küçük ve güçsüz göstermek için kullanılan bir tabirdir.
Üçüncü dünya ülkeleri heterojen bir görüntü addederken, farklı kültürel ve siyasal yapılara sahiptir.
Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin bazı temel özellikleri vardır:
-Politik olarak istikrarsızlardır.
-Politikanın ordu ile yakın bir ilişkisi vardır.
-Büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerdir.
-Nüfusun büyük çoğunluğu tarım sektöründedir ve işsizlik yaygındır.
-Gelir düşüktür ve sermaye birikimi yetersizdir.
-Doğum oranı yüksek, nüfus artışı fazladır.
-Eğitim seviyesi ve okullaşmanın oranının düşüklüğü, okur-yazar oranını düşürmüştür.
Nur Üstündağ
TUİÇ Stajyeri
Kaynakça
1) Üçüncü Dünya Ülkeleri, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları