Twice Born (Sen Dünyaya Gelmeden) İtalyan yazar ve oyuncu olan Margaret Mazzantini’nin kendi romanından yola çıkarak senaristliğini üstlendiği, yine İtalyan olan oyuncu ve yönetmen eşi Sergio Catellito’nun da yönetmen koltuğunda oturduğu 2012 yapımı bir filmdir.
“Bir keskin nişancı onu almazsa, bu kahrolası bebeği sana vereceğim.”
Twice Born (Sen Dünyaya Gelmeden) İtalyan yazar ve oyuncu olan Margaret Mazzantini’nin kendi romanından yola çıkarak senaristliğini üstlendiği, yine İtalyan olan oyuncu ve yönetmen eşi Sergio Catellito’nun da yönetmen koltuğunda oturduğu 2012 yapımı bir filmdir. Filmin prömiyeri 2012 yılında Toronto Film Festivali’nde yapılmıştır. Oyuncu kadrosunda çok uluslu bir yapı vardır. Başrollerini İspanyol Penelope Cruz (Gemma), Amerikalı Emile Hirsch (Diego), Türk Saadet Işıl Aksoy (Aska) ve Boşnak Adnan Haskoviç (Gojko) paylaşmıştır. Film, İtalya’da ve İspanya’da çeşitli ödüllere aday olarak gösterilmiştir. İspanya’nın uluslararası film ödüllerinden olan Goya Ödülleri’nde ise, filmde canlandırdığı Gemma rolü ile En İyi Kadın Oyuncu ödülü Penelope Cruz’a gitmiştir.
Orta yaşlarda olan Gemma’ya bir gün eski bir dostu olan Gojko’dan telefon gelmiş ve onu genç oğluyla birlikte Bosna’ya davet etmiştir. Film Gemma ve oğlu Pietro’nun Bosna’ya ziyareti esnasında yaşadığı geri dönüşler/flashback şeklinde kurgulanmıştır. Gemma ve Diego İtalya’da birlikte bir hayat kurmuşlardır fakat beklemedikleri bir haberle mutluluklarına gölge düşmeye başlamıştır. Bu süreçte tanıştıkları, aşklarının filizlendiği, arkadaşlarının olduğu Bosna’ya gitmişlerdir. Bosna’da yaşamak her geçen gün zorlaşmış, silahlar ve bombalar patlamaya, çatışmalar çıkmaya başlamıştır. Diego burada hayatını değişmesine sebep olacak birtakım olaylara şahit olmuştur. Gemma ile İtalya’ya döndüğünde ise insanların Bosna’da yaşananlara kayıtsız kalmalarını ve vicdan yükünü taşıyamamaya başlamış ve bir süre sonra Gemma’yı ve İtalya’yı terk ederek Bosna’ya geri dönüp orada yardımlarda bulunmuştur.
“Artık canlı çiçek bulunmadığından Markale’deki çiçekçi kağıttan çiçekler yapmaya başladı.”
Her savaşta olduğu gibi anlatılacak birden fazla hikayeye yer verilen filmde, bir diğer acıklı savaş anıları ise Gojko ve ailesinin anıları olmuştur. Gojko, Gemma’nın rehberidir. Şiirler yazan, geniş bir arkadaş çevresine sahip umursamaz, genç bir adamdır. Yeni doğan kız kardeşi için hem ağabeylik hem babalık görevini üstlenmiştir. Kız kardeşi Sebina ve annesini çoğunluğu sanatçıdan oluşan geniş arkadaş grubunun yaşadığı yere almıştır. Burada kocaman bir aile kurmuşlar ve savaş esnasında güvenli bir hayat sürmeye çalışmışlardır. Yetenekli bir pandomim sanatçısı olan Zoran ve Kant lakabıyla bilinen saksafoncu babası Bojan, içlerinde en manyak olarak tanıtılan heykeltıraş Mladio, aktris Ana, üniversitede çalışan Musevi profesör… Birden çok hayat hikayesine sahip olan filmde savaşın insanların hayatlarına nasıl karıştığı, etkileri, savaş sonunda kalan izler şeffaf bir şekilde izleyiciye yansıtılmıştır. Savaşta neler yaşandığını, insanların silahlara ve keskin nişancılara rağmen nasıl hayata tutunduklarını oldukça acı bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Başlangıçta iki gencin aşk hikayesi olarak başlayan film ilerleyen dakikalarda 1990’lı yılların başında Yugoslavya’nın dağılmasıyla Bosna’da yaşananları izleyicinin anılarından gün yüzüne çıkarmıştır. Dünya tarihinde, ‘basit’ bir sebepten gerçekleşse de savaşın var olması halkların üzerinde büyük olumsuz etkilere sebep olmuştur. Cephe savaşlarının git gide yerini topyekûn savaşa bırakması, zulümlerin yalnızca cephelerde kalmayıp sivillere de bir savaş stratejisi olarak uygulanması görülen zararın derecesini arttırmıştır. Bunların yanı sıra savaşın yaşanmadığı bölgelerde de insanların ne kadar yalnızca kendi dertlerinde olduklarını, ne kadar yakında olsa da kendi ocaklarına düşmeyen bir ateşe umursamaz kaldıkları da bir gerçektir. Filmde de bu savaşı yaşayanlar ve yaşamayanlar arasındaki çizgi; Diego’nun başından geçenler sonucunda kendini içinde bulduğu vicdani sorumluluk ve o umursamaz toplum içerisinde geçirdiği sancılı süreç çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır. Bir yanda insanlar acılarıyla kıvranırken diğer yanda komşu ülkesinde yaşananlara rağmen partilerine devam edebilen insanlar… Diego ile bu süreç yakından işlenmiş ve seyirciye gösterilmiştir.
Savaşın acı yüzünü izleyiciye bir iğne gibi batıran bu filmde oyunculuklar da oldukça başarılıdır. Diego ve Gemma gibi zorlu yollardan geçen Aska ve Gojko gibi diğer karakterlerin hisleri, acıları ve sevinçleri de açık bir şekilde seyirciye yansımıştır. Karakterin günümüzde ve geçmişte yaşadıkları arasında başarılı bir şekilde kurulan bağlantılar filmin akıcılığını arttırmıştır. Hem çekildiği yılın hem de 1990’lı yılların kıyafet ve eşyaları dönemlerine uygun olarak dekore edilmiştir. Bu da filmin gerçekçi bir etki bırakmasında önemli bir yere sahip olmuştur. Filmin sonunda ise seyirci sadece hayret ve hüzünle ekrana bakakalmaktadır.
“Bayanlar, baylar! Saraybosna’nın keyfini çıkarın!”
Hilal Yel
TUİÇ Akademi Balkan Birimi