Çin’in Urumçi bölgesinde yaşanan son olaylar Çin’in hem Türkiye hem de Doğu Türkistan politikasını yeniden gözden geçirmesine sebep olmuştur. Öyle ki olaylardan sonra Çin hükümeti Çin’de “Uygur Açılımı” siyasetini uygulamaya koyarken; Türkiye’de de, “Türkiye’de Çin’i Yaşayın” projesini sahaya sürmüştür.
Bununla yetinmeyen Pekin yönetimi, aynı zamanda iki ülkenin stratejik düşünce kuruluşları arasında da “diyalog diplomasisi” başlatmıştır. Bu amaçla Çin’in bazı stratejik düşünce kuruluşları[1], Türkiye’de bulunan stratejik düşünce kuruluşlarından USAK ve TÜRKSAM’ı ziyaret etmiş[2], karşılıklı fikir teatisinde bulunmuşlardır. Türkiye’deki stratejik düşünce kuruluşlarından USAK’ın seçilme sebebi Türk dış politikasındaki etkinliği olurken; TÜRKSAM’ın seçilme sebebini ise bu stratejik düşünce kuruluşunun Doğu Türkistan sorunu ile yakından ilgileniyor olmasıdır. Ayrıca kanaat önderlerinin toplumları kısa sürede şekillendirmesi ve bu stratejik düşünce kuruluşlarındaki akademisyenlerin birer kanaat önderi olmaları hasebiyle de ziyaret söz konusu düşünce kuruluşları arasında gerçekleşmiştir. Çünkü Çin’in Urumçi olaylarından dolayı Türkiye içinde azalan saygınlığını geri kazanmasının en kolay ve en kısa yolu toplumu ve siyaset yapıcıları şekillendirecek olan kanaat önderleriydi. Bu sebeplerden ötürü Çin temel siyasi politika ve projelerine bir de ziyaretleri eklemiştir[3].
Son dönemde yaşanan olaylardan dolayı her ne kadar iki ülke arasındaki ikili ilişkilere siyasi konular hâkim olsa da, genelde ikili ilişkilere ve düşünce kuruluşları arasında vuku bulan fikir teatilerine “ticari” konular egemen olmaktadır. Ticari konular içerisinde ise iki ülke arasında her geçen gün artan ticaretin Türkiye aleyhine gelişmesi gündemi oluşturmakta ve her defasında konu dönüp dolaşıp Türkiye’nin Çin ile olan ticari münasebetlerini geliştirmesinden daha önce alması gereken birtakım tedbirlerin olduğuna dayanmaktadır. Çünkü aksi takdirde Türkiye aleyhine olan ticari dengesizlik daha da dengesizleşecektir.
Alınması gereken önlemlerin başında Türkiye’nin kendi imalat sanayini geliştirerek artmasını istediği ihracatına uygun bir zemin hazırlaması gelmektedir[4]. Ayrıca, globalleşen dünyadaki söz konusu küreselleşme dalgasına karşı koyabilmek için iki ülke de işbirliğine daha fazla önem vermelidir. Bunun için en uygun zemin hiç şüphe yok ki G-20’dir. Çünkü artık G-7 ve G-8 ülkelerinin dünya ekonomisindeki eski ağırlıkları kalmamıştır[5]. Tam tersine yer küre büyük gelişmekte olan güçlerin (Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye…) yükselişine şahit olmaktadır. Zaten söz konusu iki ülkenin, birçok küresel sorunun çözümü için de bu işbirliğine ihtiyacı vardır[6]. Çünkü her iki ülke de uluslararası dengenin birer kilidi niteliğindedir.
İkili ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılması gereken diğer önemli adımlardan birisi de tarihi İpek Yolu’nun[7] tekrar canlandırılması olacaktır. Ayrıca karşılıklı serbest ticaret antlaşmalarının yapılması[8], kamu ihalelerinde karşılıklı avantajların sağlanması diğer önemli adımları oluşturacaktır[9]. Çin ile Türkiye arasındaki ticari hadlerin Türkiye aleyhine gelişmesinin birçok sebebi vardır. Aslında sorunun temelinde her iki ülkenin de kalkınan ülkeler olmasından çok benzer ürünleri üretmesi ve hedeflenen pazarların neredeyse aynı olması yatmaktadır. Durum böyle olunca Çin, yüksek nüfusu ile sağladığı ucuz işgücü sayesinde söz konusu pazarlarda ve ürün sahalarında Türkiye’ye karşı “mutlak bir üstünlük” kazanmaktadır. Sorunun diğer önemli sebeplerinden biri de, Türkiye’nin daha çok hammadde ihraç edip, işlenmiş mal satın almasıdır. Yani aslında sorunun temelinde Türkiye ile Çin’in birbirlerinin ticari tamamlayıcıları değil de; ticari ikameleri olmaları yatmaktadır. Örneğin, birbirlerinin tamamlayıcısı iki ülke olan Amerika ile Çin arasında benzer bir sorun yaşanmamaktadır. Çünkü Amerika “teknoloji ve sermaye” yoğunluklu bir ekonomiye sahipken; Çin “üretim ve işgücü” yoğunluklu bir endüstriye sahiptir ve bu açıdan birbirlerini tamamlamaktadırlar. Bu nedenle bazı bilim adamları sorunun ilerleyen yıllarda Çin’in teknoloji yoğunluklu bir ekonomiye evirilmesi sonucunda kendiliğinden çözüleceğini iddia etmektedirler. Fakat bu sefer de Çin’in Amerika ile sorun yaşama ihtimali ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin de teknoloji yoğunluklu bir ekonomiye evirilmesi ile sorun tekrar baş gösterecektir. Kısacası; Türkiye aleyhine olan ticari dengesizliğin kısa zamanda ortadan kalkmasının tek yolu vardır: Çin’in Türkiye lehine “ticari imtiyazda” bulunması.
İki ülke arasındaki siyasi sorunun temel kaynağı Orta Asya’ya giriş kapılarından birisi olan Şangay İşbirliği Örgütü’dür. Çünkü Türkiye Örgüt’e tam üye olarak her türlü imtiyazdan yararlanmak isterken; Çin Türkiye için başlangıç olarak gözlemci statüsünün daha uygun olacağını düşünmektedir. Bu düşüncenin arkasında yatan asıl sebep ise Türkiye’nin “Türk ve Müslüman” bir ülke olarak Türkî Cumhuriyetler ile yakınlaşması ve bu yakınlaşma neticesinde Çin’e, Çin’in Orta Asya politikalarında olası birtakım pürüzler çıkarmasıdır. Bölgedeki manevra alanının daralacağını düşünen Çin, bundan dolayı Türkiye’nin AB üyeliğini tüm gücü ile desteklemektedir. Çünkü ancak bu sayede Çin, Türkiye’yi Orta Asya’dan uzak tutabilecektir. Örgüt’ün diğer önemli ülkesi olan Rusya ise Batılı bir ülke olarak algıladığı Türkiye’yi Amerika’nın “Truva Atı” olarak görmekte ve ikili ilişkilerde Türkiye’nin Örgüt’e üyeliğini söz konusu dahi etmemektedir. Lakin Türkiye’yi kendisine dirsek mesafesinde tutmak için Rusya da Türkiye’ye “gözlemci statüsünü” uygun görmekte ve önermektedir.[10].
Çin ile Türkiye arasındaki ilişkilere baktığımızda Çin’in 2000’li yıllarla birlikte Türkiye’ye yönelik politikalarında bir değişikliğe gittiğine tanık olmaktayız. Bunun temel sebebi tabii ki Çin’in yeni Avrasya politikası ve bu politika içerisinde yer alan yeni İpek Yolu’dur. Çünkü söz konusu politikanın ve projenin bir ayağı da Türkiye’ye uzanmaktadır. Ayrıca, Çin için önemli olan hammadde kaynakları ve ihraç edeceği ürünler için gerekli olan pazar Avrasya kıtasında yer akmaktadır. Çin’in, Müslüman ve Türk olan Türkî Cumhuriyetler ile örülü olan bölgedeki bu amaçlarını gerçekleştirmek içinse Türkiye’nin desteğine ihtiyacı vardır. Bu sebeple Çin’in Türkiye’ye yönelik dış politikası son on yılda olumlu anlamda değişmiştir. Çin’deki bu değişimin diğer bir sebebi de son yaşanan Urumçi Vakası’nda bu olayı Türkiye’nin bir koz olarak kullanabileceğini görmüş olması ve Türkiye ile yakın temasta bulunarak bu olası tehdidi uzaklaştırmak istemesidir. Sosyal bilimcilerin yaygın kanaati ise, her iki ülkenin kendi bölgelerinde yükselmeleri sonucunda işbirliği eğilimlerinin zaten artacağı yönündedir.
Son yaşanan Urumçi Vakası’ndan sonra karşılıklı temaslarda bulunan iki ülkenin liderleri “her iki ülkenin de içişleri ile alakalı ayrılıkçı sorunları olduğu ve bu sorunların iki ülke arasındaki ilişkileri etkilemeyeceği” sonucuna varmışlardır. Hatta bu konudaki benzer bir işbirliği sözünü terörist faaliyetler için de vermişlerdir. Çünkü Çinli liderlere göre, “stratejik rakipler pekâlâ stratejik işbirliğine” girişebilirlerdir. Olumlu anlamda gelişen ikili ilişkileri etkilememesi amacıyla iki ülke tarafından da, Uygur Sorunu ve bununla bağlantılı olarak Doğu Türkistan meselesi şimdilik derin dondurucuya kaldırılmıştır. Ekonomik çıkarlar tekrar her şeyin önüne geçmiştir ve ilişkilerin geliştirilmesi ve daimi kılınması için de, iki ülkede de yeni işbirliği sahaları aranmaktadır.
Deniz Tören
Hacettepe Üniversitesi
[1] Çinliler düşünce kuruluşlarının önündeki “stratejik” sıfatını özellikle kullanmaktadırlar. Çünkü onlara göre bu düşünce kuruluşlarının ürettiği fikirler sıradan fikirler değildir. Tam tersine, devletin küresel ve bölgesel politikalarını yönlendirecek ve şekillendirecek kadar “stratejik” fikirlerdir.
[2] Haber, gerek Türk gerekse Çin kamuoyunda ve gazetelerinde “Çin’in Türkiye çıkarması” olarak yer almıştır.
[3] Çin’de de, Türkiye’nin stratejik düşünce kuruluşları tarafından da iade-i ziyaretler yapılmıştır.
[4] Lakin burada önem verilmesi gereken husus ihracatın arttırılması değil, üretimin arttırılması olmalıdır. Çünkü aksi takdirde üretime değil de ihracata yönelik çeşitli ekonomik teşviklerden dolayı, yurtiçine yönelik üretim yapan ekonomik birimler ithalata dayalı ihracata yönelmekte bu ise ihracat yerine yine ithalatı arttırmaktadır. Sonuçta cari açık körüklenmekte, cari açığın artması ise ekonominin bugün olduğu gibi aşırı ısınmasına sebep olmaktadır.
[5] Son yaşanan finansal kriz gösteriyor ki; bazen G-7 ya da Rusya’nın da katılımıyla oluşan G-8 ülkeleri dünya ekonomisine yük bile olabilmektedirler.
[6] Küresel ısınma, uluslararası terörizm ve yenilebilir enerji bu sorunlardan sadece birkaçıdır.
[7] Rusya’dan geçmeden Orta Asya’ya ulaşan, tarihi ve stratejik bir yol her iki ülkenin de bölgedeki önemini arttıracaktır.
[8] Bu önemlidir. Çünkü Türkiye, Avrupa Birliği ile yaptığı serbest ticaret antlaşmalarından yeterince yararlanamamaktadır.
[9]Son maddenin önemi ise Türkiye aleyhine olan ticari hadleri düzeltmek için önemli bir fırsatı oluşturmasıdır.
[10] Ne gariptir ki benzer bir politikayı Avrupa Birliği’nin lokomotif güçleri olarak anılan iki ülkeden birisi olan Almanya, önerdiği “imtiyazlı ortaklık” ile dile getirmektedir. Kısacası Türkiye; Batı’nın önemli kurumlarından birisi olan Avrupa Konseyi’ne 1948 yılında üyesi, Doğu’nun önemli örgütlerinden birisi olan Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün de 1985’te kurucu üyesi olmasına rağmen ne Batı’da ne de Doğu’da kabul görmektedir. Buna karşın, Türkiye her ne kadar yeni yapılara kabul edilmese de, Türkiye’nin bölgeden uzaklaşmasına da izin verilmemektedir.